26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Klinik vaka bir ‘eleştirmen’

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Paulo Cœlho’nun, Cannes Film Festivali’nin ayrıcalıklı, kirli ve tehlikeli dünyasını anlatan harika romanının adı çok güzeldir ve büyük bir gerçeğe karşılık gelir: “Kazanan Yalnızdır”.Cœlho, bizde çok üstünde durulmayan “moda” boyutu üzerinden de yaklaşır Cannes’a ve tıpkı gazlı soda gibi, kilo aldırmayan ama karnı şişkin gösteren bir sistemden söz eder. Bir de İsa Peygamber’in habercisi kabul edilen Vaftizci Yahya’ya benzeyenler, ortalıkta “Ben boşlukta ağlayanın sesiyim!” diye dolaşanlar vardır. Fakat, ne olursa olsun, evet, kazanan yalnızdır ve Cœlho’nun dediği üzere “Böyle tek başına oturmak cesaret ister. Çünkü Cannes’da yalnız olmak, aforoz demektir.” Nuri Bilge Ceylan’ın, üstelik de “Cannes’da tek başına oturarak” kazandığı başarının olumlu-olumsuz pek çok sonuç, tepki ve değişikliğe yol açacağı bekleniyordu da, o günden sonra bu denli süfli saldırılarla karşılaşacağı pek tahmin edilemezdi. Üstelik de bunun “devrimcilik” vb. adına, Vaftizci Yahya’lık taslayarak yapılmasını ve boşlukta duyduğumuz ağlama seslerini, ancak ileri derecedeki “karın şişkinliği”yle açıklayabiliyorum.Henüz iki ay bile geçmedi... 31 Ağustos 2015’te Sinema Yazarları Derneği-SİYAD üyelerinin kendi aralarında haberleşip tartıştığı e-posta grubuna aşağıdaki mesajı attım; tamamını aktarıyorum: “Zahit Atam, daha birkaç gün öncesine kadar göklere çıkardığı Zeki Demirkubuz’un ne ‘yanlışını’ gördü de birdenbire ‘listesine’ alıp Nuri Bilge Ceylan gibi hedef haline getirdi, çok merak ettim. Yapacağı her açıklama kabulümdür... ‘Vahiy geldi’ derse, ona da inanacağım.Entelektüel namus, gazetecilik sorumluluğu, köşe yazarı tutarlılığı, vs. bunları geçtim; eleştirmen ahlakı diye bir şey var ve Zahit Atam’da zerresinin kalmadığını düşünüyorum.Bu arkadaşımız bir de Türkiye Sineması Tarihi’ni yazıyor!? Linkini verdiğim yazıdaki vurgu ve iddialar bence ‘deli saçması’ diye gülünüp geçilecek eşiği aşmış durumda. Öncelikle Birgün gazetesini ilgilendirdiği düşünülebilir ama bu tür saçmalıklar bir şekilde SİYAD’ın da ayağına dolanacaktır.”
SAPLANTI NASIL TESLİM ALIR?Bu mesajı, Birgün gazetesi yazarı ve SİYAD üyesi Zahit Atam’ın yıllarca göklere çıkardığı, peşinden ayrılmadığı Nuri Bilge Ceylan’dan sonra, aniden ve ortada hiçbir “bilinen” neden yokken Zeki Demirkubuz’u da “suç ortağı” ilan etmesi üzerine, küçük bir not düşmek amacıyla yazmıştım. Eleştirmen ve sinemasever olarak elbette ki filmleri ve yönetmenleri kıyasıya eleştirebilir, yerden yere vurabilir, hatta onlara dair “bakış açınızı” da değiştirebilirsiniz. Ama tüm bunları kendinize vehmettiğiniz kimi özellikler nedeniyle tamamen kişisel nedenlerle yapıyorsanız ve birkaç yıl ya da üç beş ay önce yazdıklarınızı unutuyorsanız, ortada en hafif deyimle ciddiye alınması gereken hastalıklı bir durum vardır. Zahit Atam’ın yazılarını okuyanlar, Nuri Bilge Ceylan nefretini takıntı, hatta derin saplantı haline getirdiğini bilirler. Şimdi aynı şeyi, dün Ceylan’a karşı “omuz omuza” dövüştüğünü ilan ettiği Zeki Demirkubuz için de yapmaya başlaması, vahim. Dahası Atam’ın kimi yönetmenleri tek tek dolaşıp ettiği saçma sapan laflar, “Bana 15 bin dolar borcun var”dan “Şu yönetmenin şu filminin şu sahnesini ben yazdım, parasını vermedi”ye, birbirini tutmayan tarihlere ilişkin birbiriyle çelişen, baştan sona hayal ürünü ve her nedense hep akçeli iddialarda bulunduğu da uzun süredir biliniyor. Ne alakası varsa, yazar Hasan Ali Toptaş’tan Semir Aslanyürek’e, Reis Çelik’ten bana kadar öyle abuk sabuk iddiaları söz konusu ki insan sonuçta Zahit Atam için de üzülmeden edemiyor. Benden söylemesi... Boşluktan sesler duyuyor, bunlara inanıyor, ağlıyor ve kağıda döküyorsanız, emin olun ki eleştirmen ya da Vaftizci Yahya falan değil, klinik vakasınızdır.