24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 25°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hüzün başta dolanan bela efkar pusta kanayan yara!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Hava bu günlerde, kendini yaşamdan gizlercesine, masumiyet rollerinde, bir insafsız gibi puslu nedense...

Sanki antika, ama çarkı paslanınca durmuş masum saatler gibidir hava!..

Belli ki bıkmış artık deviniminden, saklanıyor hava kendinden... Çünkü uzun sandığınız kısa günler, sevdadan kaçan bir güzel gibi hüzünlüdür eskisinden!..

Hele kış yok mu, günlerin demi oturmadan akşama diz çöktürüyor ya artık zaman...

Kış ya bu; soğuktan çatlamış çay bardakları gibi yürekler...

Ve belki yaşam, mevsimin tüm soğukluğu içinde, sevdayı andıran bir sıcaklık da bekler!..

Şu girdaplı günlerde, bedenim direniyor mevsimin koşuşturmasına da, beni sevdaya salıp giden yüreğim neden biçaredir yar?..

Söyle, neden dizbağları çözülmüşçesine kanar eski yaralar?..

Biliyorum sebebini; canım sıcak, yüreğim nedense günlerdir üşüyor...

Biliyorum; ağlamasam da, gözlerimden buz tutmuş damlalar düşüyor!..

KARANLIĞA SIĞINMIŞ CİLVELER!..

Yok... yok ne yapsam olmuyor!.. Görüyorum işte bu mevsimlerde;

Sanki peşinden düşman geliyorcasına koşuyor zaman... Ve kendiyle cebelleşirken yaşam, kum saati gibi vermiyor aman!..

Anlayacağın yar, kış her açıdan intikam peşindeki öfkeler, merhametten arınmış yürek- ler gibi zalim mi zalim!..

Mevsim işte tam da böyle, kendi çapında hengamede yar;

Soğuk, hüzünlü, puslu, karanlık, nemli ve en çok da sokakları değil, kalpleri ıssız bucaksız bırakırcasına kimsesiz!..

Sen o yüzden bakma yar, bu mevsimde erken çöken karanlığın, örtüsüne sarılmış cilvelerine...

Sen bakma cimri ışığa, koşup gidiyorsa apansız yanı başımızdan köhnelerine...

Anladım ki yar, mevsimlerin güne kör bakması gibidir griyi kıskandıran puslu havalar;

Belli ki hüzün başta dolanan bela...

Efkar pusta kanayan bir insafsız yara!..

ESARETİN RESTİ!..

Şöyle bedenimi kollarımla sararak dışarıya bakınca, dedim ki kendi kendime; iyi ki kış esarete rest çekmişçesine, kendine izin vermiş son birkaç gündür...

Neden biliyor musun yar?.. Çünkü ne kadar kış kıyamete gebeyse zaman, üşütmüyor insafsız mevsim!..

Tam aksine bir tuhaftır ki, ılık bir esinti minik buseler konduruyor tenlere...

Ve yüreğimizi ısıtan küçük ateşler, hasret çektiriyor canımızdan geçip gidene...

Velhasıl yar, güneşin mevsime çelme taktığı, pusudan sıcak çaldığı acayip günlerdeyiz adeta...

Çünkü sevdanın saçlarından naz döktüren bir ılık rüzgar esiyor, güneşten fırsat bulduğu her saatte...

Çünkü güneş değil karanlığa isyan eden, aslında pus her zaman ihanette!..

KAHREDİCİ TESLİMİYET!..

İşte böyle... İçine kapanmışçasına çıkmak istemiyorum yar, sensizliğin sokaklarına...

Bakıyorum da pencereden, pusun içinde, direnen kuleler gibi duruyor ağaçlar... Kimileri, yeşili terk etmişçesine çırılçıplak, kimileri de adeta, sararmış dalla- rında, yıkılmış adamlar gibi tepetaklak...

İşte çevremizde; çoğumuzun onlardan habersiz olduğumuz ağaçlara bakıyorum da, kimileri baharın aksine, cılız çam kokularıyla, yeşillerinden soyunmamak için sevda gibi direniyor...

Rüzgar çam ağaçlarının üzerinden estikçe, sanki uzaklardan yârin o zalim kokusunu da getiriyor...

İçinden limonata kokulu anılar düşüyor zihnime ve el sallayıp “gel” diyen çoğu pejmürde hasretler değiyor tenime!..

Rüzgar bu yar; alıp götürdüğü kadar, esip getirdiğiyle de teslim alıyor insanı... Bir kahredici teslimiyet ki bu; yaşamın içinden bazen gelgitler, bazen de günleri birbirine kilitleyen prangalar!..

GÜNDÜR GELİR GEÇER...

Pusuları yırtarcasına çırpınan ağaçların ve buhran uykusundan kalkmış dalların sallanışına bakınca, aklıma tarihe mahkum olmuş, eskinin esaretindeki baharlar da geliyor;

Papatya kokusunun tenlerde yaprak açtığı o kehribar sabrındaki baharlar...

Ve her yaprağında gül goncası gibi saçılan yalancı fallar!..

Bil ki, ceylan zarafetindedir belki anı yüklü eski zamanlar...

Ve uçsuz bucaksız ovalarda, birbirine halen naz yapan küs sevdalar...

Düşündüm de yar; insan, “gündür gelir geçer” diye sanki çokmuşçasına bazen önemsemez ya yaşananları...

Oysa ne gaflettir o, bilmez mi ki insan, yaşamdan düşen her günün gelecekten de bir gün çaldığını...