Yandex
15 Kasım 2025 Cumartesi
İstanbul 15°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dünya Ekonomik Sisteminin Jeopolitiği

Doç. Dr. Girayalp Karakuş

Doç. Dr. Girayalp Karakuş

Site Yazarı

A+ A-

Dünya ekonomik sisteminin rekabetçi ortamı sermaye birikiminin jeopolitik nüfuz alanlarını zorunlu kılmaktadır. Para satmak üzere mal veya emek satın almakta kullanıldığı zaman sermaye olur.(1) Aynı şekilde, çoban yününü satarak aldığı parayla yemek için ekmek alırken parasını sermaye olarak kullanmaz. Ama tüccar, yünü daha yüksek fiyata satacağını umarak yün karşılığı para verirken parasını sermaye olarak kullanır.(2) Ticaretin ayrıcalıklı olarak desteklenmesi aşırı sermaye birikiminin sosyal dengeyi ve ulus-devletlerin işlevini değiştirme yönlü gücünü varsaymak gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin boyunduruk altında kalması iki dalga halinde ele alınmalıdır. Erken dönem emperyalizm 15.yüzyıl da başlayarak 1870’lere kadar uzanmakta bunun yanında yeni emperyalizm ise 1870-1914 dönemi kapsamaktadır bu çerçevede söz konusu süreç birinci ve ikinci dalga emperyalizm metaforlarıyla ele alınmalıdır.
16.yüzyıl İspanyası, sömürgelerinden gelen altın ve gümüşlerle zengin ülkeler konumuna gelmişti. İspanya’nın Meksika ve Peru halkları olan İnka ve Aztek uygarlıklarının altın gümüşlerini talan ederek zenginleştiğini tarihi kaynaklar söylemektedir. Başka bir kaynak ise farklı bir sömürü girişiminin başarısızlığının felakete nasıl dönüştüğünü anlatır. İngilizler’in(1585-1587) Amerika kıtasının kuzey Caroline’da koloni kurma girişimleri felakete dönüşür. Wohunsuocock adındaki Kızılderili lideri kendisine bağlı 30 Kızılderili kabileyle oluşturduğu koalisyonu idare eder. İngilizlerin niyetini çok iyi anlayan Kızılderili lider İngiliz kolonisiyle ilişki geliştirme yönünde hiçbir adım atmaz ve teklif edilen ticareti de ret eder. İngiliz Koloni varlığını sürdürebilmesi ve beslenmeleri için toprağa emek vermeden, Kızılderili halklarını sömürme girişimleri sonucunda İngiliz kolonisinden 1609-1610 kışında 500 kişiden yalnızca 60’ı sağ kalabilmişti. Koloni idarecisi Smith, İngiltere’den yeniden adam gönderilmesini ister. Ancak gelecek olanlar marangoz, duvar ustası, çiftçi ve vasıflı işçi olmalıdır. Altın işleyicisi kuyumcu istemez. Çünkü Smith’in günlüğüne yazdığından anladığımız “Bilmelisiniz ki Kızılderililerin ne altını var ne de kıymetli madenleri, tüm servetleri kumanyadan ibarettir.”(3) Kızılderilileri sömürmek amacında olan İngiliz kolonisi Kızılderililer sayesinde karınlarını doyurmaya bel bağlamaları dramatik bir sonuçla bitmiştir.
Ekonomiyi günümüzün diğer birçok olguları gibi yalnızca kendi oluşumu içinde kavramak zorundayız. Ekonomi önceki neslin emeğine dayanır ve kendisi de gelecek neslin yaşamının temelini oluşturur. İnsan gelişiminin her basamağı belirli bir ekonomiye uygun düşer. Dünya ekonomik sisteminin bugün anlamlı biçimde örgütlenip örgütlenmediği günümüz ekonomisine uygun olup olmadığı gibi soruları yanıtlayabilmek için insanlığın gelişim çizgisini dünya ekonomik sistemini alternatif bakış açısıyla gözden geçirmek zorundayız. Eğer ekonomi kavramı altında tüm gereksinimlerin giderilmesine yönelik kurumların bütünlüğünü anlıyorsak insanlığın ekonomik başlangıcı basit el aletlerin yapımının başladığı el emeği aşamasına dek uzanır. İnsan, dünyayı uygun koşullarda üretime ve neslinin devamı için kendisini de üreme ilişkisi içinde hazır bulmuştur. İnsanın yaşayabilmesi neslinin devamı için hazır doğayı üretim nesnesi olarak geliştirmesi bir zorunluluktu.
Binlerce yıllık bir süreç içinde insan nüfusunun artışı ilk çekirdek aile düşüncesinin bilimsel temelini oluşturur. Konu açısından oldukça kapsamlı olan dünya ekonomik sistemini ilgili alanın kaynaklarından faydalanarak yazılmaya çalışıldı. Ekonominin dinamiklerine egemen ülkeler bağlamında jeopolitik nüfuz alanlarını genişletmeye yönelik çatışma alanlarının yaşanan çelişkilerin sermaye artığından kaynaklandığını belirtmek gerekir. Ayrıca büyük şirket sermayeleri kendi ülkelerinin doymuş iç pazarından başka ülkelerin iç pazarına yönelmesinin bir ayağını da siyasal iktidarlarla işbirliğine bağlı olarak gerçekleştirir.

