29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Düşman

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar


Yunan tragedyalarını bilirsiniz. Türkçeleştirirsek, tragedya, ağlatı demektir. Aristo’ya göre seyirci tragedyaları ağlama ihtiyacını karşılamak ve bunun yarattığı iç baskıdan kurtulmak için izler.
Derdim tragedyalar üzerine ahkâm kesmek değil, biraz sabır.
Hep söylediğim bir şey var, savaş alanında silahlar değil, inançlar ve kararlar savaşır. Taraflardan birinin savaşmak için inancı ve kararlılığı kaybolursa o savaşı kaybeder.
Tragedyalarda oyun seyirciyi duygusal olarak yükseltir, belli bir aşamada oyunda sergilenen sahnelerle kendini özdeşleştirmesini ve duygularını boşaltmasını sağlar. Bu bazen ağlayarak, bazen de çaresizliğin tek seçeneği olan ruhsal bir teslimiyetle sonlanır. Aristoteles Poetika’da “katharsis” kavramıyla tanımlar bu ruh halini.
Psikolojide ise saldırganlık -ya da mücadele- duygusunun boşalmasına verilen isimdir.
Bu zehirli tragedyalar, her gün TV ekranlarında…
Yüzlerce insanın doldurduğu tiyatro salonlarından canlı yayınlanan, hiç bir çözüm önermeden ağlak konuşmalarla ya da “neredesin mavi gözlüm, bir daha gel Samsun’dan” gibi gerçeklikten kopuk ve çaresiz mesajlarla yüklü programlar Yunan tragedyaları gibi katharsis etkisi yaratıyor.
Bu tip programları yapan ünlü kişilerin, “vah Türkiyem vah” gibi ağlak kitapları bu duygu ortamının etkisiyle yüzbinlerce satılıyor, cepler doluyor, ama halkın bilinci boşaltılıyor.
Parti yok, program yok, somut öneri yok… Yunan Kıbrıs ve Ege’yi alırken, sınırımızda bir terör devleti kurulurken halkın mücadele azmi çalınıyor. Oturup topluca ağıt yakanlar yeterince mücadele ettikleri zannıyla yatıp uyuyorlar.
“Türk, övün, çalış, güven” demişti Atatürk… Bu sahte Atatürkçüler ise, Türk milletine, dövünmesini, uyuşmasını ve sızlanmasını öğütlüyor.

İNTİHAR
“İstatistiğin laneti insanlığın üzerine çökmeden önce keyif içinde, mutlu, masum bir hayat sürüyorduk ve oldukça iyi düşüncelerle doluyduk” diyen Hilarie Belloc hakkında detaylı bilgim yok, bu sözünü de Cahillikler Kitabı’nda okudum...
Geçtiğimiz yıl tarım sektörü son 20 yılın en sert düşüşünü yaşadı. Toplam hububat üretimi yüzde 9 oranında düştü. Buna karşılık yerli üretim yapılabilecek kalemlerden toplam 14.3 milyar dolar tohum, hububat ve gıda ürünü ithal edildi.
Hayvancılıkta da durum farklı değil, dünyada Amerika’dan sonra en çok sığır ithal eden ikinci ülke olmuşuz. O kadar süt ithal etmişiz ki, üretici hayvanlarını kesime gönderip kilidi asmış.
TÜİK verilerine göre toplam işsizlik oranı 2011’den itibaren yüzde 11.8 ile en yüksek seviyeye çıkmış. Gerçek rakamlar mı? İş aramaktan vazgeçenleri de eklediğinizde bu oran yüzde 17.8’e çıkıyor. Buna karşılık milyonlarca mültecinin yarattığı kayıt dışı ekonomi almış başını gidiyor.
Üstelik…
Mülteciler ve kolaylaşan sınır geçişleri terör ithalatını da patlatmış durumda. 2016 yılı içinde gerçekleşen otuzdan fazla terör eyleminde 500’den fazla kişi hayatını kaybederken 2 binden fazla kişi de yaralandı.
İçeride FETÖ yetmezmiş gibi Kıbrıs’ta, Ege’de, güney sınırlarımızda dev gibi tehditlerle karşı karşıyayız.
Bunlara karşı tek çare bütün partileri kapsayan bir milli mutabakat hükümeti ve milletin topyekûn birliği ile ortak cephe kurmak, ama heyhat… Bütün uyarılara rağmen milleti bölecek ne varsa onu yapıp, başkanlık dayatmasına devam ediyorlar.
Bu açık bir intihar girişimidir ve intihar eğilimi hastalıktır.

