19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İmza: BİR DOST

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-


Ülkede kendisini bir biçimde solda tanımlayan, veya sosyal demokrat olduğunu söyleyen bir takım şahıs ve/veya sivil toplum kuruluşları, esasında CIA/NED fonlarıyla desteklenen, ABD’li uluslararası para taciri G.Soros’un etki ajanlığını yürüten isimler.
Bunlardan bazıları T. Erdoğan’ın “akili”, bazıları muhalefet partisi “yöneticisi”, bir bölümü medya kuruluşlarının “elemanı” olarak faaliyet gösteriyorlar bugünlerde.
CHP’nin, TESEV kurucusu Genel Başkanı, Sn. Kemal Kılıçdaroğlu da ekonomiyi işte bu zihniyete emanet etmeye teşne olmuş görünüyor maalesef.
Rahmetli Bülent Ecevit’in “hayatımdaki en büyük pişmanlığım” dediği, IMF ve ABD’nin has adamı “sosyal demokrat” K. Derviş’le sık sık buluşup, onun “aklına” başvurması bunun görünen bir delili.
Tabi hemen, sosyal demokrasi, neo-liberalizmin yedek lastiği midir? Piyasa tapınıcılığının bizzat kapitalizmin mabedi sayılan ABD ve AB ülkelerinde yarattığı çöküntü ve krizin farkında değil misiniz? gibi sorular geliyor insanın aklına.
İmalat yerine ithalatı, üretim yerine tüketimi, tasarruf yerine borçlanmayı ikame eden, sıcak paracı ekonomi politikaları nedeniyle bugün dış borçlar 400 milyar doları aştı. İşsizlik, enflasyon ve faizler çift haneye çıktı. Tarım tükendi. 3 milyona yakın insanımız tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarını ödeyemedikleri için icralık hale geldiler.
Buna rağmen hala IMF ağzıyla K. Derviş müritliği yapılması, alternatif - ulusal çıkarlara uygun, üretim ve istihdam dostu politikalar yerine, “orta gelir tuzağı” söylemleriyle populizm yapılması, Soros solcularına yakışsa bile, Atatürk Cumhuriyetinin, Anamuhalefet partisi CHP’ye hiç mi hiç yakışmıyor.
AB ile ABD “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı” yaparak, Türkiye’yi dışlarken, hala bu kafayla gidilmesi inanılmaz.
CHP yönetimi, bizim yıllar önce gidip- yanlış ve çıkmaz bir sokak olduğunu görerek vazgeçtiğimiz bu yolda, müsamere çocukları gibi hevesle kendini ABD / IMF’nin kollarına –pardon – politikalarına- niçin ve neden atmak ister anlamak mümkün değil doğrusu.

“TUZAĞA” BİLE DÜŞEMEDİK!

Aslında Orta Gelir Tuzağına bile düşemedik. Geçmişte, “Tuzağa düştük” demiştim. Esasında daha detaylı bakınca “Orta Gelir Tuzağına” bile düşemediğimizi görüyorum.
Bilindiği üzere, Dünya Bankasının 1955 yılından 2005 yılına kadar “düşük orta gelir düzeyinde” bir ülke olarak tanımladığı ve sınıflandırdığı bir ülkedir Türkiye. 2005 yılında TL’nin anormal sıcak para girişleri nedeniyle aşırı değerlenmesi sonucunda, doların gerçekçi olmayan bir fiyat seviyesinde seyretmesi nedeniyle “yüksek orta gelir düzeyindeki” ülkeler kategorisine alınmış olması ise aslında aldatıcıdır.
Çünkü aşırı değerli TL olması gereken düzeye geldiği anda, yani gerçekçi bir kurla, 10.000 dolarlık kişibaşı milli gelirin dahi gerçek olmadığı ortaya çıkacaktır.
Öte yandan, bir ülkenin “Orta Gelir Tuzağına” düşmesi için uluslararası kabul gören 3 temel ölçüt saptanmış durumda.
Bunlardan birincisi, kişi başına gelir düzeyinin 15 - 16.000 dolara yükselmiş olması.
İkincisi, kişibaşına düşen milli gelirin ABD’nin yaklaşık %58 – 60’ına ulaşmış olması.
Üçüncüsü ise, ülke içinde imalat sanayinin toplam milli gelire oranının %23-25 civarına ulaşmış durumda olması.
Halbuki, Türkiye bu 3 ön koşula da haiz değil bugün.
Yani laf olsun diyerek, Türkiye’yi “orta gelir tuzağına” yakalanmış bir ekonomi olarak göstermek bile doğru değil. Çünkü Türkiye halen doğrudan sermaye yatırımlarında emsal ve benzer ülkelere nazaran oldukça geridedir. Tasarruf oranı %12’lere kadar düşmüş ve kaynak yaratamayan bir borçlanma ekonomisine dönüşmüştür.

PİYASA TAPINICILIĞINDAN VAZGEÇİN

Sıcak paraya, üretimini ve istihdamını feda etmiş Türkiye’de, sığ ve manüplatif piyasalara tapınmak hiç de akıllı bir iş değil.
Sosyal piyasa ekonomisi diyerek, devleti sadece denetim ve gözetimle sınırlayan anlayış yakın geçmişte denenmiş ve başarısız olmuş bir anlayıştır.
Piyasa ile planlamayı, kamu ile özeli, ithal ikamesi ile ihracata dayalı bir büyüme modelini birbirinin zıttı ve/veya alternatifi olarak göremeyiz, görmemeliyiz.
Ülke koşulları, dünyada yaşanan krizlerden çıkarılan dersler, Türkiye’nin yerine bölgesine, ihtiyaca ve koşullara göre karma bir ekonomik modeli uygulamasını gerekli kılıyor.
Ben bunu ekonomide 3ncü yol olarak tanımlamıştım. Ama kurucu Atamız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1923 yılında zaten yolumuzu aydınlatmış ve karma ekonomik kalkınma modelinin milletimizin çıkarlarına uygun olduğunu açıkça ortaya koymuştu.
CHP’nin bugünkü yönetimi, gelin CHP’nin ve Kurucu Atamızın Karma ekonomik modelinden vazgeçmeyin.
Aşağılık kompleksi içinde IMF’nin ve Derviş’in müridi olmayın. ABD’ye yaranmaya çalışmayın.
Ulusumuzun çıkarlarına, ekonomimizin dinamiklerine, genç ve rekabet edebilir demografik yapımıza, jeostratejik çok önemli konumumuza ve onurlu tarihinize bakın ve kendinize gelin.
Ne altta kalanın canının çıktığı vahşi bir kumarhane kapitalizmine, ne de gümrük duvarları ardına saklanan kapalı kollektivist bir ekonomik modele rıza göstermeyin.
Atatürk’ün karma ekonomik modelinden asla vazgeçmeyin!
İmza: BİR DOST