24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Diyalektik

Özdemir Nutku

Özdemir Nutku

Eski Yazar

A+ A-
Sözcük yönünden diyalektik ‘tartışma sanatı’ anlamına gelir. Bu anlamda uzun uzun tartışan insanlara ve hatta iyi konuşanlara anlamı genişleterek ‘diyalektisyen’ denilir. Ancak biz bu anlamdaki diyalektiği ele almıyoruz. Diyalektik Tiyatro’yu anlayabilmek için, Diyalektiği felsefi açıdan irdeliyoruz. Felsefi alandaki diyalektik herkes tarafından öğrenilebilir, ama yine de bazı güçlükleri vardır. Bunu açıklamamız gerekir. ‘Metafizik’ bir düşünce yöntemiyse, ‘diyalektik’ düşüncenin evrimini veren, daha büyük bir inceliği getiren ve açıklık sağlayan bir düşünce yöntemidir.
Diyalektik Yöntemin Doğuşu: Metafizik, dünyayı dondurulmuş şeyler bütünü olarak görür. Oysa doğaya baktığımızda bunun tersine her şeyin hareket halinde ve değişebilir olduğunu izleriz. Bu düşünce için de aynıdır. Böylece, doğanın gerçekliği ile metafizik arasında bir uyumsuzluk belirir. Öyleyse, metafizik durağanlık anlamına gelirken, diyalektik devingenlik anlamını verir. Bizim, dışardan hareketsiz gibi gördüğümüz bir tahta parçası bile, atomların hareketiyle oluştuğuna göre, doğada hiçbir şey hareketsiz değildir ve canlıdır. Dışta, katı ve hareketsizmiş gibi görünen tüm maddeler, en azından o maddeleri ortaya çıkaran atomların hareketleri ile, hareketli ve canlıdırlar:
“Doğayı ya da insanlık tarihini ya da kendi düşünsel çalışmalarımızı incelersek, ilk önce bize, sonsuz ilişkiler ve karşılıklı etkileri içine alan, içinde hiçbir şeyin olduğu gibi ve olduğu yerde kalmadığı, tersine her şeyin hareket halinde bulunduğu, değişmekte olduğu ve göçüp gittiği bir düğümler yumağı manzarası verir”.
Antik Yunan kültüründe, her yerde değişimi ve hareketi gördükleri için sarsılmışlardı. Diyalektiğin babası sayılan Heraklitos, bir dünya görüşü getiren ilk düşünürdür; o, dünyayı donmuş ve kalıplanmış olarak değil, hareket halinde betimlemiştir. Ancak bu görüşün bir sisteme oturtulması daha sonra geçekleştirilmiştir.
Diyalektik, niçin uzun bir süre metafizik anlayışın egemenliği altında kalmıştır? Bilimler henüz gelişmediği sırada, insanlar bilgi yetersizliğinden dolayı incelerken onu dondurarak sınıflara, kalıplara ve kategorilere ayırmışlardır. Örneğin, günümüzdeki anlayışın aksine, kimya, fizik, biyoloji ayrı ayrı işlenmiş, aralarındaki ilişki kurulmamıştır. Oysa bu alanlar sürekli olarak birbirlerine etki eden, etki ettikçe birbirlerini değiştiren bilimlerdir. Artık bugün bu ilişkiler bilindiğinden ara bilim dalları da hayata geçirilmiştir. Bunun gibi, doğadaki nesneler ve insanlar arasında ya da türler ile ırklar arasında hiçbir ortak nokta olmadığı sanılmış ve herşeyin başlangıçtan bu yana olduğu gibi kaldığı gafletine kapılınmıştı. Bütün bunlar insanların bilgisizliğindendi. Kısacası, insanın bilgisizliğinden doğan metafizikte doğadaki şeyler, kategorilere ayrılmıştır, aralarındaki ilişkiler düşünülmemiştir, evrim anlaşılamamıştır.
Alman düşünürü Friedrich Hegel (1770-1831), idealist dünya görüşü içinde, bilimlerde ortaya çıkan değişikliği anlayarak diyalektiği ilk geliştiren düşünür oldu. O, Heraklitos’un eski görüşünü yeniden ele alarak, bilimsel ilerlemelerin de yardımıyla, herşeyin hareket halinde ve değişmekte olduğunu, hiçbir şeyin soyut olmadığını, tersine herşeyin birbirine bağlı olduğunu farketti, böylece idealist diyalektiği yarattı. Hegel, düşüncenin hareketini ilk kavrayandır, O, idealistti, çünkü ilk yeri, ilk önemi ruha veriyordu; öyleyse, o kendine özgü bir hareket ve değişim anlayışı ortaya koymuş olyordu. O, maddedeki değişimlerin, ruhtaki değişimlerle varolduğuna inanıyordu. Ona göre evren, maddeleşmiş düşünceydi ve evrenden önce, evreni ortaya çıkarıp belli eden bir ruh vardı.
