ABD yeniden büyük güç olabilir mi
TRUMP iktidara gelirken en önemli seçim vaatlerinden biri ABD’yi yeniden büyük yapmaktı.
Foreign Affairs’in Mayıs/Haziran 2025 dosyasında “Stratejik Anlaşmalar Amerikan Gücünü Nasıl Güçlendirebilir? Büyük Güç Diplomasisinin Dönüşü” başlıklı bir yazı yayımlandı.
ABD yeniden Büyük Güç olabilir mi? Nasıl bir siyaset izlemeli? Bu soruların yanıtının siyasete nasıl yansıdığı ve yansıyacağı tartışılıyor. Aslında galiba “nasıl planlanıyor” demek daha doğru olacak.
Yazıda ABD Başkanı Trump’ın göreve başladığından bu yana üç aydır izlediği siyasete, üç önemli rakip devletin başkanlarıyla, Vladimir Putin, Xi Jinping ve Ali Hamaney’le görüşmelerine değinilirken “cesur diplomatik ilişkiler” diye tanımlanıyor.
ABD’nin geçmişteki siyasetleri eleştiriliyor.
Soğuk Savaşın bitmesinden bu yana ulusal çıkarlarını desteklemek için müzakereleri kullanmaktan uzaklaşıldığı,
Dış politikanın birincil araçları olarak askerî ve ekonomik güce güvenmeye başlandığı,
Diplomasinin genellikle ABD’nin gücünü artırmak için değil, çok taraflı kurumların ülkeleri yerinden edeceği ve savaşı tamamen ortadan kaldıracağı küresel bir cennet inşa etmeye çalışmak için kullanıldığını söylüyor.

GERÇEK DURUM
“1990'larda ve bu yüzyılın başlarında, Washington o kadar güçlüydü ki amaçlarına ulaşabiliyordu. Ancak artık o günler geride kaldı” gerçeğini, Foregin Affairs yazarı aynen bu sözcüklerle dile getiriyor ve devamında şöyle yazıyor:
“ABD artık tüm düşmanlarıyla aynı anda savaşabilecek ve onları yenebilecek bir orduya sahip değil. Yaptırımlar yoluyla başka bir büyük gücü yıkıma sürükleyemez.
“Bunun yerine, kıta büyüklüğünde rakiplerin, müthiş ekonomileri ve orduları olan bir dünyada yaşıyor. On yıllardır olmayan büyük güç savaşı, yine gerçek bir olasılık.”
Bu yeni “tehlikeli durumda”, yani Asya ülkelerinin ifadesiyle “çok kutuplu dünyada”, ABD’nin yeniden “büyük bir güç” olabilmesi için, nasıl bir dış politika izlemesi gerektiği konusunda öneriler yapılıyor.
Zor bir görev.
ABD KARŞI KARŞIYA KALDIĞI TEHDİTLERLE SINIRLI OLANAKLARIYLA NASIL BAŞA ÇIKACAK
Tarihten bugüne kadar, MÖ 432’den Sparta Kralı II. Arhidamus döneminden başlayarak iki çizgi, iki diplomatik tutum örnekleri veriliyor.
ABD, diplomasiyi
- Her şeye gücü yeten bir ordunun taşıyıcısı ya da küresel normların sert bir tedarikçi strateji aracı olarak değil;
- Tarihteki örnekleri gibi çatışmayı önlemek, yeni ortaklar toplamak ve düşman koalisyonlarını parçalamak için,
- ABD’nin kendi yüklerini ve düşmanlarını sınırlamak ve bölgesel güç dengelerini yeniden ayarlamak için kullanmalıdır.
Doğru yapılırsa, ABD kendisine karşı dizilen neredeyse sonsuz sayıda tehditleri sınırlı araçlarıyla da göğüsleyebilir.
SİHİRLİ FORMÜL YOK AMA MECBUR
Yazar “Bunu doğru yapmanın sihir-li bir formülü yok” diyor. Hatta Trump'ın yaklaşımının başarılı olacağının garantisinin de olmadığı görüşünde.
Ancak diğer seçeneğin, yani herkesi alt etmeye çalışmanın, uygulanabilir olmadığının ve çok daha riskli olduğunun özellikle altını çiziyor. Onun için de “stratejik diplomasiyi”, “Amerika'nın uzun süreli rekabet için konumunu güçlendirmede sahip olduğu en iyi şans” olarak niteliyor.
Amerika Birleşik Devletleri 1990'larda Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra yükselen Pekin'i sınırlamaya çalışmak yerine Çin'in ekonomik genişlemesini kısıtlayan engelleri kaldırmak için ticari diplomasiyi kullanması, Çin’i Dünya Ticaret Örgütü'ne alarak “liberal bir demokrasiye” dönüştüreceğini düşünmesi büyük hataydı, diyor. ABD pazarları Çinli şirketlere açıldı. Bugün gelinen noktada yazarın da kabul ettiği gibi:
“Çin'in üretim hâkimiyeti o kadar derin ki, Amerikan ordusu bile birçok Çin yapımı ürüne bağımlı.”
