29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dolarizasyon böyle azaltılabilir!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

Türk lirasının haftalardır hızla değer yitirmesi karşısında panikleyen iktidar ve ekonomi yönetimi çareyi “nafile çabalarda” ve “etkisiz önlemlerde” arıyor.

Çünkü özellikle Türk lirası, ABD’de Trump etkisi ve FED’in faiz artırımı nedeniyle değer yitiren diğer gelişmekte olan ülke paralarından tam anlamıyla “negatif yönde” ayrışmaya başladı.

Trump’ın sınıra duvar örmekten, yatırımları engellemeye kadar varan söylemleri nedeniyle değer kaybeden Meksika pezosu ile beraber en çok değer yitiren para oldu Türk lirası. Son bir ayda Türk lirasının dolara karşı değer kaybı yüzde 11’i aşmış durumda.

Bu şartlarda “teğet geçer” demek, “yastık altındaki dolarları bozdurun” demek, “AVM kiralarını TL’ye çevirin” demek, “faizleri düşürün” demek, hepsi ama hepsi ekonominin gerçeklerine ve gerekliliklerine çok da uygun düşmeyen, popülist ve nafile söylemlerden öteye gitmez, gidemez.

Bu laflarla etkin ve kalıcı sonuçlar alınması mümkün olamaz. Sorun, ülkede fiilen 2 paranın kullanılıyor olması, yani yaygın bir dolarizasyon olmasından kaynaklanıyor.

Ekonomide sürdürülebilir bir büyüme, makul bir enflasyon ve düşük bir işsizlik oranı mevcut olsa, hukuk devletine ve yargının bağımsızlığına güven duyulsa, siyasal İslamcı-radikal dinci söylemlerle ideolojik bir kutuplaşma ve kamplaşma olmasa, Esad’ı devirme hevesiyle kalkışılan işler ters tepip 3 milyon Suriyeli sığınmacının yarattığı kaotik durumlar olmasa, kısaca yatırım iklimine tamamıyla ters bu ve benzer haller olmasa, ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamaya çalışmak belki daha kolay olurdu bugün.

Emir-komuta ile faizleri düşürmeye çalışmak da dövizleri bozdurun çağrısı yapmak da trajikomik gayretlerdir.

Yapılan köprüler, tüneller vb. alt yapı yatırımlarının çok büyük bir bölümünü yurtdışından temin edilen döviz kredileriyle finanse edip, bu borçlar için Hazine’den garanti verdirip, sonra da köprüden geçiş ücretlerini “dolara endeksli” yaparsanız, insanlara “dolarınızı bozdurun” diye yaptığınız çağrıların hiçbir anlamı olmaz.

Bu ülkede insanları “geleceklerini tüketmeye” teşvik eden, sıcak paraya dayalı, ithalat ve borçlanmayla sürdürülen bir lale devri yaşandı yıllardan beri. Satılan her 100 otomobilin 75’inin ithal olduğu, insanların dünyada 2.4 yılda bir değiştirdiği ithal cep telefonlarının Türkiye’de 1.6 yılda bir değiştirildiği, tekstil cenneti ülkede AVM’lerde ithal-lüks giysilerin satıldığı bir ekonomiden bahsediyoruz.

426 milyar doları aşan toplam dış borçtan, hane halkı borçlarının gelirlere oranının 2002 yılında yüzde 5’lerden bugün yüzde 55’lere yükseldiği bir ekonomiden bahsediyoruz.

İnsanların hacca giderken de, tatile giderken de “taksitle” borçlanmaya teşvik edildiği, gelirleri “kalıcı ve istikrarlı” bir biçimde artmadığı halde “yaşamlarını taksitle” sürdürmeye yönlendirildikleri bir tüketim toplumundan bahsediyoruz.

DOĞAL’ FAİZ ORANI!

Hâlbuki ekonomi tıkanmış, el parası ile yaşanan lale devrinin sonuna gelinmiş durumda bugün.

Temel bir mantalite ve paradigma değişikliği gerekiyor.

Üretim ekonomisi tanımının içinin doldurulması gerekiyor. Sermayenin tabana yayılarak, KOBİ’lere esnafa kaynak yaratarak, tarımsal üretimi ve tarımsal sanayiyi destekleyecek adımlar atılması gerekiyor. Tekelleşme ve kartelleşme ile mücadele edilmesi, gerçekçi kur uygulamasına geçilmesi, kriz koşulları geçtiğinde (bugün değil) kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerine Tobin Vergisi benzeri bir vergi getirilmesi, servet ve kazançların doğrudan vergilendirilmesi, dolaylı değil doğrudan vergiler için kayıt dışını kayda alacak adımlar atılması ve benzeri bir dizi ekonomik adım ve önlemin inandırıcı ve gerçekçi bir program dahilinde eş zamanlı uygulamaya sokulması gerekiyor.

Faizlerde “doğal faiz” oranının yani yatırım-tasarruf eşitliğini sağlayan faiz oranının hedef alınması da gerekiyor.

Artık Türkiye hem enflasyonu hem ekonomik durgunluğu bir arada yaşıyor, yaşayacak. Buna ekonomide “sürekli durgunluk” hali deniyor. Büyüme negatife doğru evrilirse “stagflasyon” deniyor.

Neoliberal, kumarhane kapitalizmi, tüketimi ve borçlanmayı teşvik ediyor, bunun sonu da çıkmaz sokağa gidiyor maalesef.

Son söz; dolarizasyona gırtlağına kadar batmış bir tüketim toplumu olmaktan hemen vazgeçmenin yolları aranmalı ve hayata geçirilmeli.

Hemen daha da gecikilmeden.