Oysa maddeci olan ve ilk yeri maddeye veren Karl Marx (1818-1883) ile Friedrich Engels (1820-1895), Hegel diyalektiğinin doğru, ama ters öneriler getirdiğini belirtiler. Engels’e göre, diyalektik, Hegel’de başaşağı duruyordu ve bunu çevirip yeniden ayakları üzerine koymak gerekiyordu. Böylece, bu iki düşünür, Hegel’in tanımladığı düşünce hareketinin başlatıcı nedenini maddesel gerçeğe bağladılar. Onlara göre, bize düşünceleri veren şeylerdir, şeyler değiştiği için düşünceler değişmektedir. Eskiden atlarla, atlı arabalarla yolculuk edilirdi, bugün trenler, otobüsler, uçaklarla yolculuk ediyoruz. Bugünkü yolculuk aracının varolmasının nedeni, bizde trenle ya da uçakla yolculuk etme düşüncesinin varolması değildir. Şeyler değiştiği için düşüncelerimiz değişmiştir.
Diyalektiğin Yasaları:
1. Yasa: Diyalektik değişme: Hiçbir şey olduğu yerde kalmaz. Öyleyse, diyalektik görüş açısından bakmak demek, sorulara hareket ve değişim açısından bakmak demektir. Örneğin Elma’yı ele alalım; bunu iki açıdan inceliyebiliriz: metafizik ya da diyalektik…
METAFİZİK GÖRÜŞLE ELMA DİYALEKTİK GÖRÜŞLE ELMA
Bu meyveyi anlatacak, biçimini, rengini belirteceğiz; niteliklerini sıralayacak, tadından sözedeceğiz. Daha sonra elmayı armutla karşılaştırabilir, benzerliklerini ve farklarını görebilir ve nihayet şu sonuca varabiliriz: elma elmadır, Armut armuttur. Burada hareket görüş açısına başvururuz. (Elbette burada sözkonusu olan, yuvarlanan ve yer değiştiren elmanın hareketi değildir). Ama Elma’nın evriminin hareketidir. Öyle olunca, olgun elmanın her zaman bu durumda kalmayacağı saptamakla işe başlayacağız. Daha önceden elma hamdı; çiçek olmadan önce ise tomurcuktu; ve böylece geriye, elma ağacının ilkbahardaki durumuna kadar gideriz.
Demek ki, Elma her zaman elma değildi. Onun bir geçmişi, bir tarihi vardır; ayrıca şimdi olduğu gibi de kalmayacaktır; düşerse çürüyecek, ayrışacak, çekirdeklerini bırakacak ve herşey yolunda giderse, bu çekirdeklerden bir filiz, sonra ağaç olacaktır. Ve o ağaç evrimi içinde büyüyüp çiçek açacak, Elma verecektir.
Demek ki, elma hep şimdi olduğu gibi değildi; şimdi olduğu gibi de kalacak değildir. Öyleyse, diyalektik düşünceye göre, kesin ve nihai hiçbirşey yoktur. Herşeyin bir geçmişi, bir de geleceği olacaktır. Sonuç, mutlak olan hiçbir şey yoktur.
Herhangi bir şeye, diyalektik görüşle eğildiğimizde, değişimin dışında, hiçbir şeyi ölümsüz ve sonsuz olarak düşünemeyiz; ‘oluş’tan başka hiçbir şey sonsuz ve ölümsüz olamayacağını anlarız. Ham elma neden oluşup olgun duruma gelir? Özü yönünden: içinde bulunan, birbirine zincirleme bağlı olan şeyler nedeniyledir ki, elma olgunlaşmaya itilir; daha olgunlaşmadan önce, elma olduğu içindir ki, olgunlaşmak için henüz güçlü değildir. Elma olacak çiçek, sonra olgunlaşacaktır. Ham elma incelenince, elmayı evrimi içinde ileri iten, içindeki birbirine bağlı zincirleme şeyler, özdevinim (otodinamizm) denilen ve anlamı varlığın kendisinden gelen güç demek olan güçlerin etkisiyle hareket ettiklerini görürüz… Öyleyse diyalektik hareketin, kendi içinde, temel süreci, yani özdevinimi içerdiğini görüyoruz.