PATRİMONYAL DÖNGÜ

İmparatorluk yöneticilerinin egemenlik biçimi patrimonyal tipteydi. İmparatorluk yeniden dağıtmacı/haraççı esaslara göre kurulmuştu. (4) İmparatorluk gücünü geniş yönetici kadrosu aracılığıyla sağlardı. Bürokratik aygıtı bu gücü yalnızca imparatorluk merkezi adına onun temsilcisi olarak kullanırdı. Buna göre toprağın ve emeğin ürünleri üretken ve tabi sınıflardan üretken olmayan yönetici sınıflara, bunların tüketimi için akardı. Sonrasında, çeşitli mal ve kaynaklar tabi sınıflara yeniden dağıtılırdı. (5)
Patrimonyal biçimin yayılmacı-genişlemeci politikası ile savaşçı bir niteliği de vardır. Batılılar, 15. yüzyıldan itibaren gemicilik sektörünün gelişmesi ile uzak coğrafyalara yolculuk yapabilme olanağı sağlamış, gemilerini her türlü saldırıya karşı silahlarla da donatmış ve savaşçı bir motivasyona da sahiptiler. Dünya ekonomisi üzerindeki rekabet kızışmış ve bu ekonomi dünya üzerinde egemenlik kurarak koloni biçimli sömürge yöntemleri ile ülkelerin zenginliklerine el koyma şeklinde yürütülmüştür. Ortaçağ İmparatorluklardan ve eski çağların imparatorlukları ile günümüz dünya ekonomisinin egemen güçlerin oluşturduğu sistem ağının benzerliklerini ayırt etmek olanaklı bir durum göstermektedir. Endüstriyel büyümenin etkisi ekonomik anlamda büyümenin yayılmacı politikalara yansıması patrimonyal egemenlik biçimini ortaya çıkarmış gözüküyor. İnsanın insani bir dünya kurma, onu donatma ve iyileştirmek için üretimde bulunma yetisi sınırsızdır. Üretim ve ekonomik büyümenin yavaşlamasının nedeni ekonomik olmaktan çok siyasidir.(6) Ekonomik yapı, siyasi yapı ve sınırsız insan üretkenliğine dayanmadığı sürece sonsuz biçimde genişleyemez. İnsanların bütün yönetim ve örgütlenme biçimleri arasındaysa sınırsız büyümeye en az uygun olan ulus-devlettir. Çünkü onun temelinde var olan gerçek rızayı sonsuz biçimde uzatmak ve yaymak olanaksız olduğu gibi fethedilmiş halklardan bu rızayı almak kolay rastlanmayan bir durumdur. Hiçbir ulus-devlet vicdani rahatsızlık duymadan başka ülkeleri fethetmeye kalkmaz. Rahat bir vicdansa ancak fetih edilen halkları barbarlığa, eşit suçlamalara üstün bir yasa dayatmak ile mümkün olduğuna inandırılmasıyla sağlanır.(7)
Dünya ekonomik sistem tanımlamasını, 15. yüzyıl Avrupası’ndan başlayarak yayılmacı ekonomik örgütlenme anlamında kullanacağız. 