19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kuzey Koreli yoksul balıkçı

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Güney Kore sinemasının, kendi ülkesinden daha çok uluslararası çapta hayran kitlesi edinen yönetmenlerinden Kim Ki-duk (ya da Korelilerin söylediği şekilde “Ki-dok Kim”) çektiği her film merak edilen, özellikle “festival seyircisinin” ilgisini çeken bir sinemacı. 1960 doğumlu Kim, 1990’ların ortalarından itibaren yönetmen koltuğuna oturmuş, özellikle 2003 yapımı “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar” filmiyle tüm dünyada yankı uyandırmıştı. Yaklaşık 10 yıl içinde çektiği “Fedakâr Kız”, “Boş Ev”, “Yay”, “Zaman”, “Nefes”, “Rüya”, “Acı” gibi gerçekten üst düzey filmlerle de bir sinema efsanesi haline dönüştü Kim Ki-duk.

Bu efsaneleşmede, 34 yaşına kadar hiç film seyretmediğini açıklamasının ya da “Hayatımda hiç kitap okumadım, okusaydım belki de sinemayı değil yazarlığı tercih ederdim” demesi gibi entelektüel camianın üstüne balıklama atladığı özelliklerinin de payı var kuşkusuz.

Kim Ki-duk filmografisinin hemen dikkat çeken yanlarından birisi ise yönetmenin belli bir türe bağlı kalmaması, türler arasında gezinmeyi sevmesi, farklı anlatım biçimlerine başvurmaktan kaçınmaması. Örneğin alabildiğine yumuşak ve şiirsel bir sinema dilinin damga vurduğu “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar” ile yer yer dayanması zor bir intikam öyküsü anlatan, seyirciye çok sert yumruklar indiren 2012 yapımı “Acı” arasında dağlar kadar, en azından Güney Kore - Kuzey Kore kadar fark olduğu söylenebilir. Kim Ki-duk, allak bullak olmuş, öyküleri hayli sarsıcı bireylere ilgi göstermeyi seviyor, hatta onlara sabitlenmiş durumda ama bu sevgisini farklı üsluplarla göstermekten de vazgeçmiyor.

KUŞKU BULUTU

Örneğin bugün sinemalarımızda gösterime giren filmi “Ağ” (Geu-mul), daha önce hemen hiç el atmadığı bir türe, “politik film” kulvarına dahil edilebilecek bir çalışma. “Anlamadığım şeylerin filmini çekiyorum” demiş olan yönetmen, bir ülkenin tam ortadan ikiye bölünmüş olmasının sonuçlarına bakıyor “Ağ”da.

İki Kore’yi birbirinden ayıran sınır nehrinin kenarındaki küçük bir köyde karısı ve küçük kızıyla birlikte yaşayan yoksul balıkçı, bir gün kayığının motoru bozulunca Güney Kore’ye sürüklenir ve Kuzey’in ajanı olduğu gerekçesiyle hemen tutuklanır. Uzun sorgulama boyunca tepesinde, neredeyse seyirciyi de kuşatacak biçimde bir kuşku bulutu dolaşmaktadır. Özellikle askerliğini yaparken kazandığı bazı özel yeteneklerin üzerinde durur Güneyli sorgucular. Ona değişik sorgu tuzakları kurarlar, “ağ atarlar”. Üstelik tutulduğu merkezde, gerçekten Kuzey Kore ajanı olduğunu söyleyen, hatta vatanları uğruna ölümü göze alan başkaları da vardır. Sorgusu boyunca ajan majan olmadığını söyler balıkçı ama tıpkı motoru bozuk küçük kayığı gibi bir yerlere doğru da sürüklenmektedir.

Sonunda serbest bırakılır ve sınırda törenle karşılanacağı ülkesine iade edilir. Fakat benzer bir süreç orada da yaşanır. Bu yoksul balıkçı acaba bir Güney Kore ajanı olarak mı dönmüştür ülkesine?

TEHDİT ALGILARI

“Ağ”, sempatisini tümüyle ana kahramanı balıkçının üstüne yükleyen, Güney ve Kuzey Kore rejimlerinin birbirine yönelik abartılı tehdit algılarını sert biçimde eleştiren, bunu yaparken de Güney’i daha fazla silkeleyen bir film. Güney’in sorgucularını iyi polis-kötü polis ayrımına tabi tutarken ve balıkçının Seul’de “özgürce” dolaştığı bir geceyi aktarırken biraz abartıya kaçtığı dikkat çeken Kim Ki-duk, “kapitalizmin nimetleri” olarak sunulan pek çok şeye ise sözünü sakınmadan yaklaşıyor ve harika bir “Amerikan doları” vurgusunda bulunuyor.

“Ağ”, iyi bir film... En azından dünyanın “özgür” medyasında iki günde bir yalan haberlerle gündeme gelen Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti hakkında fütursuzca yalan dolana başvurmamak gibi bir erdemi var.