19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Hz. Muhammed filmine saldıran İslamcılar

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

İnternette yayın yapan haftalık sinema dergisi Arka Pencere’de, “İslami Sinemanın Çıkmazı” başlığı altında değişik tarihlerde 15 yazı yazdım. Temel tezim; son yıllardaki, “geldik, geliyoruz, sinema artık bizden sorulacak” şeklindeki yoğun iddialarına, para pul açısından önlerine geniş bir alan açılmasına rağmen Türkiye’deki İslami kesim sinemacılarının, ortaya estetik açıdan doyurucu, sinema sanatının gereklerinin karşılandığı ürünler koymalarının imkânsız olduğuydu. Çünkü sinema yapma arzuları, amaçları ve gerekçeleri ile dini, siyasi, felsefi pratikleri arasında, “hiçbir filmin kaldıramayacağı kadar” ciddi çelişkiler söz konusuydu. Bu nedenle içinde bulundukları çıkmazdan bir türlü kurtulamıyorlar. Bırakın kendilerinin yaptığı filmleri, başkalarının filmlerine yaklaşım biçimlerinin de aynı çıkmaza işaret ettiği kanısındayım.

ÇIKMAZ SOKAKTA YÜRÜYÜŞ

İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmiyle ilgili olarak İslami kesimdeki küçük çaplı tartışmalara baktığımda da değişen fazla bir şey olmadığını, tasın da hamamın da aynı kaldığını görebiliyorum. Mustafa Akkad’ın “Çağrısı”ndan 40 yıl sonra İslamiyet’in peygamberinin yaşamını konu alan tek filmin karşılaştığı ilk tepki, “Estetik açıdan felaket, akidevi açıdan tam bir skandal” iddiası oluyorsa eğer ve film bir çırpıda “çok tehlikeli bir oyunun parçası” ilan ediliyorsa, çıkmaz sokakta bir aşağı bir yukarı yürümeye devam ediliyor demektir.

Yeni Şafak gazetesinin, sinema tahsil etmiş olmanın yanı sıra üniversitede sinema dersleri de vermişliği bulunan yazarı Yusuf Kaplan, 30 Ekim - 4 Kasım arasında Mecidi’nin filmiyle ilgili üç yazı kaleme aldı. Şu alıntılar, söylediklerinin özeti niteliğinde kabul edilebilir:

“Bu film, Hz. Peygamber’le ilgili yapılacak filmlerin önünü sonuna kadar açacak... Bu çok tehlikeli bir gelişme! Yarın, Hz. Peygamber’in gençliğini, peygamberliğini de çekecek bu fütursuz adamlar. İslâm’ın tarihte karşılaştığı en büyük saldırı bu! O yüzden Mecidi’nin filmi gibi tehlikeli projelere karşı müteyakkız olmak zorundayız.”

SEYRETMEDEN ELEŞTİRİ

Türkiye’deki İslamcıların büyük kesiminin geleneksel İran düşmanlığının tekrarlanmasının ötesinde, üç yazıyı okuduğumda fark ettiğim ilk şey, Kaplan’ın filmi seyretmemiş olduğu. Üç saatlik filme dair hiçbir somut şey söylemiyor, tek bir sahneye bile değinmiyor, oyuncular vb. herhangi bir ayrıntıyla ilgili fikir beyan etmiyor, tümüyle ezberden konuşuyor. Dönüp dolaşıp söylediği: Mecidi’nin filminin ayartıcı bir tezgâhın son halkası olduğu, ehl-i sünnet omurgayı çökertmek için çok büyük bir tezgâh kurulduğu...

Kaplan’ın filmi seyretmediği, yazılarında sık sık Mecidi’nin Hollywood dilini kullandığından söz etmesinden de hemen anlaşılıyor.

Oysa hiç öyle bir dil kullanımı yok Mecidi’nin filminde. Tam tersine popüler anlatıdan oldukça uzak durulmuş, Hollywood’un alışıldık klişelerine kesinlikle başvurulmamış. Bu açıdan, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, “Çağrı”nın “gerisinde” kaldığı bile söylenebilir ki İslamcı yazar ve sinemacılarımızın Mustafa Akkad’a “Çağrı”yla ilgili “Hollywood dili kullandın!” şeklinde bir eleştiri yönelttikleri de işitilmemiştir. Kaldı ki 226 salonda gösterilen filmin üç hafta sonunda 416 bin gibi düşük sayılabilecek miktarda seyirci çekmesinde de Mecidi’nin Hollywood usullerini kullanmamasının, “herkese göre” bir film yapmamasının da payı var kuşkusuz.

Kısacası “Çağrı”ya kutsal film muamelesi yapıp Mecidi’nin filmini şeytani bir planın parçası ilan ederseniz, sinema sanatının geniş bulvarlarında değil, çıkmaz sokaklarda, “Tarkovski... Bergman...” diye sayıklayarak yürümeye mahkûmsunuz demektir.