25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İşçi gözüyle modern sanat

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Ömer Uğur 1986’da “Son Urfalı” gibi ilginç bir filmle başladığı yönetmenlik yaşamında bugün pek üzerinde durulmayan birkaç sinema filmi ve televizyon dizisine imza attıktan sonra 2000’de iyi cinsinden sosyal içerikli güldürü “Hemşo”yla yeni bir döneme geçmiş, 2006’da da “Eve Dönüş”le dikkat çekici bir 12 Eylül öyküsü anlatmıştı. Yoluna daha çok televizyona yoğunlaşarak devam eden yönetmen, ilk kez geçen yıl Altın Portakal’da seyirci karşısına çıkan “Guruldayan Kalpler”le sağlam bir adım daha atıyor, ortaya kaliteli bir güldürü koyuyor. Büyük oranda argoya ve bel altına inen esprilere dayanan, seviyenin yerlerde süründüğü onca sözde yerli malı komedinin ardından “Guruldayan Kalpler”, bir tür ilaç gibi geliyor ve “sakinleştirici” vazifesi görüyor inanın ki...Pek bir ilgisi olmasa da yalnızca adı dolayısıyla, ilk duyduğumdan bu yana senaryosu Brecht tarafından yazılan, çarpıcı bir yoksulluk öyküsü anlatan Slatan Dudov filmi “Donmuş İşkembeler”i (Kuhle Wampe, 1932) çağrıştıran “Guruldayan Kalpler”, sınıfsal meselelere de el atan bir “entel taşlaması” niteliğinde... İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde oturan işçi Yaşar, arkadaşlarınca kandırılarak bir heykeltıraşın atölyesini soyarken yakalanır. Heykeltıraş Hülya, zor durumdaki kahramanımıza acıyarak polise teslim etmez ve yardımcısı olarak işe alır. “Modern sanat”la hiçbir ilgisi bulunmayan Yaşar, “Vajinal Duyumsama” gibi tuhaf adlar taşıyan heykellerin yapımına yardımcı olur ve Hülya’nın eli kolu haline gelirken, evdeki genç karısı, kayınvalidesi ve iki çocuğuyla birlikte bu tuhaf dünyanın içinde yer almaya başlar. “Kaos” adlı, binlerce dolarlık pahalı bir heykelin yapım süreci ve sonrasında başına gelenler ise filmin ana aksiyon damarını oluşturur. Alt sınıfın üst sınıfla, sanatın günlük yaşamın gerçekleriyle, atölyenin sokakla çelişkisi üzerinden beslenen bir dramatik yapı kuran “Guruldayan Kalpler”, sevimli, yaşama olumlu bakan, yeri geldiğinde sözünü esirgemeyen, eleştirelliğin dozunu kaçırmayan bir komedi niteliğinde... Senaryoda zaman zaman boşluklar hissedilse de Ömer Uğur’un yönetmenliğinin gayet iyi işlediği söylenebilir. Ama kuşkusuz filmin en önemli artısı oyunculuklardan kaynaklanıyor.
OYUNCULUKLAR ÇOK BAŞARILISon olarak “Halam Geldi”de baba rolünde izlediğimiz Necip Memili filmin pek de hafif olmayan yükünü başarıyla sırtlıyor. Heykeltıraş Hülya rolündeki Devin Özgün Çınar da hayli gerçekçi bir kompozisyon çiziyor. Asıl sürprizse Yaşar’ın karısı Vicdan rolündeki Algı Eke’den kaynaklanıyor ki daha önce beyazperdede herhangi bir çalışmasını seyretmemiş olduğum genç oyuncu bazı sahnelerde gerçekten üstün bir performans sergiliyor. Fırat Tanış, Tanju Tuncel, Sedat Kalkavan gibi isimler de bu hoş öykünün iyi birer tamamlayıcısı oluyorlar. Serginin açılış kokteyli ya da Yaşar’ın evine getirdiği heykelin gizemli şekilde kaybolması gibi zirve sahnelerle birlikte baştan sona sıkmayan ve düzeyini baştan sona koruyan “Guruldayan Kalpler”, bir işçinin gözünden modern sanata bakışın örneği olmakla birlikte İstanbul’un arka ve ara sokaklarının gerçeğini de yeterince yansıtıyor. Ana mekan olarak Mehmet Aksoy’un atölyesinin kullanıldığı filmde yönetmen Ömer Uğur’un da kısa ama “kritik” bir rolde karşımıza çıktığını belirteyim. Film, Altın Portakal’da yönetmenler derneği Film-Yön’ün ödülünü kazanmıştı.