25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İnsan hakları mı, insanlık hakları mı?

Semih Koray

Semih Koray

Gazete Yazarı

A+ A-

Avrupa’nın demokratik devrimleri, köylüleri feodal boyunduruktan kurtardı. Amerikan İç Savaşı, köleleri özgürleştirerek, Amerika’nın demokratik devrimini tamamladı. Sömürge halkları, sömürgecilere karşı savaşarak bağımsızlıklarını kazandı. “Eşit ve özgür insan” kavramını tarihin gündemine sokan mücadeleler, bunlardır. Hepsinin ortak yanı, tarihin çarkını toplumsal ilerleme yönünde döndüren devrimler olmalarıdır. Kazanılmalarıyla toplumsal ilerlemeye önemli katkılarda bulunmuş olan bu “insan hakları”, bireysel değil, kolektif haklardır. Onun için bunlara “insanlık hakları” adını vermek, tarihsel gelişmeye daha uygun düşer.

GÜNÜMÜZÜN EN ÖNEMLİ İNSANLIK HAKKI
Günümüzde toplumsal ilerlemenin temel gücü, Ezilen-Gelişen Dünya’nın milletleridir. Bu ülkelerin milli devletleri, emperyalizme karşı mücadelenin dayanaklarını oluşturur. O zaman bugün toplumsal ilerleme mücadelesinin gereksinimlerine karşılık gelen en önemli kolektif insanlık hakkı, “bağımsızlık ve milli egemenlik”tir. Milli egemenlik ne kadar tam olursa, emperyalizme karşı mücadelede milletin topyekûn gücünü seferber etmek o kadar imkân dahiline girer. Öte yandan milli egemenliğin ayaklar altına alındığı bir ortamda, bütün “haklar” emperyalizmin eline geçer.

Kurtuluş Savaşımızın milletin egemenliği kendi ellerine almasını sağlayan Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşuyla başlaması ve savaşın Meclis önderliğinde yürütülmesi, tam da bu nedenledir. Atatürk’ün bundan bir yüzyıl önce Samsun’a çıkarak milletin bağrına dönmesi, milleti kurtuluş yolunda örgütleyerek seferber etmek içindir.

ABD’NİN 'İNSAN HAKLARI KALIBI'
Başında ABD’nin bulunduğu emperyalist sistem, 1980’lerde bir neoliberal ideolojik taarruz başlatmıştır. Bu taarruzda, geçmişte emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelede itibar kazanmış kimi kavramlar, toplumsal temellerinden kopartılıp içleri boşaltılarak birer ambalaj malzemesine dönüştürülmüştür. Bu bağlamda oluşturulan “insan hakları kalıbı” da, Ezilen-Gelişen Dünya ülkelerinin yurttaşlarını kendi milli devletlerine karşı kışkırtmanın bir aracı olarak imal edilmiştir. Yurttaşlık hakları, ancak milli egemenlik hakkının korunmasıyla güvence altına alınabilir. Bireysel hakların onların temel güvencesini oluşturan kolektif hakların aşındırılması için kullanılmasına razı olmak, emperyalizmin tuzağına düşmekten başka bir anlam ifade etmez.

MİLLİ DEVLET MİLLETİN TEŞKİLATLANMIŞ HALİDİR
Bir milli devletin emperyalizme karşı mücadelede bir dayanak olarak sağlamlığı, kuşkusuz o devletin milli egemenliği ne ölçüde maddi bir güce dönüştürdüğüne bağlıdır. Hedef, devletin gerçekten milletin teşkilatlanmış haline dönüştürülmesidir. Ama bunu sağlayabilecek yegâne güç, milletin kendisidir. ABD emperyalizminin “diktatörlere karşı insan haklarını savunma” yalanıyla yıkıma uğrattığı ülkelerin yurttaşları, bugün en temel “can ve mal güvenliği hakları”ndan bile yoksun duruma düşmüşlerdir.

Atatürk Samsun’a “bir milli devlet kurma, kurtuluş ve yükselme için milleti seferber etme” stratejisiyle çıkmıştır. Bu strateji, O’nun şu sözlerinde de ifadesini bulmaktadır: “Hangi istiklâl vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.”