25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Konya Arena’da yaratılan bayram havası...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Konya Arena’da oynanan Türkiye-Hollanda ulusal futbol karşılaşmasını izlemedim. Dağlıca’da yapılan toplukıyım (katliam) ve spor yazarı arkadaşımız Onur Belge’nin aramızdan erken ayrılmasının yarattığı üzüntü bir futbol maçını izlemem için gerekli koşulları ortadan kaldırdı. Çünkü Konya’da, federasyonun türlü yöntemlerle, izleyicilere forma ve bayrak dağıtarak oluşturduğu topluluğun atılan gollerde yaratacağı bayram havasını kaldıramazdım. Üç gol atılmış. Bu gollerde oyuncular sarmaş dolaş olup sevinçten kuleler yaratmış olmalılar. Başbakan kucağında şehit çocuğuyla gösteri yapıp onu bile oya çevirmeye çalışıyor. Saat 15.30’da Dağlıca’da toplu kıyım yapılıyor. PKK kanalları olayı saat 17.30 da duyuruyor. Başbakan saat 19.00 da Konya’da futbol karşılaşması izliyor... Saygın okuyucularım, inanın Başbakan’ın dünyadan ve olaylardan habersiz olarak maç izlemesi Dağlıca’daki toplu kıyımdan daha acıdır. Ne yazık ki, Türkiye’yi işte bu anlayış yönetiyor. Bana söylendiğine göre 15.30’da yaşanılan yürekleri sızlatan olaydan Başbakan’ın ancak saat 20.00 sıralarında haberi oluyor, bunun üzerine Ankara’ya güvenlik toplantısına gidiyor.Suudi Karalı öldüğü zaman ülkede bir günlük yas ilan edenler onlarca askerimizin şehit edilmesi karşısında ağlamaktan öteye gidemiyorlar, bir futbol karşılaşmasının oynanıp oynanmaması konusunu dahi gündeme getiremiyorlar. O gün yapılan toplu kıyım sonrasında Hollanda maçı oynanmalı mıydı? 29 Mayıs 1985 günü Belçika’nın başkenti Brüksel’de oynanacak olan Juventus ile Liverpool arasındaki Avrupa şampiyon Kulüpler Kupası final maçının başlamasından önce İngiliz takımının yandaşlarının İtalyanlara saldırması sonucu tel örgülere sıkışan 39 kişi yaşamını yitirdi. Maçtan sonra İngiltere başbakanı Margret Trecher İngiliz takımlarının 5 yıl boyunca Avrupa Kupalarına katılmayacağını açıkladı. Cezayı uluslararası hukuka bırakmadan önce kendileri kestiler. İngilizler ne yitirdi?1999 yılının 20 Ağustos günü Norveç’in başkenti Oslo’da Norveç ile özel bir ulusal karşılaşma yapılacaktı. Ben de Radikal gazetesinden görevli olarak gitmiştim. 20 Ağustos sabahı uyandığımızda Marmara depremini öğrendik. Federasyon görevlileriyle bir araya geldik. O günlerde Ulusal takımlar sorumlusu olan Ata Aksu maçın oynanabileceğine ilişkin söylemde bulununca büyük bir tepki ile “Siz ne diyorsunuz Ata Bey. Ne maçı? Maç filan oynanmaz. Bir an önce Türkiye’ye dönmeliyiz” dedim ve ekledim: “Merak etmeyin onlar bizi ve acımızı bizden daha iyi anlarlar”. Nitekim maçı oynamadan en kısa zamanda özel uçak ile bizleri Türkiye’ye uğurladılar. İşte bu noktada duyarlılık ile duyarsızlık, akılcılık ile akılsızlık, değerbilirlik ile değersizlik, çağdaşlıkla geri kalmışlık, ilericilik ile gericilik, düşünce ile düşüncesizlik devreye giriyor. Başka hiçbir söze gerek yok!
