19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dil yanlışları

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

“Es” aslında bir müzik terimidir. Es geçmek, sözlüklerde “boş vermek, üzerinde durmamak, önemsememek” diye açıklanır. Yazınsal metinlerde es geçmek deyimiyle bildiğim kadarıyla 1950’li yıllarda karşılaştık. Nurullah Ataç’ın bu deyimi yanlış kullanan bir yazarı uyardığını anımsıyorum.

“Es geçmek” deyimi anlatıma senlibenli bir özellik kazandırır, her duruma, her havaya uygun bir söz değildir.

Örneğin, deprem gibi büyük bir felaketi hem de olayın en sıcak saatlerinde anlatırken, bu tür deyimler kolay yer bulmaz.

Acıların ayrı bir dili vardır, büyük felaketler ayrı bir dille anlatılır. Bu dil ilk saatlerde başkadır, beş gün, on gün geçince başkadır, bir ay geçtiğinde başkadır.

Bir televizyon kanalında depremin ilk günlerinde Kılıçdaroğlu’nun bir kenti ziyareti anlatılıyor.

Sayın Başkan, birtakım yerleri ziyaret etmiş, o arada kendi partisinden bir belediye başkanını da ziyaret etmiş. Spiker, “falanı es geçmedi” diye veriyor bu ziyareti. Ziyaret edilenin önemli bir görevi var, felaketin olduğu bölgede belediye başkanı, ayrıca çoluğu çocuğu yıkıntı altında kalmış.

Es geçilecek biri mi? Ve bu söz bu acılara uygun mu?

Acının ayrı bir dili olmalı, buna basından siyasetçisine değin herkes özen göstermeli.

Felaketlerde dilimize, tavrımıza da bir çeki düzen vermemiz gerekir. Bu depremde de bunu yapamadık!.. Yaşanan acılara uygun bir dili bulmaya özen göstermeliyiz. Evet, acının dili başkadır. Açıklamaların, haberlerin dili, yaşanan acılara uygun olmalı. Örneğin, “Her şerde bir hayır vardır” denecek bir olay değil depremle yaşananlar. Bu sözün yeri, sırası değil. Koca belediye başkanının, felaket öncesinden de sonrasından da sorumlu olan bir belediye başkanın, böyle bir olayın ardından, “Her şerde bir hayır vardır” diyerek işin içinden çıkmak istemesi olacak şey değil. “Her şerde bir hayır vardır” sözü on kentin yerle bir olduğu böyle büyük bir felaketten sonra söylenmez. “Her şerde bir hayır vardır” demek yaşananları hafife almaktır. Olayı önemsememektir. Empati kurmak bu değil.

Hiçbir dilde hiçbir sözcüğün ölmesini istemem. Ancak bana bir yetki verseler şu “kader” sözcüğünü beyinlerden hemen silmek, bütün sözlüklerden çıkarmak isterim.

Birtakım, bir takım, birsürü, bir sürü…

Baskısı biten romanlarımı, öykülerimi yeniden gözden geçirirken, bazı yazım kurallarına takılıyorum. Bitişik ve ayrı yazılan sözcüklerin belirlenmesi yazımımızda önemli bir sorundur. Bitişik yazarak yeni sözcükler elde edilmemiş olsaydı, hepsini ayrı yazıp kurtulurduk. Nitekim TDK’nin eski başkanlarından Prof. Hasan Eren bu yolu denedi, bütün sözcükleri ayırarak yazımımızı kolaylaştıracağını, bileşik sözcükler sorununu çözeceğini sandı. “Ayrı yaz rahat et!” derdi bu kuralı anlatırken. Bütün bileşikleri ayırdı ama yerinde rahat edemedi, belki de bu yüzden başkanlık makamını bırakmak zorunda kaldı. İki sözcüğü birleşik yazdığınızda ayrı bir anlam çıkar, yeni bir sözcük elde edilir.

“Dün çarşıya çıktım, bir takım elbise aldım.” dediğinizde, “takım” sözcüğü başka bir anlama, “birtakım adamlar” dediğinizde “takım” başka bir anlama gelir.

Buna benzer başka bir örnek üzerine epeydir yazıyorum, ama derdimi başta TDK olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlara anlatamıyorum. “Çoban önünde bir sürüyle dağlara doğru gitti.” dediğim zaman anlatmak istediğim gerçek anlamda bir sürüdür, yani bir hayvan topluluğunu anlatmış olurum. “Dün birsürü adama dert anlatmaya çalıştık!” dediğimizde “sürü” başka bir anlamdadır, çokluk anlatır. Bu son örnekte “birsürü” bitişik yazıldığında artık çobanın önündeki sürüyü düşünmeyiz, böylece birini aşağılamak gibi bir kuşku kalmaz, kabalaşmış olmayız.

Şu halde ayrı yazılan “bir sürü” ile bitişik yazılan “birsürü” sözlüklerde, kılavuzlarda ayrı maddeler olarak yer almalı, buna göre tanımlanıp yazılmalıdır.

Haftanın kitabı:  Sami Karayel, En Meşhur Türk Pehlivanları, (hazırlayan: Oğuzhan Murat Öztürk) Ötüken Yayınevi, İstanbul 2020