29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ülkücüler 12 Eylül’e bakamazken...

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

Önce özetler...

“Mahir 1970’li yılların sonunda İstanbul Üniversitesi’nde bir öğrencidir; aynı zamanda dönemin sürükleyiciliği içerisinde siyasetle ilgilenmekte, ülkücü harekete yakın durmaktadır. Belgin ise Mahir ile aynı bölümde eğitim görmektedir. Ülkücü hareketin, herkes birbirinin ya bacısı, ya ağabeyi ya da kardeşidir hukukuna rağmen, gönüllerine söz dinletemezler ve Sirkeci’de Can Pastanesi’nde buluşurlar. Fakat dönemin kanlı eylemleri arasında sevdaları uzun soluklu olamaz. Üzerine bir de 1980 ihtilali gelince tüm bağları kopar. Hayatta kalmak için Şeyh Edebali’nin dergâhına sığınan Mahir’in günlerini, yüreği Cemre adındaki bir kızla yanıp tutuşan, yarım akıllı Zafer dolduracaktır.”

Okuduğunuz bu satırlar, geçen hafta gösterime giren “Sevdam Gözlerinde Kaldı” adlı filmin tanıtım bültenlerinde yer alıyor... Şu da bir başkası:

“Sevdam Gözlerinde Kaldı filminde 1996’da olan Susurluk Kazası’nın, daha sonra gerçekleşen Mahmut Esat Coşan ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümleriyle ilişkisi anlatılıyor. Susurluk’ta hayatını kaybeden Abdullah Çatlı’nın kızı Gökçen Çatlı’nın babasıyla ilgili sözlerine de yer veriliyor.” Filme dair vaat edilenler arasında 12 Eylül, ülkücüler, Susurluk, Çatlı, Yazıcıoğlu, kanlı eylemler var... “Politik film” inşası için epeyce malzeme sıralanıyor tanıtımlarda. Fakat 98 dakikalık filmde bu konulara “şöyle bir değinmek” için ayrılan toplam süre sekiz dakika bile değil. Yönetmen, senaryo yazarı ve başrol oyuncusu Ahmet Yenilmez öyle acayip bir filme imza atmış ki insan ne diyeceğini şaşırıyor. Ne doğru dürüst senaryo var, ne oyunculuk, ne kurgu vb... İddia ve ideal, tümüyle güme gitmiş durumda.

Bilecik’in yerel televizyon kanalında muhabirlik yapan kızcağızın İstanbul’da büyük bir kanala transfer olması ve tek hayali kokoreç dükkânı açmak olan emlakçı çırağı yavuklusunu bırakıp gitmesinden sonra yaşananlar, “Olur ama bu kadar da olmaz!” dedirten rastlantılarla dolu akla zarar bir serüvene dönüşüyor.

Bilecik-İstanbul arası taş çatlasa iki buçuk saat... Fakat filmde öyle bir anlatılıyor ki sanırsınız ki çöller ve dağlar geçiliyor, nehirler aşılıyor. Tek soru: Yahu insan bombalanan pastanede aynı masada oturduğu sevgilisinin ölmediğini, 35 yıl sonra tramvay camından dışarı bakınırken tesadüfen mi öğrenir!

Çatlı’nın, Yazıcıoğlu’nun adları üzerinden reklam yapmak ve işin politik-duygusal sömürü kısmı ülkücülerin iç sorunu. Hangi “nam”ın hangi “namerde” kaldığı da beni pek ilgilendirmiyor ama yapılan şeyin “film” olduğu iddia edilmesin hiç değilse.

YOLLAR BENİM UMUDUMDUR

2007’de “Benim ve Roz’un Sonbaharı” filmiyle, Hasankeyf üzerinden zengin bir kültürün yağmalanmasına dikkat çeken Handan Öztürk, ikinci filmi “Bana Git De”yle de Anadolu’nun derinliklerine dalışını sürdürüyor.

“Yol filmleri”nin özgün tadını içeren, her açıdan bunaldığı İstanbul’dan uzaklaşmak isteğiyle otomobiline atlayıp Elazığ-Urfa civarına gelen gitaristin arayış öyküsünü başarıyla yansıtan bir film “Bana Git De”. Bu yolculukta Ali’nin yolunun kesiştiği insanlar arasında, “ters yöne” giden, bir şarkıcı olabilmek amacıyla İstanbul’a doğru düşe kalka yol alan genç kız Leyal da var. Senaryoda da imzası bulunan Öztürk, farklı yollardaki bu iki genç insanı oldukça gerçekçi biçimde çizmiş, iç çatışmalarını etkileyici dokunuşlarla aktarmış. Ali rolündeki Tayanç Ayaydın’ın (tıpkı “Pazar: Bir Ticaret Masalı”ndaki gibi) harika oyunculuğu ve müzik kariyerine iki de sinema filmi ekleyen Atiye’nin etkileyici performansı, türkülerin de önemli rol üstlendiği filmin pırıltısını artırıyor. Çok kısa bir rolde gördüğümüz Seyyal Taner ile Rıza Sönmez’in usta oyunculuğu da “Bana Git De”nin artıları arasında.

Pek çok açıdan Ömer Kavur filmlerinin atmosferini yakalayan, derin Anadolu’ya saygıyla yaklaşan ve her iyi film gibi ne yazık ki çok az salon bulabilen bir film “Bana Git De”. Umarım yolunuz kesişir.