Kuşkusuz Çin’in bugün geldiği ekonomik ve siyasi gelişmeyi Foreign Affairs yazarı gibi ABD’nin “izinlerine” bağlamak ne kadar gerçekçi, ayrı bir tartışma konusudur.
APPLE ÇİN’E BAĞIMLI
New York Times’taki Tripp Mickle’ın 1 Mayıs 2025 tarihli “Apple Çin’le bağları olmadan yaşayabilir mi? Büyük olasılıkla hayır” başlıklı yazısından küçük bir alıntı yapalım:
“ABD Başkanı Donald Trump siyasete girmeden yıllar önce, Apple ve ortakları iPhone’ların montajı için Çin genelinde devasa fabrikalar kurmuştu. Trump, ilk başkanlık kampanyasında, destekçilerine Apple’ı bu ürünleri Amerika’da üretmeye zorlayacağına ilişkin söz vermişti.

YÜZDE 80’İ ÇİN’DE ÜRETİLİYOR
“Aradan 10 yıl geçti. Neredeyse hiçbir şey Amerika’da üretilmiyor ve iPhone’ların yaklaşık yüzde 80’i hâlâ Çin’de yapılıyor.
“Yıllardır süren baskılara rağmen, Apple’ın işleri Çin’e o kadar bağımlı ki teknoloji devi onsuz faaliyet gösteremiyor. Trump yönetiminin Apple’ın davranışlarını değiştirme yönündeki adımları, dünyanın en değerli halka açık şirketine zarar verme riski taşıyor. Trump Çin’den yapılan ithalata yüzde 145 vergi koyduğunu açıklamasının ardından geçen dört gün içinde, Apple 770 milyar dolarlık piyasa değerini kaybetti. Ancak Trump’ın Çin’deki tüketici elektroniği üreticilerine geçici bir muafiyet vermesinin ardından bu kayıpların bir kısmı geri alındı.”
ABD İZİN VEREN MAKAM DEĞİL
Görüldüğü gibi artık dünyada “izin veren” makamlar değişti. Yükselen Asya’nın sesi her alanda duyuluyor. Artık önemli olan ne yalnızca ucuz işgücü ne de ABD’nin yaptırımları. Üretimin, buluşların, kültür ve sanatın, yeni uygarlığın merkezi Asya ülkeleri oldu. Buna yol veren de geçmişlerindeki devrimler. ABD kendi geçmişindeki devrimine bile baksa, çıkış yolu için daha doğru çizgiyi bulması kolaylaşır.
Bugün bizim bölgemizi, Doğu Akdeniz’deki güç ilişkilerini doğru görebilmek ona uygun siyasetlerimizi saptayabilmek açısından yazıda önemli ayak izleri var. Yükselen Asya ülkelerinin ABD emperyalizmine ettikleri konusunda gurur duymalıyız. Boyun eğme zemininin artık ayaklarının altından kayıp gittiğini görüldüğü gibi kendileri de çok gerçekçi bi-çimde saptıyorlar.
Washington, 1990’lardan sonra rakiplerini liberal toplumlara çevirme gibi geniş kapsamlı bir hedefe yöneldi.
Liberaller, Sovyetlerin dağılmasını cennetin yakın olduğunun kanıtı olarak gördüler.
TAM TERSİNE ÇİN, İRAN VE RUSYA KENDİNE GÜVENEN ÜLKELER OLDU
Ancak tarihin çöküşü söylentileri erkendi. Liberalizmin, jeopolitiği insanlığın öyküsünden silmediği ortaya çıktı.
Çin, İran ve Rusya liberal toplumlara dönüşmedi. Aksine, hepsi bölgelerine hükmetmeye kararlı, kendine güvenen, uygar devletler haline geldiler.
Bugün, büyük güç rekabeti geri döndü ve sistemsel savaş çok gerçek bir olasılık.
Ne liberaller ne de şahinler bu soruna uygulanabilir çözümlere sahip. Dünyadaki tüm uluslararası kurumlar, ABD’yle Çin ya da Rusya ya da her ikisi arasında bir çatışmayı önleyemez.
Son iki Ulusal Savunma Stratejisi'nin de kabul ettiği gibi, ABD ordusu aynı anda iki büyük rakibe karşı savaşmak için konumlandırılmış veya donatılmış değil.
ABD ORDUSUNUN İŞİ ÇOK ZOR
Washington ordusuna yeniden yatırım yapabilir ve yapmalıdır. Ancak Çin ve Rusya'nın ilerlemeleri ve muazzam ABD açığı nedeniyle, Amerikan ordusunu aynı anda tüm düşmanlarıyla başa çıkabilecek bir ordu haline getirmek nesiller boyu sürecek bir çaba gerektirecektir.
Görüldüğü gibi ABD’nin en önemli düşünce kuruluşlarından biri olan Foreign Affairs’in yazarlarının da çok açık ve net biçimde kabul ettiği gibi ABD’nin işi çok zor.
Yazar yazının bundan sonraki bölümünde hangi ülkeye karşı hangi tavır alınması gerektiğini ayrıntılarıyla adım adım belirtiyor.
Yerimiz yetmedi.
Ancak mutlaka bilmeniz gerekiyor. Türkiye ve bölgemiz açısından çok önemli.