Fatih Terim’in söylemleriFatih Terim genel olarak aşırı tepkisel bir özyapıya sahip olsa da, zaman zaman kulağa hoş gelen hatta gönül okşayan sözler de söyleyebiliyor. Dolayısıyla hiçbir insan tüm yaşamı boyunca doğru ya da yanlış işler yapmaz. Doğru ile yanlış iç içe devam eder. Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yaptığımız ilginç ulusal karşılaşma öncesinde basın toplantısı yapan Fatih Terim “Tarihin ağır yükünü bizim sırtımıza yükleyemezsiniz” demiş hepimizin gönlünü okşamıştı. Aynı şekilde Hollanda ile oynadığımız ilk maçtan sonra “Hollanda’yı yenseydik Türk futbolu kurtulmayacaktı” dedi. Bu da diplomatça söylenmiş bir sözdür. Ne var ki, Letonya ile berabere kalıp gruptaki üçüncülüğü bile tehlikeye sokunca “Ben ulusal takım turnuvalara katılsın diye bu göreve gelmedim” demesi hiç hoş olmadı. Bu şu demektir: “Bir lider bazı şeyleri yitirdiğinde birtakım gerekçelerin arkasına sığınmaz. Doğru olan, göreve gelirken, henüz işbaşı yapmışken bunları söylemek ve arkasında durmaktır. Fatih Terim Türkiye Futbol Direktörü olarak göreve geldiğinde şöyle demeliydi: “ Ben göreve ulusal takımın turnuvalara katılması için gelmedim. Grubumuzun favorisi Hollanda’yı yenmek bizi kurtarmaz. Sorunlarımız daha temeldedir. Temeli sağlamlaştırmadan turnuvalara arada bir katılmanın da bir anlamı yoktur. Geleceğe yatırım yapacağız. Uzun yıllar bir arada oynayabilecek yarışmacı bir takım yaratmaya çalışırken temeldeki sorunlarımızı da kökünden çözeceğiz. Ama bunun için zaman ve yatırım gerekir”. Söylenecek olanları başlangıçta, en azından maçlardan önce söylemek gerekir. Sonuca göre konuşmayı herkes yapıyor zaten. Televizyonlarda yıllardır sonuca göre konuşanlarla futbol direktörünün bir farkı olmalı, öyle değil mi?
Arkadaşım Onur Belge...Onur Belge ile ne zaman tanıştığımızı anımsamıyorum ama ilk karşılaştığımız anda ona “Onur” diyebilecek denli yakın duyumsadım kendime. Yıllarca benimle akran olabileceğini ve Beşiktaş’a sempatisi olduğunu düşündüm. Benden on yaş büyük ve Fenerbahçeli olduğunu öğrendiğimde artık Ağabeylik için çok geçti, benim için Onur’du. Tanıştığımız günlerde Beşiktaş muhabirliği yaptığı, en yakın arkadaşlarından Vedat Okyar, Kazım Kanat, İlker Ateş, Atilla Gökçe ve Faik Gürses Beşiktaşlı olduklarından onu da hep öyle sandım...Doğan Grubu’nda birlikte çalıştığımız 10 yıl boyunca o denli çok anımız var ki, neredeyse bir anı kitabı olur. Onur’un anısı önünde birini sizinle paylaşmak isterim. Trabzon’da oynanacak bir Trabzonspor-Fenerbahçe maçı öncesi otelimize yerleştik. Lobiye inip ne yapacağımızı planlarken birden dedi ki “Gelin Maçka’ya, Sümela Manastırı’na gidelim”. Olur mu, olur! Onur Belge, Engin Verel, Mehmet Demirkol ve ben düştük yola. Manastıra iki yoldan çıkış vardı. Ya asfalt yoldan araçla gidecektik ya da 80 derece diklikte ve bir küsür kilometrelik patika bir yoldan yürüyerek... Engin Verel “Ben yürüyemem, araçla gideceğim” dedi. Onur, Mehmet ve ben yürümeyi seçtik. Antrenman bilimine olan yakınlığımdan dolayı uyarmak istedim: “Arkadaşlar yürüyüşe hızlı başlamayın, tıkanır kalırsınız”. Onur “Merak etme. Ben dinozorum. Yavaş da olsa çıkarım, yukarıda görüşürüz” dedi. Mehmet çok daha genç olduğundan çabucak çıkabileceğini düşünüp parkura koyuldu. 300 metre sonra Mehmet’in bir taşın üzerinde oturup soluklandığını gördük. Tırmanışı ben bitirdikten bir süre sonra Onur’da geldi. Mehmet’ten haber yoktu. Neyse ki epey bir süre sonra Mehmet Demirkol da geldi.Onur yanıma geldiğinde kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi yüksek atıyordu. O gün içime bir kuşku düşmüştü ama Onur’un kalbiyle ilgili bir sorunu olabileceğini asla aklıma getiremezdim. O denli düzgün bir yaşantısı vardı ki, ona hep “hiç merek etme 100 yaşını görürsün” derdim de bildiği bir şey varmışçasına “orası belli olmaz” der gülümserdi. Bu nedenle onu yitirmemiz bende çok derin bir iz bıraktı. Ülkemizi öyle bir hale getirdiler ki, bizlerin sağlıklı yaşamasının koşulları neredeyse ortadan kalkmak üzere...