25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir Berat Albayrak yazısı

Gaffar Yakınca

Gaffar Yakınca

Gazete Yazarı

A+ A-

Beş altı yıl kadar önce İstanbul’daki bir kahvede tesadüfen şahit olduğum bir konuşmayı detayları ile hatırlıyorum. Üst düzey bürokrat olduğunu anladığım gençten bir adam, Enerji Bakanlığı’nın Norveç’ten aldığı bir doğal gaz arama gemisinden söz ediyordu. Söylediğine göre başında bizzat “Bakan Bey’in” olduğu bir ekip, uzunca bir süre bu iş için uğraşmış, “parayla bile alamazsınız” denilen gemi, piyasa değerinin hayli altında bir bedelle Türkiye Cumhuriyeti’nin malı olmuştu. Anlatılan öykü devlette rastlanacak türden bir şey değildi. Zaten sonradan öğrendim ki bu işi yapan ekip de özel olarak seçilip Batı’da çalıştıkları şirketlerden devlete transfer edilmiş. Yani bir tür “tersine beyin göçü” operasyonu ile kurulmuş.

Doğrusunu isterseniz o zaman pek önemsememiştim. Sıra dışı bir öykü olduğu kesindi ama, “büyük ihtimalle devletin içinde iyi niyetle yapılmış pek çok başarısız kahramanlık girişiminden biri olacak” deyip geçmiştim. 

Ne mutlu bana ki yanıldım. O akşam sözü geçen ekip Türkiye tarihinde görülmemiş bir başarıya imza attı. Denizlerimizde kaderimizi değiştirecek miktarda enerji bulmakla kalmadı, silahlı kuvvetlerimizle beraber sahada fiilen Mavi Vatan’ın sınırlarını da çizdi. Ve anlaşıldı ki tüm bu işleri organize eden “Bakan Bey” Berat Albayrak imiş.

Bu gemi ve enerji hikayesi içinde pek çok dersler barındırıyor. Çünkü bize yıllarca petrol arattırmadılar, bulduğumuzu çıkarttırmadılar… Üç beş tane çok uluslu şirket ve onların içerideki işbirlikçileri madenlerimizi işletmememiz için ellerinden geleni ardına koymadı. Hatta bu uğurda şehitler verdik, pırlanta gibi bilim insanlarımızı kaybettik. Berat Albayrak, Türkiye tarihinde ender rastlanır bir siyasi kararlılık ve zeka örneği göstererek “yapamazsınız” denileni yapanlar arasına girdi. Benzer şekilde, Türkiye’nin nükleer enerji hamlesi ve güneş/rüzgar konusunda teknoloji transferine yönelik düzenlemeler de yine Albayrak’ın döneminde yapıldı.

Berat Bey’in bir de Maliye Bakanlığı dönemi var. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca Albayrak kadar hücuma uğrayan ve eleştirilen bir başka maliye bakanı olmamıştır. Muhalif basında darbeciler tarafından idama gönderilen Hasan Polatkan’a bile daha insaflı davranılmıştır.

Albayrak ise maalesef hep hedef tahtasında oldu. “Albayrak gitsin ekonomi düzelir” cümlesi sayısız kez tekrar edildi. İşin tuhafı bunun nedenine dair açık bir gerekçenin de sunulmamasıydı. Albayrak karşıtlarına “Albayrak ne yapıyor da ekonomi kötü gidiyor” diye sorduğunuzda somut bir yanıt veremiyorlardı.

Oysa olayları objektif bir gözle okumayı bilenler Albayrak’a yönelik düşmanlığın gerçek sebeplerini yakalayabiliyordu. Genç bakan, tıpkı Enerji Bakanlığı döneminde olduğu gibi cesurca işlere kalkışmış, kolay para kazanılan bazı çarklara çomak sokmuştu.

Albayrak’ın ilk “suçu” faiz ve spekülasyon karşıtı politikasıydı. Bunun için kamu bankalarını etkin bir şekilde kullanmakla kalmadı, finans kapital lobisi için “affedilmez günah” sayılan bir iş daha yaptı: Alım satımlara ve yurtdışı sermaye hareketlerine tahdit getirdi. Niyeti, Türkiye’yi tefeci lobisinin oyuncağı olmaktan kurtarmaktı, başarılı da oldu.