21.yüzyıla geldiğimiz süreç içerisinde ilişkiler kurduğu çevre ülkeleri nüfuzuna alarak farklı bir genişlemeci jeopolitik çizgisini ideolojik bir zemine oturttu. Dünya ekonomik sistemi tek bir iş bölümünün varlığıyla tanımlanır. Bu sistemin birden fazla siyasal yapısı bulunur ve sonsuz sermaye birikimine yönelir. Dünya ekonomisinin jeo-politikası coğrafi bölgelerin iş bölümü eksenindeki yerler tarihsel etkenler tarafından belirlenir. Bu etkenler, bölgelerin yeri değişkenidir. Ama sonuçta düzen her zaman hiyerarşik olmuş ve çok gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler, az gelişmiş ülkeler olarak (merkez, çevre, Yarı çevre) tanımlanan üçlü bölünmeyi içerir. Bu üç bölge dünya ekonomik sisteminin tanımladığı ekonomik ilişkilerle yaratılan üretimden payına düşeni alması ile sağlanır. Dünya ekonomik sisteminin devletlere doğru giden bir düzeni vardır. Devlet yapısının sınırları ekonomik bölgeleri belirleyen sınırla tam olarak çakışmaz.(8) Dünya ekonomik sistemi bir devlet modeli olarak kabul ettirdiği neo-liberal-piyasacı ilkelerin devleti ve kamu politikalarını değiştirme ve dönüştürme potansiyeline sahip olduğunu göstermiştir. Devletlerin bir şirket gibi üretim sürecini yürütmesini üstlenen aynı zamanda toplumun rızasını alma yönünde önemli bir işlevi de üstlenmiş durumdadır. Üretim ilişkileri yasal ve siyasal ilişkiler biçimine girer. İktisadi biçim tek başına bir kategorize olmayacağı için hukuk alanı siyasal alanla birlikte üretim ilişkilerine dâhil olur.(9) 1871 Alman birliğinin kurulması sonrası Bismarck’ın, Fransa’nın Afrika’daki sömürgelerinin bazılarını verme teklifini ret etmiş. Ticaret ve deniz üslerinin kurulması ve özel şirketlerin desteklenmesi önerisine karşı çıkmıştı. Ulusal birliğini yeni kurmuş Almanya’nın ulusal ekonomik gereksinimlerini Bismarck iyi biliyordu veya sömürgeci dünya politikasına karşı bir tavrı vardı. Esas olarak ulusal toprak bağlamında düşünen devlet adamlarının emperyalizme şüpheyle bakmalarında haklı nedenler vardı.(10) Ya da vatanseverliğin en iyi ifadesinin para yapmak ve ulusal bayrağını “ticari bir aktif” yerine geçtiği bu yeni yayılma hareketinin olsa olsa ulus-devletin siyasi bünyesini yok edebileceğini biliyorlardı.(11) İnsanlık tarihinde kurulmuş imparatorluklar fethettiği farklı halkları ortak bir hukuk çerçevesinde birleştirmek, asimile etmeden, rıza almadan yayılmacı ana amaç doğrultusunda hareket eden düşünce içindeydi. Üretimdeki artışın ülke sınırlarını zorlamaya başladığından itibaren ticaret ve ekonomi her ülkeyi dünya politikasına karıştırdı. Bu yeni siyasal güç devşirmenin kendi başlarına dünyanın tamamına tekabül eden siyasal yaşamına müdahil olmayı kendilerini yetkin ve ehil olduklarını göstermek istemeleridir. Ekonomik üstünlüklerini siyasal güce devşirmeyi ve siyasal üstünlük kurmalarını meşrulaştıracak araçlar rıza üretme işlevi görmesi sağlanmalıydı. Modern anlamda ulus-devlet biçimi 15-16. yüzyıl içinde ortaya çıkmış “sınır” kavramı da aynı tarihlere rastlamıştır. Daha önceleri siyasal toplulukları ayıran kesin sınırlar