26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kırılmış yürek, yaralı ceylan gibidir yar...

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Baktım da anıların eski defterlerine; bir tutam hasret, bir avuç gözyaşı, bir yığın coşku ve bizi bazen biz etmiş bir dizi manzara geldi aklıma...

Hepsi birbirinden yürekli, hepsi birbirinden kederli ve çoğu birbirine artık uzak düşler gibi...

Neye baksam artık yar?.. Neye dokunsam vakitsiz?.. Neyi görsem ansızın, onlar gelir işte aklıma...

Bazen içimde; toprağa düşmüş yıldırım gibi hissettiğim acı, bazen öfkemi soğutan yağmur ve kimi zaman da ateşin üzerinde kümelenen kar yığınları misali;

İstemem hiç biri, film makinesi gibi, vurmasın artık perdeye...

Çarpmasın artık beyaz duvara ve görünmesin artık kimseye...

Bana kalsın artık anılar, beni hapseden sensiz düşlerde...

Hepsini tek tek sayayım bazen, belki de sen aklıma her düştüğünde;

Bakışında ceylani bir sevda, gülüşünde nazların belki de en güzeli...

Duruşunda yürek titreten, hep bembeyaz sandığım berraki masumiyeti...

Ellerinde beyaz gül, ayaklarında heyecan, teninde damga gibi buse izleri...

Sesinde aşk kokan tınılar ve hançerende gizlediğin inci taneli mahcubiyeti...

Ve en çok da hüznünde kurumuş papatya dalları, parmaklarda özlemin hiç bitmeyen hasreti...

ÇIĞLIK ATAN RESİMLER!..

Hepsi bu mu sanırsın yar?.. Hepsi bunlar mı bende bıraktığın izler?.. Hepsi bunlardan mı ibaret dersin?..

Bitmez ki attığın ok gibi naralar!.. Kapanmaz belki de her açtığında ağlayan o zalim yaralar...

Bak işte hepsi senden sanki vasiyet; sanki hasreti çekilmiş bir gelinliğin içinde, aşkı elinde karanfil gibi tutamayan umutsuzluklar!..

Ve de gözlerinde artık kaybolmaya başlayan o kahredici ama bir o kadar da çığlık atan resimler...

Hani şu; kimi maziye koşan, kimi geleceği gösteren, kimi hüzün savuran resimler...

Ya da kimi özlemle poz veren ve bazıları da -bırakma beni geçmişte, yanıma gel saklan- diyen fotoğraflar...

Bunlar gelince aklıma yar; bizi "biz" olmaktan çıkartan çaresizliklere de kahrettim...

Uslanmayan, yaşamın cenderesinden ders çıkartmayan, kim bilir belki ağıt yakan isyanları da düşündüm...

Yani bizi yan yana tutmaya çalışırken, taptaze bir yaşama hançer vurmuş o zavallılıklara üzüldüm...

İNSAN OLMAYAN HASRETLER!..

Söyle; hangisini saysam ki yar?.. Hangi anılara dokunsam?..

Üzerinde sabır yazan hangi kehribar tanesini geçirsem parmaklarımın arasından?..

Söyle hangisi kulağına küpedir, hangisi seni bize bağlarken, sürekli kopan boynundaki o garip zincirdir?..

Söyle; tüm isyanınla söyle!.. Hasretin menzilini uzatan, yüreğime fırlattığın hangi taşları sayayım;

Saçından geriye kalmış tellerin isyan urganları gibi duruşunu mu?..

Bir tespihin sabırdan aşınmış taneleri gibi çevreye savruluşunu mu?..

Sararmış bir fotoğrafın sahafa kadar düşürülmüş çürümüş çerçevesini mi?..

Nasihatten bile zavallı isyanlar çıkartan cehaletleri mi?..

Yürekte saklanan bir resim albümünün, anılara acımayan öfkelere düşmesini mi?..

Mazide kalmış bir sevda şiiri gibi isyan eden hazin ve bir o kadar da mağrur mısraları mı?..

Ben elinden tuttukça, ısrarla gaflete koşan çocuklukları mı?..

Her kırılmaya rağmen merhamete sığınan, masum kucaklamaları mı?..

Yoksa; "Bilmez insan kadrini, alemde insan olmayan" diyen eskimiş gazelleri mi?..

PİKAPTA DÖNEN ZEHİR!..

Saysam nefesin nefese karıştığı anları var ya?.. Düşünecek kaç şey kaldı tenine hasret avuçlarımda yar?..

Bizi biz etmeye çalışırken kaç buse kaldı geride?.. Kaç hasret kaldı kucakta ve kaç kahkaha halen çınlıyordur duvarda?..

Düşünsem biz olduğumuz anlarda; bize yoldaş olan anıları, geriye senden ne kalır sence?..

Kaç özlem türküsü, kaç aşk dolu tebessüm, kaç naz dolu buhranlı bakış, kaç mutluluk fotoğrafı ve kaç küsülmüş an?..

Ben isyan ettikçe, öfkelendikçe ya da "yar" diye çaresizce seni düşündükçe, nedir bu gafletin söyle?..

Ne çalardın bir taş plak olsan eski pikapta söyle?.. Hangi plak döner anıların isyan eden kısırdöngüsünde?..

Tenine sevdamı yazacağım demiştim ya, mürekkebe bulaşmış gaflet izin vermedi yar!..

Zihnimdeki fotoğrafları buruşturup attım, artık yanımda yoksun...

Ve taktım pikaba; kırılmaya yüz tutmuş eski bir plaksın...

Bırak temizler bende, kirli anılar çaresizce sende kalsın...

Unutma; kulağımda artık bir divan gazeli kadar uzaksın:

"Duyan yok söyleme başında bin türlü bela olsa... Emin olma ki, her şahsa, hatta evliya olsa...

Sokar akrep gibi fırsat bulunca akraban olsa... Bütün ebnâ-i âlem zehirli bir mâre dönmüştür..."