25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

2016’ya iyi veda: ‘Ben, Daniel Blake’

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Doğrusu, sinema açısından çok parlak, unutulmayacak seyir süreçleriyle dolu olduğu söylenemeyecek bir yılı geride bırakıyoruz.

Sinema salonlarının da tıpkı futbol tribünleri gibi seyirci azlığı çektiği bir yıldı 2016.

Yıl boyunca çoğu filmi beş altı kişiyle birlikte seyrettiğimi, bazı filmlerin de toplamda ancak 400 - 500 seyirciye ulaşabildiğini, kimilerine ise iki üç gün boyunca tek bilet satılmadığını belirtmekle yetineyim.

Sanatın diğer pek çok alanında olduğu gibi sinemaya da genel bir “tatsızlığın” hâkim olduğu, coşku ve dinamizm yerine “yerinde sayma” ruh halinin damga vurduğu söylenebilir. Sinema dünyamızın hareket kazandığı mecralar niteliğindeki belli başlı film festivalleri bile her zamanki coşkudan epeyce uzaktı.

Bu yıl Cannes’da en iyi film seçilerek Altın Palmiye kazanan “Ben, Daniel Blake”in 2016’ın son haftasında da olsa gösterime girmesi ise kuşkusuz ki sevindirici oldu. Olumlu tarafından bakarak, bu sayede 2016’yı iyi kapattığımızı düşünebiliriz.

GENE O ‘CANAVAR’

İşçi sınıfını konu alan, emeğiyle geçinen insanların dünyalarına dalan, ezilenleri anlattığı dayanışma duygusuyla dolu filmleriyle gönlümüzde taht kuran “mücadeleci” İngiliz yönetmen Ken Loach’ın filmi, geçen 17 Haziran’da “Katil eden sağlık sistemi” başlıklı yazıyla bu köşede tanıttığım Meksika yapımı “Bin Başlı Canavar”ı akla getiren bir öykü sunuyor. İki film arasında pek çok fark var kuşkusuz ama tema aynı: Alt-orta sınıfların devlet ve gözünü kâr bürümüş sigorta şirketleri karşısındaki çaresizlikleri ve çözüm arayışları, neo-liberal politikaların acımasızlığı...

Daniel Blake, yaşlılığa merdiven dayamış, bir süre önce eşini yitirdiği için yalnız yaşayan, yan dairesinde oturan iki Afrikalı göçmen dışında pek arkadaşı olmayan, en önemlisi de bozuk sağlığı nedeniyle çalışmasına izin verilmeyen bir marangoz... Mecburen işsizlik fonuna başvuruyor, fakat kapı gibi raporlara rağmen çalışamayacak durumda olduğunu kanıtlaması hiç kolay olmuyor. Bürokrasi, yani bin başlı canavar tüm soğukluğuyla karşısına dikiliyor, Daniel Blake’i öğütücü çarkları arasına alıyor. İşin ilginci Daniel işsizlik parası almak değil, çalışmak istiyor ama sonu gelmez başvuru formları, anlayışsız memurlar, kısacası her açıdan çarpık ve bozuk bir sistem nedeniyle bu yetenekli adam kısa sürede canından bezmiş hale geliyor. Bu sırada tanıştığı, iki küçük çocuğuyla ne yapacağını bilemeyen genç anne Katie’ye de kendince yardımcı olmaya çalışıyor.

DAHA DA DÜŞMEMEK İÇİN

Bu iki “kaybeden” insanın dostluğu, daha da aşağılara düşmemek için birbirine tutunan iki “alt İngiliz”in dayanışması, Ken Loach’ın elinde müthiş etkili bir toplumsal eleştiriye, sarsıcı bir anti-kapitalist manifestoya dönüşüyor. Kâğıt üstünde ilk bakışta çok tanıdık gelebilecek ve “klasik Ken Loach teması işte...” denebilecek bir öykü, giderek sarsıcı etkisini artırıyor, karamsar-gerçekçi atmosferine rağmen, “iyi insanlara” ve “vicdan”a dönük umudu beslemeyi de başarıyor.

Filmin daha açılışında Daniel Blake’in sosyal yardım bürosundaki görevliyle uzun telefon konuşmasından başlayarak, “cv hazırlama semineri” gibi bir sürü saçma sapan “gerçeği” etkili dokunuşlarla aktaran Loach, Sanayi Devrimi’nden bu yana İngiliz yoksullarının yaşam standartlarında “bir arpa boyu” yol alınmış olmasına dikkat çekiyor. Koca İngiltere, sigorta sistemini bir Amerikan şirketine teslim etmişse, gerisini siz düşünün...

Paul Laverty’nin senaryosu, başrollerdeki Dave Johns ile Hayley Squires’ın mükemmel oyunculukları ve çıtayı gene yüksekte tutan Ken Loach...

2016’ya sinema salonunda iyi bir veda ya da 2017’ye iyi bir başlangıç için, “Ben, Daniel Blake”i seyredin derken, tüm Aydınlık okurlarına iyi ve mutlu yıllar diliyorum...