18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kaosa değil devrime gidiyoruz

Mehmet Bedri Gültekin

Mehmet Bedri Gültekin

Eski Yazar

A+ A-

Öncelikle şunu saptayalım: Türkiye’nin önünde istikrar değil, bir hesaplaşma dönemi var.

Her şeyi bir yana bırakalım. Tayyip Erdoğan’ın yüzde 45 oy aldığı seçimin sonrasındaki ruh haline bakmak bile bu gerçeği anlamaya yeter.

Huzursuz, güvensiz, şüpheci ve saldırgan... Genel seçimlerde aldığı sonucun Türkiye gerçekliğini ifade etmediğini en iyi kendisi biliyor.

Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülmüş değil. Dahası, AKP iktidarında çözülebileceğine dair bir emare de yok. Olamaz da! Çünkü sorunların nedeni, AKP iktidarının bizzat kendisidir.

Direnme hakkı

Haziran Ayaklanması, 11 yıllık AKP iktidarında biriken sorunların ardından geldi.

Yasal yollardan hiçbir sorununun çözülmediğini gören millet, deyim yerindeyse en sonunda patladı. Gezi Parkı bardağı taşıran damla oldu. Bir ayı aşkın süreyle 10 milyon yurttaş, Türkiye’nin dört bir yanında alanlara çıktı. İktidarın baskı aygıtına karşı direndi. Alanlara hâkim oldu.

Haziran Ayaklanması’nın devletin yasaları içinde bir yeri yoktu ama sonuna kadar meşruydu, haklıydı.

Halkımız meşruiyetini kaybetmiş olan bir iktidara karşı direnme hakkını kullandı.

En önemlisi “direnme hakkı”nı kullanarak gücünün farkına vardı. Meşruiyetini kaybetmiş olan iktidar sahiplerine “dur” diyebileceğini gördü.

Daha da ağırlaşan sorunlar

Haziran Ayaklanması’na neden olan sorunların hepsi şimdi daha da ağırlaşmış olarak önümüzde duruyor.

Ekonomi yolun sonundadır. Bütün kredi değerlendirme kuruluşları, içerdeki ve dışardaki uzmanların önemli çoğunluğu, Türkiye ekonomisinin dünyanın en kırılgan ekonomisi olduğu konusunda hemfikirler.

İktidarın ekonomik çıkmaza ilişkin hiçbir politikası yok. Bugüne kadar borçlanarak, kapıları sıcak paraya ardına kadar açarak ve Cumhuriyetin yarattığı bütün kurumları satarak geldiler.

Ama bütün bu “tedbirler” artık işe yaramıyor...

AKP, ABD’nin direktifleri doğrultusunda 2005 yılından itibaren gizli, 2011 yılından bu yana ise açıktan yaptığı görüşmeler ve vardığı anlaşmalarla PKK’nın önünü açtı. Batı destekli bölücülüğü Güneydoğu’da ve Suriye’nin kuzeyinde fiili iktidar yaptı.

Bütün bu gelişmelerin kendi marifeti olduğu zehabına kapılan PKK, akıl almaz bir şımarıklık içinde. Bugün Türkiye’nin önüne konulan istek, “bölgesel yönetim hakkı”nın tanınması ve anadilinde eğitimdir.

Elbette milli devletin tasfiyesi anlamına gelen bu dayatmalar, kaçınılmaz olarak kanlı çatışmalara yol açacaktır.

Dünyanın 84 ülkesinden Türkiye üzerinden Suriye’ye geçirilen 80 bin teröristin, tam üç yıldır yol açtığı terör ve yıkımın sonuna geldik. Suriye halkı ve Hükümeti kahramanca direndi ve emperyalist tertipleri bozdu.

Tayyip Erdoğanlar Suriye’de ateşe sürdükleri teröristlere verdikleri sözü tutamadılar. ABD tarafından önlerine konulan plan uyarınca, terörün belli bir aşamasında başlayacak olan uluslararası müdahalede Türk Ordusu kullanılacaktı.

Başaramadılar. Bundan sonra Suriye’de ateşe sürülmüş olan 80 bin teröristin adeta bir bumerang gibi kendilerini ateşe sürenleri dönüp vurması beklenmelidir. Reyhanlı’da patlayan bomba ve Ulukışla’da gerçekleşen saldırılar aslında yeni tehdidin habercileridir.

Bütün komşularıyla ilişkilerini bozmuş bir iktidarın yaptıkları yanına kalmaz. Tayyip Erdoğanlar Suriye’nin, Irak’ın, Mısır’ın içişlerine burunlarını soktular. Davutoğlu valizine 300 milyon doları koyarak Bingazi’ye gitti ve parayı Libya’yı yakıp yıkan teröristlere bizzat elden verdi.

Bütün bu akıldışı dış politika uygulamalarının da ödenecek bir hesap olarak Türkiye’nin önüne konulacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Sorunların listesi uzatılabilir. Ama geldiğimiz aşamada herhalde en büyük sorun, AKP iktidarının bizzat kendisinin en büyük sorun haline gelmesidir.

Kaos değil hesaplaşma

Bir suç örgütü haline gelen AKP, koltuğu terk ettiği an Yüce Divan önünde hesap vereceğini çok iyi bilmektedir.

Onun için son seçimlerde tanık olduğumuz birçok kanunsuz uygulamanın da gösterdiği üzere iktidarı terk etmemek için her yola başvurmaktadır.

Kısacası Haziran 2013’te halkın “direnme hakkı”nı kullanmasına yol açan nedenler bugün fazlasıyla vardır.

Soma’da 301 madencimizin hayatına mal olan faciadan sonra ülke çapında yaşananlar bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.

AKP iktidarının şiddete, her geçen gün daha fazla başvurmaktan başka bir çaresi görünmüyor.

Türk milleti ise gayri meşruluğu giderek daha fazla açığa çıkan AKP iktidarına karşı kaçınılmaz olarak Haziran günlerinden daha büyük bir kararlılıkla ayağa kalkacaktır.

Büyük bir hesaplaşmaya gidiyoruz ama bu durumu bir “kaos” olarak nitelememek gerekir. Bugün, mücadele alanlarına çıkan halk kitlerinin sözünü dinlediği bir öncüsü vardır.

19 Mayıs 2014’te AKP’nin yasakladığı Kızılay Meydanı’na on binlerce genci, kadını ve her kesimden yurttaşı çıkaran “Öncü”, ülkemizi önümüzdeki dönemde yaşanacak hesaplaşmadan başarıyla çıkaracak birikime ve yeteneğe sahip olduğunu bir kez daha göstermiştir.