25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Çocuklar neden ölüyor?

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Kanada taşrasında karlı bir gün, kasabadaki çocukları okula götüren servis otobüsü kaza yapar ve buz tutmuş göle yuvarlanır. Çok sayıda çocuk ölmüştür.

Kazadan sonra kasabaya gelen, hiç kimsenin tanımadığı yaşlıca avukat, kazada ihmal söz konusu olduğunu, otobüsün bakımının gereği gibi yapılmadığını ileri sürer, acılı aileleri dava açmaları konusunda ikna etmeye çalışır. Görüştüğü her ailenin geçmişinde, çocuklarını da ilgilendiren sırlar, günahlar vardır. Otobüsün fren sisteminde gevşeyen bir vidanın çok ötesindeki şeyler ölüme götürmüştür sanki çocukları.

Atom Egoyan’ın 1997’de çektiği, ülkemizde “Başka Bir Dünya” adıyla gösterilen “The Sweet Hereafter” adlı filmin konusu özetle böyledir.

FARELİ KÖYÜN KAVALCISI

Egoyan, Russell Banks’in 1991 tarihli romanından uyarlamıştır filmi. Banks de 1989’da Texas’ta meydana gelen ve 21 çocuğun öldüğü bir kazadan hareket etmiştir romanı yazarken. Anlatılanlar tümüyle gerçek yaşamdan alınmıştır. Ama romanın da filmin de genel teması çok daha eskilere, yüzyıllar öncesine, ünlü “Fareli Köyün Kavalcısı” masalına dayanmaktadır. Grimm Kardeşler’in derlediği, verdikleri sözü tutmamanın bedelini çocuklarıyla ödeyen yetişkinleri anlatan masalın 20. yüzyıldaki bir yankısıdır roman ve film.

Batı kültürünün yaygın masallarını sansürlenmemiş halde özgün basımlarından okuduğunuzda çoğu zaman kanınız donabilir. Orman kulübesindeki fırında çocuk kızartan cadılar, zalim babalar, ensest ilişkiler, evlatlığının kalbini yemek isteyen üvey anneler, çocukları mideye indiren kurtlar, sonsuza dek kaybolan çocuklarla doludur bu masallar; genellikle de mutsuz noktalanırlar. Ortaçağ Avrupa insanının bilinçaltı, kâğıda döküldükten sonra korku - gerilim atmosferine sokar sizi. Ve bu atmosfer yüzyıllardır canlılığını korumaktadır.

Örneğin İskoç yazar Craig Russell, okuduğum en iyi polisiye - gerilim romanlarından biri olan “Kanlı Masallar”da, Grimm Masalları’nı taklit ederek cinayetler işleyen bir seri katili anlatır ki günümüz Almanyası’nın sosyo-kültürel kodları ile birkaç yüzyıl öncesininkiler arasında büyük bir “dehşet bağı” olduğunu hemen fark edersiniz.

Tüm bunlara, sosyal ve tarihsel bir gerçek olarak, Ortaçağ Avrupası’nda çocukların “insan” sayılmadığını, her türlü kötü muameleye layık görüldüklerini de ekleyeyim... Sonuçta, bir Kavalcı gelir, çocukları peşine takarak bilinmeyene, başka bir dünyaya götürür.

TUTULMAYAN SÖZLERİN BEDELİ

İhmaller, tutulmayan sözler, yalanlar, gevşeyen vidalar, çürük yapılar, çıkarılmayan dersler, kilitli yangın merdivenleri, kapalı kapılar neden oluyor belki çocukların ölümüne ama tüm bunların ardında “büyüklerin günahları”, verdikleri sözü tutmamaları yatıyor.

23 Nisan gibi dünya çocuklarına armağan edilen bir bayrama sahibiz ama çocuklara verdiğimiz sözü tutmuyoruz... Çocuk tacizi-tecavüzü sapkınlığına her geçen gün bir yenisi ekleniyor... Eğitim sistemi dikiş tutmaz halde... Çocuklarımızı ortaçağ karanlığından, tarikat kurslarından, cemaat yurtlarından kurtaramıyoruz... Keloğlan gibi masal kahramanlarımızın dürüstlüğünü, zekâsını, iyi kalpliliğini, padişahlara bile pabucunu ters giydirmesini değil, “efendiye itaat” etmeyi, başlarını öne eğmeleri gerektiğini öğretmeye çalışıyoruz.

Aslında artık “masal bile” anlatmıyoruz onlara. Adana - Aladağ’da olduğu gibi, onları ortaçağ yangınlarının dehşetine, kan donduran kanlı masallara mahkûm ediyoruz...

Çocuklarımızı ortaçağ karanlığı öldürüyor, ortaçağla dehşet bağını sürdüren seri katiller öldürüyor.

Yatılı eğitim veren onlarca Köy Enstitüsü’nde onca yıl tek bir yangın ya da benzer felaketin yaşanmamasının nedeni nedir sizce?