19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kelebeğin mahmurluğu

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Yaklaşık 2500 yıl önce yaşadığı tahmin edilen Çinli Taoist filozof Zhuang Tzu’nun varoluşsal bir sarmal niteliğindeki paradoksal hikâyesi bir yerlerden kulağınıza çalınmış olabilir:  

Zhuang Tzu, rüyasında bir kelebek olduğunu görür. Uyandığında ise kelebek olduğunu düşlemiş bir insan mı, yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi olduğunu bilmemektedir.  

Kendisini hayli dalgın ve düşünceli gören bir arkadaşının meraklanması üzerine durumu anlatır. Arkadaşının “Merak etme, sen düş gören bir kelebek değil, düş görmüş ve uyanmış bir insansın” demesine rağmen Zhuang Tzu, “Sen de düşün bir parçası olabilirsin pekâlâ!” diyerek itirazlarını sürdürür. Ve bu böyle sürer gider...  

Bazı aydınlarımızı ve kimi “aydın davranışları”nı gördüğümde aklıma hemen Zhuang Tzu geliyor. Uyuyan, uyanan ama uyandığının farkında olmayan ve kendisini hâlâ uykuda zanneden... Düş ile gerçeği karıştıran... Uyanmamakta ısrar eden ya da uyanmamış numarası yapan... Düşün mü yoksa gerçeğin mi parçası olması gerektiğine karar verememiş aydınlarımız, tüm “bilgelikleri” içinde bana doğrudan doğruya Zhuang Tzu’yu çağrıştırıyorlar.  

Taoizmin, “Bilge kişi iyi olan ve kötülüğü yenebilen değil, iyilik ile kötülük dalgaları üzerinde bir sandal gibi yüzebilendir” felsefesi açısından “anlaşılabilir” olan bu durum, günümüzde iyi ile kötüyü ayırt edememe hali olarak beliriyor genellikle ve aydınlardan çok kelebeklere yakışıyor. Taoizme inanmadığımıza göre, düş mü görüyoruz, gerçeği mi yaşıyoruz, ayırt etmek çok zor olmasa gerek.  

“Gönlümde yürekli demokrat yurtseverlerin birleştiği Vatan Partisi var ama... Ama HDP’ye oy atarsanız da üzülmeyin... Ama benim oyum CHP’ye...” demek, Bekir Coşkun ağabeyimiz kırılmasın, Bandırma Vapuru’yla kötülük dalgasını aşmaya değil, “iyilik ile kötülük dalgaları üstünde ustaca sandal kullanmaya” çağrı yapmaya benziyor.  

Rüyamızda Vatan Partisi’ne oy verelim ama gerçekte CHP’ye oy atmış olalım... Uyandığımızda HDP’ye oy verdiğimizi düşünelim ama gerçekte oyun AKP’ye gittiğini anladığımızda da fazla üzülmeyelim... Düşün mü yoksa gerçeğin mi parçası olduğumuz tartışmalı hale gelsin... Aslında uyuyor da değiliz ama sanki uyanık olduğumuz da söylenemez... Gözlerimiz açık ama bir yanda da birileri her nedense uyandırmaya çalışıyor... Biraz uyku mahmurluğu sadece... 

7 Haziran’a kadar Zhuang Tzu’nunkine ya da Bekir Coşkun’unkine benzer pek çok paradoksla karşılaşacağız gibi görünüyor.  

En iyisi bir paradoks da ben yazayım ve tüm “bilgelerimize”, politik önermelerde bulunurken, yazılarının girişinde mutlaka kullanmalarını tavsiye edeyim:  

“Aşağıdaki cümle yanlıştır.” 

“Yukarıdaki cümle doğrudur.”  

OFLU HOCA’YI ARAMAK 

Tam da “neyin, hangisinin gerçek olduğu” üzerinde kalem oynatmışken, yapısal olarak aynı kulvarda yer alan “O.H.A: Oflu Hoca’yı Aramak” filmine de kısaca değineyim ve mutlaka seyredin demeyi ihmal etmeyeyim. Özellikle çevre talanı konusunda AKP zihniyetini eşekten düşmüş karpuza çeviren, son derece keyifli bir sinema diline ve eleştirel gerçekçi anlatıma sahip bu “sahte belgesel” (mockumentary), Levent Soyarslan’ın imzasını taşıyor. Geçen yıl Altın Portakal’da seyrettiğimde çok beğenmiş, mizahi gücüne ve politik tavrına şapka çıkartmıştım.  

Karadeniz doğasında meşhur Oflu Hoca efsanesinin peşine düşen belgeselci ekibin ve kendilerine sponsor olan, aynı zamanda da Karadeniz’de yeni bir doğa katliamı anlamına gelecek mega-kent projesi üzerinde çalışan “sanatın ve sanatçının dostu” işadamı Ali Baltaoğlu’nun (kim olduğunu tahmin etmek zor değil) serüvenleri, her açıdan dört dörtlük bir seyir zevki vaat ediyor. Levent Soyarslan bir “düş” görmüş ve “gerçeği” anlatmış.