29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Karda ve bulutlar altında futbol...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

Yazının başlığını Uruguaylı ünlü yazar ve gazeteci Eduardo Galeano’nun “Gölgede ve Güneşte Futbol” adlı eserinden kopya çektim! İlk çıktığı yıllarda okuduğum bu eseri karın İstanbul’u adeta esir aldığı son günlerde bir kez daha okudum. 52 yıllık Leventliyim. İstanbul’da karın bir ay boyunca kalkmadığı günleri gördüm, yaşadım. Ancak bu denli dinmek bilmeyen bir kar yağışına ilk kez tanık oluyorum. Böyle zamanlarda en güzel şey kitap okumaktır. Hatta yıllar önce okuduğum kitapları dönüp yeniden okurum. Bilirim ki hiç bir şey bıraktığım gibi değildir. Bu son tümce biraz da Charles Bukowski den esinlenmiştir. Bukowski’nin o ünlü özlü tümcesi şöyledir. “Bıraktığımız yerden başlamak diye bir şey yoktur; çünkü ya bıraktıklarımız orada değildir ya da bıraktığımız gibi değildir.” Diyalektik felsefenin temeline gönderme yapan bu tümceyi her zaman sevmişimdir.

Eduardo Galeano kitabında, bir zamanlar dünyanın en büyük futbol ülkesi olan Uruguay’ın yükselişi ve düşüşüne ilişkin hepimize ders olacak saptamalar yapıyor. 1924’te Fransa’da yapılan olimpiyatta futbol dalında dünya şampiyonu olan Uruguay 4 yıl sonra Amsterdam’da yapılan olimpiyatlarda da şampiyon olmuştu. 1924’te futbolcuların yol paralarını ödeyebilmek için evini ipotek ettiren yönetici Atilio Narancio(Atilio’nun, Atilla ile bir ilgisi var mı bilemiyorum ama sözcüklerin kökenine özen göstererek araştırmalar yapan Doğu Perinçek Bey’e buradan bir pas vermek isterim) “Artık biz dünya haritasındaki o küçük ülke değiliz” demiştir.

Uruguay’a 1924 ve 1928 tansıkını (mucize) yaratan işçiydi, bohem hayatı yaşıyorlardı ve futboldan, salt gönençten (mutluluk) başka bir şey almıyorlardı. Pedro Arispe kasaptı, Jose Nasazzi taş işçisiydi, Perucho Petrone manavdı, Petro Cea buz dağıtıcısıydı, Jose Leanordo Andreda karnaval müzisyeni ve ayakkabı boyacısıydı. Onlar, fotoğraflarda büyük adam gibi görünseler de henüz 20 yaşlarında bile değildiler. Tekmelerin acısını tuzlu suyla, sirkeli bezlerle dindirmeye ya da birkaç bardak şarapla unutmaya çalışıyorlardı. 1924’te Paris’e 3. mevkide geldiler ve orada ödünç parayla, tahta sıralarda uyuyarak, başlarını sokacak bir dam karşılığında ve karın tokluğuna maçlar yaparak, hep 2. mevkide yolculuk ettiler.

İlk kez bir Latin Amerika takımı Avrupa’da oynuyordu. Bu durum Amerika’nın 2. kez keşfi gibi bir şeydi. Bununla birlikte Avrupa hiç futbol oynayan siyahi görmemişti. 1924 olimpiyatlarında Uruguaylı Jose Leandro Andrade gösterişli oyunuyla göz kamaştırdı. Hatta siyahi oyuncu oynattığı için Arjantin bir maçtan sonra Uruguay’ı FIFA’ya şikayet etmişti. Latin Amerikalı bir yoksul siyahi, futbolun ilk uluslararası ilahıydı. Karşılaşmadan karşılaşmaya halk, bu sincap gibi hareketli, topla satranç gibi oynayan adamları görmek için birbirini eziyordu. Aristokrat bir yazar olan Henri de Montherlant, heyecanını şu şekilde dile getiriyordu: “Bu bir devrimdir! İşte gerçek futbol burada. Bizim bildiğimiz, bizim oynadığımız, bununla kıyaslandığında futbol değilmiş meğer, bizim gördüklerimiz bir okul eğlencesinden öteye gitmiyormuş.”

1924 ve 1928 olimpiyatlarının futbol dalında şampiyonu olan Uruguay bu başarılarından ötürü 1930’da düzenlenen ilk Dünya Futbol Şampşiyonası’na da ev sahipliği yapma hakkını edinmişti. Uruguay’ın bu başarılarının altında yatan temel gerçek, ülkenin her yanında futbol sahaları açan, beden eğitimi konusunda zorunluluğun getirilmesi ve ülkedeki spor politikalarının üretici bir güce dönüşmesiyle olanaklı hale gelmişti. Aradan çok yıllar geçti bu sosyal devletten de o futboldan da geriye salt anılar kaldı.

Biliyorsunuz, Dünya üzerinde beden eğitimi derslerini zorunlu hale getiren ilk devlet adamı Büyük Öke Atatürk’tür. Atatürkün zorunlu kıldığı dersleri ve spor politikalarını sosyal bir devlet politikasıyla uygulayan Uruguay’ın Dünya futbolundaki büyük başarısı bilinmektedir. Ancak aradan yıllar geçtikten sonra sosyal iki devlet olan Uruguay ve Türkiye’den geriye kalan salt anılar oldu. Cumhuriyeti kurduğu ilk yıl Heyet-i İlmiye’yi (Bilim Kurulu) toplayıp “Muhterem valiler ve belediye başkanları, her yaşta Türk insanının spor yapabilmesi için en ufak köyden en büyük kentlere kadar 5 yıllık planlarla spor alanları inşaa ediniz” demesiyle Uruguay’ın futbolu geliştirmesi arasında olağanüstü bir fikir birliği var. Ne var ki dünyayı dize getiren Uruguay futbolu da, dünyayı sırt üstü yatıran Türk güreşi de yok artık. Gün geçtikçe futbol oynayan da, güreşen de delikanlıların sayısı gibi, oyundaki şevk de giderek azalmıştır. Buna karşın hiçbir Uruguayl ve Türk yoktur ki kendini futbolda taktik ve strateji uzmanı sanmasın... Spor yapmayan, sporu geniş halk kesimlerine yayamayan ülkelerin ortak ve genel yazgısıdır bu: Boş konuşmak ve sporu salt şans oyunlarıyla sınırlamak...