Yandex
19 Mart 2025 Çarşamba
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Amasya günlerim

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

İlk derslerimin heyecanını Amasya Lisesinde yaşadım, özellikle ilk dersin heyecanı bir başkaydı.   Arkamda kara tahta, elimde beyaz tebeşir... Yıl 1971… Bekârdım, öğrencilerimle biraz öğretmen, biraz arkadaş gibi göründüğüm yıllardı.  Nisan ayının güzel günlerinden biriydi ama her tarafı elma kokan kentte huzur yoktu, karışık olaylar yaşanıyordu. Şerafettin Atalay’ın (Can Atalay’ın amcası) öldürüldüğü günlerde gelmiştim kente. Bu cinayet yalnız Atalay ailesinde değil, bütün bir kentte travma etkisi yaratmıştı. Elimdeki siyah James Bond çantasının, zamansız atanmamın, bir de kentteki bu ilk siyasal cinayetin etkisiyle sanırım, beni polis sananlar olmuştu. Yıllar sonra edebiyat öğretmeni olan bir öğrencim anlattı. Solcu nasıl olur diye bizi görmeye gelenler olurmuş. “Bizi bir müzeye koyup bilet kesselermiş keşke!..” diye gülmüştüm. Küçük yerlerde solcu olmak zordu. Farklı bir yaratık göreceklermiş gibi gerçekten bizi görmeye gelenler vardı.

Küçük kentlerdeki huzursuzluklar, dedikodular başkaydı, herkesi sarıverir, dışında kalamazdınız.

Kimlerin yetiştiği, benim de meslek yaşamımda ilk dersimi verdiğim o tarihi liseyi şimdi otopark yaptılar. O günlerde Talim Terbiye Kurulu üyesiydim, kuruldan bu saçma kararın geçmemesi için çok çırpındım ama gücümüz yetmedi.  

İçinden Yeşilırmak’ın geçtiği, bir tarafında kral mezarlarının sıralandığı kayalar arasında ters çevrilmiş semere benzetilen dar bir vadiye yerleşmiş olan o şehzadeler kentindeki görevim iki yıl kadar sürdü. Kent o kadar küçüktü ki, çevreye bakınca Ferhat’ın delmeye çalıştığı kayalardan başka bir şey göremiyordunuz. Herkese bir ad takmakta çok mahir olan Mahmut Makal, bana “Ferhat” diye mektuplar yazıyordu, kendine bir Şirin bul demeye getiriyordu.

Ustamın öngörüsü doğru çıktı, eşim Amasyalı değildi ama orada tanıştık. 

1972 yılında kazandığım bir sınavla DTCF’ye okutman olarak atandım.

Artık daha büyük, daha olgun gençler vardı karşımda.

Meslek yaşamımın son dersini 2011 yılında, aralık ayının soğukça bir gününde Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde, Ahmet Taner Kışlalı Sınıfı’nda verirken, öğretmenliğin iki temel malzemesi değişmişti; arkamda siyah değil beyaz tahta, elimde ise tebeşir yerine keçeli mavi kalem vardı. 

Beyaz tebeşir ve kara tahta dönemi bitmişti.

Araçlar gereçler değişiyor ama bir şeyler hiç değişmiyordu.

Değişmeyen bir şey vardı bu ülkede, o hiç değişmiyordu.

İlginç değil mi, ilk dersimi verdiğim günleri faili bilinmez bir siyasal cinayetle birlikte hatırlıyorum, son dersimi de gene faili bilinmez bir cinayete kurban gitmiş hocamızın adının verildiği derslikte yapıyorum.

Meslek yaşamımın başında cinayet, ortasında cinayetler, sonunda cinayet var.

Ahmet Taner Kışlalı Sınıfı’nda son dersimi anlattıktan sonra biraz duygulanarak öğrencilerime veda sözlerimi söyledim:

“Çocuklar, futbolu bırakan futbolcu formasını öper, güreşi bırakan güreşçi minderi öperek bitirir spor yaşamını. Bu benim son dersim, ben de şu kalemi öperek bırakıyorum. Benim için bu sınıflara, sizlere veda zamanı geldi.”

Keçe kalemi öpüp elimden bırakır bırakmaz bir öğrenci kaptı.

Meslek hayatımın en heyecanlı günlerini geçirdiğim Amasya Lisesinde Can Atalay’ın annesi Şükran öğrencilerim arasındaydı. Sesi güzeldi, yıl sonu müsamerelerinde şarkılar söylerdi, tiyatro oyunlarında görevleri olurdu. Terörist başının bile Meclis’te konuşmasının istendiği şu günlerde ben öyle el yükseltmeyeceğim, hatta çıtayı epey aşağı çekeceğim:

Halkın seçtiği Can Atalay neden Meclis’te değil?