İkinci büyük “suç”, ithalat lobisine vurulan darbe oldu. Türkiye, vakti ile imzaladığı Gümrük Birliği anlaşması yüzünden özellikle otomotiv alanında adeta Batı'nın sömürgesi haline gelmişti. Albayrak zamanında otomobil satışları ile ilgili öyle ince kurgulanmış bir vergi düzenlemesi çıkarıldı ki 2016’da yüzde 68 olan ithalatın payı, yüzde 54’lere kadar geriledi. Türkiye Alman tüccarların çiftliği olmaktan kurtulduysa, yerli otomotiv üreticileri bugün hala altın çağlarını yaşıyorlarsa işte bu vergilendirme sistemi sayesindedir. Albayrak bakanlığı bıraktığı gün, Kati Piri gibi isimlerin neden zil takıp oynadığını da buradan tahmin edebilirsiniz.

Emperyalist lobinin gözünde genç Bakan’ın daha pek çok suçu vardı: Varlık Fonu’nu çok etkin bir şekilde kullanmış, faiz lobisinin bileğini bükemeyeceği bir kamu mali sektörü oluşturmuştu. Her tür dümenle kolay para kazanılan sigortacılık sektörüne Türkiye Sigorta gibi bir dev sokmuş, onlarca yıllık şebekelerin ensesinde devletin soluğunu hissettirmişti. İslami bankacılık, telekomünikasyon gibi stratejik sektörlerdeki hamleler, üretim odaklı bir ekonomik programı -tıpkı enerjideki gibi- Türkiye’nin gelecek yirmi yılını güvence altına aldı ve yağmacıların kolay kazanç beklentilerini suya düşürdü.

Kamu maliyesinde tasarrufa gitmesi bir başka günahtı. Yağlı ödenekleri kesilen pek çok bürokrat için Albayrak, artık sevimsiz bir figürdü. Ama genç bakanı Batıcı bürokrasinin gözünde gerçek bir düşmana dönüştüren belki de en önemli özelliği gözü pekliği idi. Türkiye’ye patates-soğan üzerinden operasyon çekilmeye kalkıldığında, stokçularla mücadelenin en önündeydi. Pek çokları “devlet patates mi satar yaa..” diye gevrek gevrek gülerken, şehir meydanlarındaki tanzim satış tezgahlarını bizzat yöneterek açık bir darbe teşebbüsünü boşa çıkardı. Bugün marketler üzerinden tekrar denen aynı oyunda, maalesef hiçbir bakanımız Berat Albayrak’ın gösterdiği cesareti, dirayeti gösteremiyor.

Ne yazık ki Berat Bey, dünyada pek az siyasetçinin başına gelebilecek bir talihsizlikle malûldü: Ülkenin en güçlü siyasetçisinin damadıydı ve üstelik O’na bağlı olarak çalışıyordu. Bu durumun nasıl çok yönlü gerilimler oluşturacağı bir yana, kendisine “damat” diyerek haksız yere yüklenecek insanlara zemin hazırladığı açıktır. İtiraf edeyim, benim de Albayrak’a böylesi bir haksız önyargı ile yaklaştığım zamanlar oldu. Hakkını helal etsin, zaman bizi yanılttı.

Bu yazı sebebi ile bana kızacak çok insan olacak bunu biliyorum. Sırf mahallemiz kızacak diye doğruları yazamıyorsak, gazeteciliğimizin ne anlamı var? Şunu açıkça söylemek isterim, Berat Albayrak’ın istifasının ardından hakkını teslim edecek iki çift yazının çıkmamış olması basınımız açısından utanç vericidir. Olayın arka planı ne olursa olsun, sonuçta Türkiye, ağzına “bağımsız Türkiye” sözünü alan ve bunun için çalışan bir bakanını Batıcı lobilere kurban verdi. Bu yazı, Bakan Bey ile ilgili gecikmiş bir itibar metnidir. Yarın Albayrak’ın kitabı çıkıyor, yaşananlara dair kendi görüşlerini de merakla bekliyorum.