Peki, diyalektik açıdan bir pireyi ele alsak, hep böyle olmadığını ve böyle kalmayacağını biliriz. Pireyi ezersek bir değişiklik olmuştur; ama bu diyalektik bir değişim midir? Hayır, biz olmasaydık ezilmeyecekti. Öyleyse, bu değişiklik diyalektik değil, mekaniktir. Örneğin, toplumların tarihsel süreçleri içindeki değişimleri diyalektik; ama dehşet verici silahlar yoluyla değişimleri mekaniktir.
2. Yasa: Etkileşim: Elmanın incelenmesi bizi ağacın kökenine götürür. Ağaç nereden gelir? Elmadan. Bu da bizi, toprağı, elma çekirdeklerinin hangi koşullar içinde filizlendiğini, havanın, güneşin vb.’nin etkilerini incelemeye götürür. Böylece, elimizde bir süreçler zinciri vardır. Bu da, bizi diyalektiğin ikinci yasasını, karşılıklı etki yasasını ortaya atmak ve incelemek olanağını verir. Elma, yalnızca ağacın değil, bütün doğanın meyvesidir.
Bu konuda 19. yüzyıl keşifleri, metafizik düşünce sisteminin terkedilmesine neden olmuştur. Canlı hücrenin ve gelişiminin, enerji dönüşümünün, insan ve hayvan evriminin keşfi diyalektik düşünme sistemini ön plana çıkarmıştır. Tanımaya başladığımız süreci şimdi biraz daha yakından inceleyelim. Elma nereden gelir? Ağaçtan. Ağaç nereden gelir? Elmadan. Dönüp dolaşıp kısır bir döngü içine mi giriyoruz? Elma – ağaç, ağaç – elma! Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan, sorusu gibi bir şey olmuyor mu? Sorunlara böyle baksaydık, bu bir süreç değil, döngü olurdu. Ama şimdi soruyu doğru bir açıdan görelim: bir elma; bu ayrışarak bir ya da birçok ağaç ortaya çıkarıyor; her ağaç bir değil, birçok elma verir. Demek ki, aynı çıkış noktasına dönmüyoruz; elmaya dönüyoruz, ama başka bir düzlemde. Ağaçtan başlayalım: bir ağaç; elmalar verir ve bu elmeler birçok ağacı vareder. Burada da ağaca dönüyoruz, ama başka bir düzlemde. Bakış açısı genişlemiştir. Öyleyse bu bir döngü değil, tarihsel bir gelişimdir. Zaman geçer, ama yeniden ortaya çıkar gelişimler eskilerinin aynı değildir. Dünya, doğa, toplum, tarihsel bir gelişim kurarlar; bu gelişime felsefe dilinde sarmal gelişim [helezoni gelişim] denilir. Başka deyişle, ‘tarih tekerrür etmez’, benzer bir olay ya da süreç, bambaşka koşullar ve birikimler içinde oluşabilir. Bu da bir tekrar değil, değişim geçirmiş bir benzerliktir.
3. Yasa: Çelişme: Şimdi şu soruyu soralım: Özdevinim yoluyla gelişim ya da evrelerin, birbirinin içinden çkmasını sağlayan yasalar nelerdir? Diyalektik, bize şeylerin ölümsüz ve sonsuz olmadığını öğretir; bunların başlangıçları, olgunlukları, yaşlılıkları ve bunu bitiren bir sonları vardır. Her doğan niye ölmek zorunda olsun? Bu, diyalektiğin metafizikle karşılaştırmamız gereken büyük yasasıdır.
Metafizikçi, yaşam denen olguyu incelediği zaman, bunu, başka olgulara bağlamadan ele alır. Yaşamı kendi için, kendi durumunda tek yanlı görür, yani sadece bir tarafından görür. Ölümü de öyle inceler. Böylece şu sonuca varacaktır: yaşam yaşamdır, ölüm de ölüm. Tıpkı Gertrude Stein’ın ‘Gül güldür’ şiiri gibi. Metafizikçiye göre yaşam ile ölüm arasında ortak bir şey yoktur. Hem canlı, hem ölü olunmaz, çünkü bu ikisi birbirinin karşıtı, birbirinin tamamen zıddı olan şeylerdir.
