Devrimci dil olmadan olur mu?
Yıllar önce Evrensel Kültür Merkezi'nde bir toplantıdayım. Kuruluşunda hayli emeğim olan, başlangıcında ciddi kültür ve sanat üretimlerine zemin hazırlamış, ülkemiz aydınlarını bünyesinde toplamayı başarmış ciddi bir yapıydı. Ayrıca Evrensel Kültür Dergisi de dönemi içinde ülke aydınının sesi nefesi olmuştur. Kıymetli dost Aydın Çubukçu’yu da anmadan geçmeyelim. Çok emek vardı bu kültür yuvasında; şık bir sahne ki; kimler konserler, dinletiler, söyleşiler yapmadı o salonda. Sergiler için büyük bir fuaye, Asım Bezirci Kütüphanesi, etkinlik alanları vs.
Kuruluşundan hemen sonra geniş bir toplantı yaptık. Herkes hayallerini paylaşıyor… Hatırladığım kadarıyla; Aydın Çubukçu, Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner, Mehmet Esatoğlu, Gülsen Tuncer, Kemal Özer, Sunay Akın, Afşar Timuçin, Asım Bezirci, Cengiz Gündoğdu… Unuttuğum ya da yanlış hatırladıklarım olabilir ama salon tıklım tıklım dolu.
Ben de Kültür Sanat üzerine iki kelam etmek üzere hazırım. Hemen yanı başımda Can Yücel oturuyor aslında toplantıya birlikte gittik. Kürsüdeki zat hayli ateşli, devrimci bir söylemle hâzirûna "Devrimci Sanat"ı tarif ediyor. Arada bir salondan sloganlar da yükselmiyor değil hani. Konuşmalar tam anlamıyla "devrimci" bir sanat ve kültür haritasını tarif ediyor. Ben de katıldım kervana ve esip savurdum tabii… Salon alkış kıyamet gırla. Yanımdaki usta sessiz sakin, sakalını hafif kaşıyarak ve bıyık altından tebessüm ederek sahneyi izliyor.
Sonunda Can Yücel'i aldık sahneye sağ yumruğu havada kürsüde yerini aldı. Eski tüfekler genelde sol değil sağ yumruklarını kaldırır.
VEEE UNUTAMADIĞIM DERS BAŞLADI…
Kelimesi kelimesine tabii ki hatırlamıyorum ama ustanın söylediklerini özetlersek şunları anlattı:
"Arkadaşlar tüm konuşmaları dinledim, birbirinden heyecanlı, umut verici ve devrimci, lakin kullandığınız dil devrimci değil… Sistemin dili, terimleri ve göndermeleri ile sistemi yorumlayamazsınız. Yorumlarınızı devrimci bir dil ile yapmadığınız müddetçe asıl mesele havada kalır. Nazım Hikmet Türkiye dışına çıktığında sistem gazeteleri "Nazım kaçtı" diye yazdı halbuki Nazım kaçmadı. "Nazım Türkiye'den zorunlu ayrıldı." Devrimci yoldaşlarımız cezaevlerinden ayrıldıklarında "Mahir Çayan cezaevinden kaçtı" diye yazdılar biz bu dili kullanmamalıyız biz ancak ‘devrimciler zorla tutuldukları zindanlardan kendi istekleriyle ayrıldılar’ demeliyiz. Devrimci kültür sanat ve gazetecilikteki haber dili tam da bu olmalıdır…"
Yukardaki satırları aklımda kalan ana düşünceye göre kurgulayarak yazdım, bire bir değil ama maksat sanırım hâsıl olmuştur.
GELELİM BUGÜNE…
Ana akımın pısırık ve korkak medyasının kendi içinde çelişik bir dille "Gazze’cilik" oynadığına şahit olduğumuz günlerdeyiz. Sumud kahramanlarının uğradığı saldırıyı operasyon olarak anlatmak dahi korkak bir anlatım mantığıdır.
Günlerdir ısrarla söylüyorum devrimci, örgütleyici, gerekirse polemikçi ve kışkırtıcı bir dil oluşturmalıyız. "İsrail'in gemilere yaptığı operasyon" değil "İsrailli resmi korsanların saldırısı" demeliyiz. "Yasadışı alıkonulan Sumud yolcuları" değil, "Siyonizm'in korsanları tarafından esir alınan yolcular" demeliyiz. "Aktivistler İsrail'de, Negev çölündeki Ketziot Cezaevi'nde tutuluyor "değil, "Yolcular İsrail'de, Negev çölündeki Ketziot zindanında tutuluyor" demeliyiz.
Efendim önerdiğimiz dilin hukukta karşılığı yokmuş. Pes doğrusu! Hukukun, vicdanın, insan haklarının, ahlakın yerle bir edildiği, düpedüz soykırımın dayatıldığı bir ortamda "Hukuk dili". Hangi hukuk, hangi insani ve adil ölçü? Terazinin diğer kefesinde ne olduğunun gerçekten farkında mıyız? Sözüm ona yıllardır vicdanlara fren vazifesi gören! Evrensel bildiriler çöktü görelim artık.
İnsanlık; 20.000 çocuk, 12.000 doğmamış bebeğin anne karnında öldürüldüğü, okulların, hastahanelerin, camilerin bombalandığı bir soykırım yaşıyor. Hukuk artık insanlığın vicdanıdır! Tüm kürede alanları dolduran da o vicdanın dilidir! Basın, yayın, gazetecilik, kültür, sanat, siyaset, ekonomi ve diğer her alanda insanlık düşmanlarına karşı yükselen bu dili kullanmanın zamanı gelmiştir.
Ah! be Can Yücel, Dadaloğlu, Nazım, Ahmet Arif, Kaygusuz Abdal, Rıfat Ilgaz tam da şimdi olacaktınız. Kimbilir nasıl bir dil ile yürürdünüz hainin, fırsatçının, hal bilmezin üzerine! Şimdilerde Hüseyin Haydar yiğitçe en sert dille bu misyonu yüklenmiş görünüyor. Susmuyor, korkuluk olmuyor…
KORKULUK MU?
Ne güzel söylemiş Rıfat Ilgaz:
“Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol…”