Yandex
15 Kasım 2025 Cumartesi
İstanbul 16°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dünya çökerken sıradan bir yaşam

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Sinemalarımızda geçen hafta gösterime giren “Chuck’ın Hayatı” (The Life of Chuck), Stephen King’in bir öyküsünden uyarlanan ama ünlü yazarın eserlerinden alıştığımız üzere korku-gerilim türünde olmayan bir dram-fantezi örneği. Ters kronolojik anlatıma sahip filmde bir adamın hayatını sondan başa doğru izliyor, çocukluğuna doğru gidiyoruz. Karamsar ve karanlık üretimleriyle tanınan Stephen King’in eserlerine ve yarattığı edebi evrene bakıldığında umut ile umutsuzluk arasındaki ilişki, kalın hatlarıyla karşımıza çıkar; “Chuck’ın Hayatı” da bu açıdan laboratuvar malzemesi gibi. Filmde herhangi bir korku öğesine yer verilmiyor ama daha beteri söz konusu: Dünyanın sonu geliyor!

Üç bölümden oluşan film, kıyametin kopmakta olduğu günlerde başlıyor. Dünyanın dört yanında deprem, yangın, salgın hastalık, su baskını, kıtlık, söz konusu ve internet denilen şey artık yok. Gerçekten dünyanın, her şeyin sonuna gelinmiş durumda. Dünyamız batmakta. Ve ölüm döşeğinde kanser hastası bir adam görüyoruz.

BİR MUHASEBECİNİN PORTRESİ

Mike Flanagan’ın senaryosunu Stephen King’le birlikte yazdığı ve yönettiği film, bu felaket ortamında dört bir yandaki panolarda karşımıza çıkan “39 yıl için teşekkürler Chuck!” reklam cümlesiyle ivme kazanıyor. Bir muhasebeci olduğunu öğrendiğimiz Charles Krantz’ın yaygın reklamı, ardındaki hikâyeyi merak etmemize yol açıyor ve 110 dakikalık filmde geriye doğru gidiyoruz. Matematik bilimiyle, kozmik takvimle, bellekle, trajedilerle, hüzünle, dansla dolu bir yolculuk bu. Dünyanın içinde bulunduğu müthiş karanlık ve umutsuz tablo, geriye doğru gittikçe biraz olsun umutla bezenmeye başlıyor.

Dünyanın, zamanın, ölümün ve bir adamın yaşamının sorgulanması üzerine kurulu “Chuck’ın Hayatı”, etkileyici bir sokak müziği-sokak dansı performansı sunan uzunca sahne dışında görsellik üzerine kurulu olmayan, daha çok diyaloglara dayalı, yarı-karanlık ortamda geçen, açıkçası pek seyir zevki içermeyen bir film. Çıkış noktası “çöken bir evren” olan filmin şen-şakrak sahnelerle doldurulmasını beklemiyoruz elbette ama Mike Flanagan, King’in kasvetini ikiye katlamış gibi görünüyor. Sondan başa doğru gittikçe hikâye biraz aydınlanmaya başlıyor, umutsuzluk yavaşça geri basıyor ve umudun üzerindeki örtü kaldırılıyor ama seyirci yine de karanlığa bakmaktan kurtulamıyor. Kahramanın yaşam (ve ölüm) yolculuğunun düz bir anlatım yerine katmanların teker teker açılmasıyla verilmesi filme entelektüel bir derinlik katıyorsa da açık söylemek gerekirse kimi sahnelerde sıkıcılık had safhaya varıyor, çaresizlik hissi tavan yapıyor.

VAROLUŞÇU FİLM MERAKLILARINA

Gene birer Stephen King uyarlaması olan “Esaretin Bedeli” (The Shawshank Redemption), “Yeşil Yol” (The Green Mile) gibi filmlerde cezaevi ve ölüm cezası temalarına rağmen umut diri tutulmuş, özgürlüğe doğru tüneller açılmıştı. Mike Flanagan bu kez umutsuzluğu diri tutarken, umudu biçimsel tercihleriyle iletmeyi seçmiş, sıradan bir muhasebecinin “sıradan gibi görünen” yaşamının gizlerine yönelmiş, sıradanlığa anlam yüklemiş. Ölümün kaçınılmaz ve evrenin de sonlu olduğu, tıpkı küçük Chuck’ın dedesinin tavan arasında olduğu gibi “ölümü önceden görmenin” yaşamın geri kalanını çok değerli kıldığı gibi vurgularla felsefenin sularında kulaç atıyor “Chuck’ın Hayatı”. Kozmik takvimde son birkaç saniyeye denk gelen dünya zamanının ve onun içindeki bir zerreciğin varoluşsal serüvenini aktaran film, “Öyleyse dans edelim!” çağrısını da beyazperdede yankılandırmayı ihmal etmiyor. Stephen King uyarlamalarının müdavimlerine ve Varoluşçu film meraklılarına önerilir.

Sinema Film