Sorunlara bu açıyla eğilmek, onlara yüzeyden yaklaşmaktır. Biraz yakından incelendiğinde deney, görgü, gerçek, ölümün yaşamı sürdürdüğünü, ölümün canlıdan geldiğini bize gösterdiğine göre, ölüm ile yaşamı karşı karşıya koymak şöyle dursun, birbirinden kesin bir biçimde ayıramayacağımızı anlarız. Ya yaşam, ölümden çıkabilir mi? Evet! Çünkü ölü bedenin öğeleri dönüşerek başka yaşamların dünyaya gelmesine olanak verir. Örneğin, toprağın daha verimli duruma gelmesini sağlar. Birçok durumda ölüm, yaşama yardımcı olacak, ölüm yaşamın doğmasına olanak verecektir. Canlı bedenin içinde bile yaşam ancak ölen hücrelerin sürekli olarak yeniden doğanlara yerlerini bırakmalarıyla mümkündür. Demek ki, yaşam ve ölüm durmadan birbirlerine dönüşürler. Yasa şudur: her şey, her yerde dönüşüp kendi zıddı durumuna gelir. Öyleyse, yaşam yüzde yüz yaşam olsaydı, ölüm varolamazdı; ya da ölüm tamamen kendisinden ibaret, yani yüzde yüz ölüm olsaydı yaşama dönüşmesi olanaksız olurdu. Canlı bir varlığın içinde, hem yaşam hem ölüm vardır: çünkü hücrelerden ortaya çıkan canlı varlığın içinde hücreler kendilerini yenilerler, durmadan ölürler ve yeniden doğarlar.
Öyleyse şeyler birbirlerine dönüşmekle kalmazlar; her şey kendi kendisinin aynı olmakla kalmaz, çünkü o, aynı zamanda, kendisinin zıddıdır da. Her şey kendi karşıtını içinde taşır. Başka deyişle, her şey, aynı zamanda hem kendisini, hem de kendi zıddını içerir. Bu noktada ‘evet’ sözüne karşı ‘hayır’ yanıtının verilmesi anlamına gelen söz çelişmesiyle, az önce gördüğümüz diyalektik çelişme arasında, yani olguların içindeki çelişme arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Bir tavuğun yumurtlayıp üstüne yattığını düşünelim. Yumurtanın içinde belli bir ısıda ve bazı koşullarla gelişen bir tohumun bulunduğunu biliyoruz. Bu döllenmiş tohum gelişerek bir civciv, sonra da tavuk olacaktır. Böylece, bu döllenmiş tohum, yumurtanın inkârıdır. Yumurtanın içinde iki güç vardır: yumurtanın yumurta olarak kalmasına yönelen güç ile, yumurtanın değişerek civciv durumuna gelmesine yönelen güç. Öyleyse, yumurta, kendi kendisiyle uyuşmazlık halindedir. Bu örneği biraz daha geliştirelim: civciv, yumurtanın inkârından doğan bir oluşumdur. Ama tavuk da civcivin inkârıdır. Demek ki, tavuk, yumurtanın inkârından ortaya çıkan civcivin inkârından varolacaktır. Sonuç, tavuk inkârın inkârıdır. Bu da, diyalektik evrelerin genel yürüyüşüdür.
• Olumlama –––––––––––––– TEZ
• Çelişme –––––––––––––––– ANTİTEZ
• Çelişmenin çelişmesi –––––– SENTEZ
Ancak tavuk (SENTEZ), içinde hem yumurtayı (TEZ), hem de civcivi (ANTİTEZ) içerir. Yani Sentez, aynı zamanda, değişik bir düzlemde, hem tezi, hem de antitezi barındırır.
4. Yasa: Niceliğin Niteliğe Dönüşümü: ya da ‘hamleli ilerleyiş yasası’. Her dönüşümün, birbirine zıt güçlerin çatışması sonucu ortaya çıktığını gördük. Bu dönüşüm nasıl olur? Dönüşüm yavaş yavaş olur; bir dizi ufak dönüşümler birikip büyük değişimi ortaya çıkarırlar. Su örneğini alalım: sıfır dereceden başlayıp ısıyı yükseltelim ve 98 dereceye varalım. Dönüşüm aralıksız ve süreklidir. Ama bu böyle sürüp gidebilir mi? 99 dereceye kadar çıkarız, ama 100 derecede, ani ve sert bir değişim olur ve su buhara dönüşür. Eğer tersine 99 dereceden bir dereceye kadar inersek, yeniden sürekli dönüşümler olacaktır, ama bu iniş böyle devam etmeyecektir, çünkü sıfır derecede su değişecek buz olacaktır. 1 dereceden 99 dereceye kadar, su, su olarak kalır; yalnızca ısısı değişir. Bu dereceler arasında su nicelik [kantite] yönünden dönüşüm içindedir: ‘su nekadar sıcak?’, ya da ‘nekadar soğuk?’ sorusunu gerektirir. Ancak su buhara ya da buza değişince nitelik [kalite] yönünden bir değişim ortaya çıkacaktır. Bu evrede su nitelik değiştirmiş, başka bir şey olmuştur. Demek ki, şeylerin evrimi hep nicel değildir. Şeyler belli bir birikimden sonra dönüşürken ani ve kesin bir nitelik değişikliğine uğrarlar.