Aldıklarını anlatmaktan, vermediklerini yazmaya sıra gelmiyor!
Geçen hafta aramızdan sessiz sedasız ayrılan Önder Bali ustamız ile ilgili biraz kelâm etmiştik. Ne de iyi etmişiz ki merhumun yakınları dahil olmak üzere sevenleri ve ilk defa adını duyanlar dahil bir hayli dönüş aldık. Yazımızın sonunda da aynı tarihlerde aramızdan usulca sıyrılıp giden bir başka değerimizden; Selami Karaibrahimgil’den bahsedeceğimizi de söylemiştik. O konuya geçmeden iki hatırlatma yapmak istiyoruz: Birincisi 24 Ocak Cuma akşamı “Ekrem Ataer'le Hasbihâl” programımızda Gazel Kültürü, Fuzûlî ve Kazancı Bedii üzerine çalıştık. Arşiv niteliği taşıyacak programımızı kaçırmamanızı dilerim. İkincisi ise gazetemiz köşesinden açtığımız “arabesk” konusunun diğer Tv kanallarında da yer bulması ve tartışma ile düşünce zenginliğinin üremesi. Bu da gösteriyor ki söyleyecek sözü olanlar bir hayli kalabalıkmış, sevindirici… Bu bağlamda 27 Ocak Pazartesi akşamı saat 20:30'da; bu sefer konunun müzik bilimi, tarihi, sosyolojisi ve sektörü açısından yetkin isimlerle Ulusal Kanal ekranında tartışılacak olmasıdır. İşi bilen ağızlardan duymak için kaçırmayın derim.
Güle Güle Usta!
28 Aralık 2024’te tıpkı Önder Bali gibi bir ustamız daha aramızdan sıyrılıp gitti… Kimimiz farkındayız, kimimiz değil, kimimiz tanıyor, kimimiz tanımıyoruz. Hatta adını dahi ilk defa duyanlarımız olduğunu biliyorum. Müzisyen, bürokrat, besteci Selami Karaibrahimgil’den bahsediyoruz.. Hendek-Sakarya doğumlu sanatçı Ankara Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı çıkışlı. 1972 yılında Turizm Bakanlığına girerek, çeşitli kademelerde bulundu. 1987-1992 yılları arasında Londra’da, 1996-2001 yılları arasında New York’ta turizm ataşesi olarak görev yaptı. Mart 2002'de Tanıtma Genel Müdürlüğü görevine atanıp, Mayıs 2005'e kadar 3 yılı aşkın bir süre bu görevde kaldı. Tüm bunlar, onun ulusal ve uluslararası alandaki bürokratik başarıları. Lakin bizim asıl konumuz onun müzisyen olarak ülkeye ve kültüre katkısı.
Selami Karaibrahimgil dediğimizde aklımıza ilk gelen doğal olarak Modern Folk Üçlüsü'dür (MFÜ). MFÜ, 1969 yılında Doğan Canku, Ahmet Kurtaran ve Selami Karaibrahimgil tarafından kurulur. 1970 yılında halk türküleri yorumlamaya başlarlar ama bağlamasız bir saund müziklerine hakimdir. İlk 45’liklerinde “Ali Paşa Ağıdı” ve “Deriko” türkülerinin çok sesli düzenlemelerine yer verirler. Ama bizim kulağımızı yormayacak dayatmacı bir orkestrasyonla değil. Aslında bu serüven daha da öncesinde gitarist Doğan Canku ve Esin Afşar, Şeref Canku 'nun Anadolu'dan derlediği farklı türküleri ikili olarak seslendirmeleri ile başlar. Yeni Folk ya da Yeni Şarkı arayışları da diyebiliriz. Latin Amerika’da devrimci bir akım olan “Nueva Cancion” arayışlarının Anadolu yansıması benzeri bir süreç bu. Esin Afşar'a eşlik noktasında tohumlanan grubun yol haritasında Selami Karaibrahimgil hep vardır.
Türküler yorumlayan MFÜ Türk Müziğinin farklı bir tadı olan şarkı formundaki eserlere de yer verir. Timur Selçuk ustamızın deneysel müziği ve muhteşem eserlerini sahnede birebir seslendirirler. Bu anlamda Oda Orkestrası ve Timur hocamız ile verdikleri konser unutulmaz anlarda yerini alır. Bir başka çalışma ise Emel Sayın ile gerçekleşen "İstanbul Şarkıları" dır. Albümün bir ucunda Itrî'nin Salât-ı Ümmiye'si, diğer tarafında Arif Sami Toker müziği ve Nedim'in güftesi ile "Erişti Nevhahar", bir diğer yanında Münir Nurettin ve Behçet Kemal Çağlar buluşması "Kalamış"… Tabii unutmayalım albümün mücevherlerinden biri de Münir Nurettin Selçuk ve Yahya Kemal ruhlarının eşsiz dansı "İstanbul"dur.
Kimilerine göre "kafası karışık ve tutarsız bir müzik çizgisi" olarak nitelense de bence kafası gayet net ve ayakları yere basan, yaşadığı kültürlerin farkında bir tutarlılıktır MFÜ. Müziğe ve edebiyata sanatın bütünleyici ruhu ile bakmasını bilen ustalardır onlar. Yalnızca bununla kalmazlar bu tarihsel zenginliğimizi hiçbir aşağılık ve ikincillik kompleksine girmeden külliyen bir bütün olarak görüp çocuklarımıza da aktarmayı görev bilirler. Nasıl mı? Çocuk şarkıları üzerine unutulmaz bir çalışma yaparak. O dönemin çocukları bizler, o şarkılarla büyüdük ve iyi ki de büyümüşüz. Çocuk şarkısı olarak bildiğimiz "Kuş sesleri ovalara yayılır" diye başlayan ezgiyi onlardan öğrendik. Çoğumuz bilmeyiz o şarkının Hafız Burhan'ın bestesi olduğunu. Kimbilir belki bilseydik okullara bu kadar kolay giremezdi bu mükemmel şarkı. "Hafız falan nereden çıktı şimdi" diyen elbet olurdu…
Sonunda ne oldu biliyor musunuz? MFÜ’nün kültüre yaptığı bu kadar katkı TRT'de ağır sansürlenerek "ödüllendirildi" Çünkü, MFÜ geleneksel müziğimizi Batı armonisiyle seslendirmeye kalkışıyor ama müzikte tutucu bir takım her fırsatta "Kültürümüz bozuluyor” feryatları ile bin dereden su getiriyordu. Asıl bomba Bülent Ecevit'in şiiri "Takalar" ı besteleyince oldu. Yasak üstüne yasak. Sonunda bunun da gerekçesi bulundu. Gazeteci Yüksel Aytuğ 9 Aralık 2003 tarihinde bunu mizahi dil ile çok güzel anlatmıştı: “Takalar geçiyor allı yeşilli / Takalar geçiyor dümenleri lazlı." "Lazlı" sözcüğü sansür için yeterli bahaneyi yaratıyordu. "Lazlı da ne demek? Bölgecilik ve bölücülüğü akla getiriyor" diyerek kesip attılar.
Hani geçenlerde bir yazımda yazdım ya “Ne verdiniz de ne istiyorsunuz?” diye… Aldıklarını anlatmaktan vermediklerine daha sıra gelemedi ama yavaş yavaş geliyoruz sabredin!