Düşman - Resim : 1
SAKINCALI KAFA
Geçen haftanın konusuydu, yazamadım. FETÖ suçlamasıyla meslekten ihraç edilen 10 bin polis askere alınacak.
Her duyana tuhaf geliyor, adamı güvenmediğin için polislikten atıyorsun, ama başka bir üniforma giydirip askere alacaksın. Milli Savunma Bakanı’nın açıklaması da şaka gibi: Sakıncalı piyade yöntemiyle, silahlı nöbet tutmayacak ve geri hizmette kullanılacaklarmış.
Kışlaların her yanına şöyle yazılır: “En etkili silah inanmış ve eğitilmiş insandır…” Eğer gerçekten hepsi de kesin kanıtlarla FETÖ üyeliğinden atıldılarsa, hem bir şeye inanıyorlar, hem de eğitimliler demektir. Onları devletin bir kapısından çıkarıp başka kapısından içeri sokmak nasıl izah edilebilir? Asıl sakıncalı olan bu tedbirsiz kafadır.
TUZAK
Vichy hükümeti emperyal Nazi Almanyası'nın kuklasıydı. Kukla olmak için Fransa’nın bütün değerlerini değiştirdi. Vatana ihanet suçlamasından mahkûm olduğunda, hükümet Başkanı Pierre Laval’in son sözleri “Ne yaptıysam Fransa için yaptım” oldu, ama kimseyi inandıramadı.
Başlayabiliriz…
Hiç gündemde yokken hırslarından yararlanarak Tayyip Erdoğan’ı ikna edip başkanlık macerasına sokmak, onu tekrar ata bindirmekten farksız, ama bu kez attan düşecek olan sadece o değil, bütün bir ülke… Çünkü bu kez Türkiye, PKK’yı kara gücü olarak kullanan ABD ve NATO’nun açık düşmanı. Fırat Kalkanı’nı kıramayıp yenilirlerse, yine vazgeçmeyebilir, diğer kantonları mülteciler için güvenli bölge ilan edip, bir oldubittiyle özerkleştirebilirler. Bu da uzun zamana yayılacak istikrarsızlaştırma operasyonları için bulunmaz bir üs bölgesi olacaktır. Sonu bölünmeye kadar varır…
Bu koşullar altında…
Bahçeli, her ne kadar karşıt söylemlerde bulunsa da FETÖ operasyonları konusunda mağduriyet edebiyatını en sık yapanlardan. Zaten bir kez bile Silivri’ye gelmemiş ve Engin Alan’ın da partiden uzaklaşmasına neden olmuştu. Başkanlık meselesini ortaya atan da o…
CHP her ne kadar başkanlık sistemine karşıt gibi görünse de Meclis Komisyonuna katılıp girişime meşruiyet kazandırdı, ama bir tek önerge vermeyerek işi kolaylaştırmasını da “Verirsek meşruiyet kazandırmış oluruz” diye açıkladı. Çocuk kandırır gibi… Açılıma verdiği destek, FETÖ’ye kalkan olma girişimleri, Avrasya güçlerine yakınlaşılıp, ABD’den uzaklaşıldıkça Selin Sayek Böke başta olmak üzere CHP yönetiminin çırpınışı zaten biliniyor.
Yani bu iki partinin yönetimleri, başkanlık konusunda ayrı gibi görünse de FETÖ, ABD gibi konularda yan yanalar.
Birkaç gün önce Devlet Bey CHP hakkında zehir zemberek bir dil kullanarak, “kaos ittifakıyla yana yana” olmakla suçlamış ve dikkat çekici bir cümle kullanmıştı: “Fiili durumdan şikâyetçi olup da bunun önlenmesi ve örselenmesi konusunda felç geçirmiş gibi hareketsiz duranlar ne anlatmaktadır?”
Hemen arkasından Kılıçdaroğlu’nun 45 dakikalık MHP ziyareti geldi. Bu kez Kılıçdaroğlu’nun açıklaması dikkat çekiciydi, “Benim Devlet Bey ile görüşmeye ihtiyacım vardı.” Yani… Devlet Bey Kılıçdaroğlu’nu hareketsiz kalmakla suçlamış o da görüşmeye ihtiyaç duymuştu. Ve görüşme sonunda karşılıklı “ağam, paşam” açıklamaları yapılıyordu.
Bir şey demiyorum, sadece satır arasını okuyorum… Hareketsiz kalmakla suçlanan Kılıçdaroğlu ne duymuş da bu kadar memnun olmuştu? Yakında harekete mi geçilecek? Kime karşı? Kimlerle birlikte? Ne şekilde bir hareket?
Besbelli bu tuzak, alet olanların da başını yiyecek.
Tayyip Erdoğan siyasi rakip, ABD emperyalizmi ise açık düşman… Rakibi yenmek için düşmanla işbirliği siyaset değildir. Bunun için Fırat Kalkanı’nda yenilgi ya da ekonomik kriz beklemek, halkın kutuplaşmasından medet ummak Türkiye’ye düşmanlıktır. Tayyip Erdoğan’ın başkanlık girişimine karşı çıkmak da; Fırat Kalkanı’na, PKK ve FETÖ operasyonlarına destek olmak da milli görevdir. Bunları karıştırmak ihanete götürür adamı…
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları