28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kaset ‘bomba’sının ardında hangi kuşkular var?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

Gazeteci, paranoyak değil biraz da kuşkucu olmalıdır... Düşmanına karşı da olsa adil olmalı, demokratik mücadele yollarını savunmalıdır...

İşte bu yüzden Pieere Abelard’ın, “Kuşku gerçeği araştırmak için bir yoldur” ve J. W. Goethe’nin “Bilgi artınca kuşku da artar” şeklindeki sözlerini önemsiyoruz...

“Ergenekon” kumpası 2006’da kurgulandığında olaya hep kuşkuyla baktık... Başta “Ergenekon savcısı olsam seni içeri atardım” diyecek kadar zavallılaşan AKP yandaşı Fikri Akyüz gibiler canlı yayınlarda üzerimize taarruz ettiler...

Oysa Ergenekon’un “sahte CD”ler, “düzmece” belgeler, “uyduruk” deliller ve “sehven” bilgilerle nasıl bir kumpasın ürünü olduğunu bizzat AKP’nin lideri ile milletvekilleri bile itiraf ettiler...

“Balyoz” soruşturmasına da hep kuşkuyla yaklaştık... “Asker camiyi bombalayacaktı” şeklindeki ahlaksız propagandalara karşı bu soruşturmanın TSK’yi bertaraf etmeye yönelik bir “tertip” olduğuna ısrarla dikkat çektik...

Deniz Baykal’a yönelik ahlaksız kaset tuzağına nasıl karşı çıktıysak, MHP’li vekillere yönelik kaset rezaletlerine de tepki gösterdik... Hem de siyasetin mertçe yapılması, özel yaşamın kutsiyeti ve haberleşme ve kişi özgürlüklerinin yaşamsallığına dikkat çekmek için...

Aydınlık, Ulusal Kanal ve İşçi Partisi gibi bizim de haklı çıktığımızı gösteren görüşlerimiz gazetemizin arşivlerinde duruyor...

YOLSUZLUKLA MÜCADELEYE DEVAM...

Yukarıdaki rezaletler, AKP ile eski müttefiki cemaatin egemenlik kavgası verdiği süreçte yaşandı...

Son dönemde; AKP ile cemaat arasında, devlete kimin tam egemen olacağı şeklindeki görüş ayrılığı büyük bir kavgaya yol açınca, kirli propaganda stratejisi de internet üzerinden savaşa dönüştürüldü...

Özel yaşamı vuran ses kayıtları, yasadışı dinlemeler, tuzaklar, kumpaslar, tertipler, takipler yalnızca siyaseti değil toplumu da paranoyak yaptı...

Erdoğan ile oğlu Bilal arasında geçtiği öne sürülen konuşma kaydını dinleyince biz de şaşırdık... “Kumpas” ülkenin namuslu insanlarını bile zindana attığı için, AKP karşıtı olsak da kuşku burada da devreye girdi;

Bilal Erdoğan; 17 Aralık günü, gündem yolsuzlukla sarsılırken bakan çocuklarının yaşadıklarından nasıl habersizmiş gibi davranabilirdi?.. Yanındaki koruma polisleri de mi onu uyarmamıştı?.. Onlar da mı yolsuzluk operasyonundan habersizdi?..

Peki, “1 milyar dolar”, yani tonlarca ağırlıktaki paralar evlerde nasıl saklanabilirdi?.. Üstelik bu kadar para nasıl olurdu da hızlı biçimde başka yere taşınabildi?..

Bilal Erdoğan olduğu iddia edilen sesteki çocuksu tavırlar şaşkınlık, bilgisizlik de dikkat çekiciydi... Asıl şaşırtıcı olan ise Erdoğan’ın hem “evi sıfırlayın” demesi hem de “oğlum dinleniyorsunuz” diye uyarmasıydı!.. Dinlendiğini bilen bir kişi bu kadar pervasız olabilir miydi?..

Bunlar ve benzeri dikkat çekici noktalar bizde ses kaydına yönelik kuşkular yarattı... Ve bir gazeteci olarak, sosyal medyada “yalnızca kuşkuları aktararak” kaset olayını sorgulamaya çalıştık...

“Bu ülkede artık her şey olabilir” şeklindeki inancımızı yitirmeyiz ama; yolsuzluklar, dinlemeler, karanlık ilişkiler de gösteriyor ki, Türkiye AKP-cemaat çatışmasında, kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir ülkeye dönüştürüldü!.. O yüzden her kaset kuşkularıyla birlikte geliyor...

Evet, anlıyoruz; toplum AKP’nin bir an önce iktidardan gitmesini istiyor... Okuyan ve izleyenler de bilir ki, Cumhuriyet’e, laikliğe, Atatürk’e ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne sahip çıkacak bir “milli hükümet” gelmesi için mücadeleye devam edeceğiz...

Gündemi sarsan son kaset gerçek mi montaj mı, kuşkunuz olmasın, soruşturmalar açığa çıkartacak... İşte o zaman da gericiliğe, bölücülüğe, yolsuzluğa, hırsızlığa, ahlaksızlığa ve AKP’nin “korku imparatorluğu”na karşı mücadelemiz daha da önem kazanacak...

KRİPTOYA SIZMAK!..

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu’nun (TÜBİTAK) internet sitesinde “kriptolu” yani dinlenemeyen telefon (MİLCEP) üretimiyle ilgili şu bilgiler yer alıyor:

“Türkiye kriptolu cep telefonu üretebilen 6 NATO ülkesinden biri oldu. Cihazın çalışma sistemi ise şöyle: Görüşme başlangıcında iki cihaz karşılıklı olarak birbirlerinin sertifikalarını kontrol edip tek kullanımlık kripto anahtarını oluşturuyor. Aktarılan cihazdaki kripto anahtarı, bu matematiksel verileri tekrar sese dönüştürüyor. Görüşme sonlandıktan sonra iki tarafta da kullanılan kripto anahtarı siliniyor. Dinlenilmeye çalışılan cihazın kripto anahtarı elde edilemediğinden, kriptolu veriler çözülemiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hizmetine sunulan cihaz, Cumhurbaşkanı, Başbakan olmak üzere devletin zirvesi tarafından kullanılıyor.”

Cumhurbaşkanı’nın dinlendiğinin ortaya çıkması ve Erdoğan’ın çok sayıda ses kaydının deşifre olmasından sonra Başbakan dünkü grup toplantısında, “Kriptolu telefonları bile dinlemişler” diye isyan etti... Yani Erdoğan, TÜBİTAK’taki örgütlenmeye dikkat çekerek cemaatin kriptonun içine bile sızdığını ima etti!..

Herhalde Erdoğan, TÜBİTAK’ın görevden alınan bir yöneticisine birkaç gün önce Zaman gazetesinin manşetinden sahip çıkılmasından da esinlenmişti!..

Erdoğan’ın “gereği yapılacak” açıklamasından da anlaşılıyor ki, TÜBİTAK da hallaç pamuğu gibi dağıtılacak...

GEZİCİ’DEN AÇIKLAMA...

Dün bu köşede anketlerle ilgili kuşkularımızı yansıtırken Gezici Araştırma şirketinin 30 kentte “64 bin insanla nasıl olur da yüz yüze konuşabildiğini”, bunun için “kaç personel”e gereksinim olduğunu sormuştuk...

Şirketin Genel Müdürü Murat Gezici aradı ve sorumuzu şöyle yanıtladı:

“Uzun süredir araştırma sektöründeyiz... Eşzamanlı olarak sahaya çıkarak bir günde bile 60 bin kişiyle konuşabiliriz... Çünkü 64 ilde anında ulaşabileceğimiz ekip liderlerimiz var. Bizimle en fazla üç kez çalışmış olan elemanlarımızı onlar seçiyorlar... Sosyo-demografik yapıya göre anketör seçiyoruz. 30 kentteki yerel seçim araştırmamızda da 2100 kişi çalıştı. Eşzamanlı olarak bir günde bile bitirebilirdik ama 8-9 gün saha çalışması sürdü. Deneklere çok fazla soru sormuyoruz, 6 soru... Bu anketimiz de gerçektir. Önümüzdeki süreci hatasız bulursak şirketimiz prim yapacak. Bu yüzden hassas çalışma yürütüyoruz...”

Gezici’ye teşekkür ediyoruz... En azından anketçilik üzerinden vur-kaç zihniyetiyle yıkama-yağlama yapan sahtekârların aksine sorularımıza arkasını dönmedi!..

PARALAR BÖYLE SIFIRLANDI İDDİASI! İŞTE O SES KAYDI