yoktu. Dünya ekonomisinin belirginleştiği 15-16. yüzyıl Avrupası’nda dağınık ve çatışmacı otoritelerin arasında bölünmüş halklar ülke ve millet kavramlarının tahrik edici çekiciliği ile yeni bir ulus-devlet örgütlenmesi biçimiyle ortaya çıkmıştır. Tarihsel açıdan egemenlik kavramı devlet kavramıyla ortaya çıkmıştır. Devlet kavramının soyut niteliği ampirik araştırmaların konusu olmaya elverişli değildir. Oysa politika bilimi somut izlenebilir insan davranışları olarak beliren siyasal olayları inceler. Bunlar arasındaki ilişkileri ve nedensellik bağlarını ortaya koymaya çalışır.(12) Devlet düzeninden söz edildiğinde o düzeni kuranlar otoriteyi kullananlar, kanunları yapanlar aslında hep insandır ve bu gücü kullananlar belli bir siyasi görüşü ideolojik eğilimleri ve dünya görüşleri vardır. Toplum içinde belli bir sosyal sınıfın veya grubun temsilcileri yanındadırlar. Dolayısıyla devlet adına alacakları kararlarda açıktan veya doğrudan onların çıkarlarına çok daha yarayacak düzenlemeleri yapacakları açık ve nettir. Alınan bu siyasi kararlar devletin damgasını taşıdığı ve onun otoritesini taşıdığı için toplumda geçerlik kazanır. Ancak bu kararların arkasında devleti yönetenlerin siyasal tercihlerinin ve çıkar gruplarının ön planda olduğunu gözden uzak tutmamak lazımdır.(13)
Dünya ekonomik sistemin işleyişini kolaylaştıran, New York’da kurulan ve gelişmekte olan ülkelere kredi sağlayan Dünya Bankası (WB) Uluslararası Para Fonu (IMF)’nun oluşturulması, ekonomileri homojenleştiren yapıya dönüşmesini sağladı. DB, IMF, WTO gibi sistemin kaleleri kadar ikili komisyon (Bilateral commission) üçlü komisyon (Trilateral), Dünya Ekonomik Formu vb gibi alt örgütler tarafından uygulanır.(14) Dünya ekonomik sistemi hiyerarşik ve örgütlü egemenliğinin en büyük ayağını doların dünya parası olması oluşturur. Gerçekten de bazı koşullarda para politikası paranın dolaşım hızındaki değişikler bilinçli bir şekilde birileri tarafından saptırılabiliyor. Bu müdahaleler çok yönlü amaçla yapılmaktadır. Para politikası, harcamaları, ücret ve fiyatları etkilemektedir. Döviz kurlarının esnekliği, değiştirilebilir azaltılabilir olmasına yönelik artışların dünya ticaret hadlerinde bir değişiklik olmasa da iç fiyatlarda artışa yol açabilir.(15) Sermayelerarası ilişkiler her zaman çelişkilidir. Çelişkilerin derecesi hem fiili hem de potansiyel rekabet alanına ve hem de rekabetin yoğunluğuna bağlıdır. Sermayenin birbiriyle rekabeti hangi bölgelerde olacaktır ya da bu rekabet hangi biçimde olacaktır?(16) Sanayileşmiş ülkelerin birbiriyle yaptıkları mamul ticareti genellikle dengelidir. Rekabet yoğunluğuna göre mamul mal ticaret hadlerinin arttırılması yönünde gelişme gösterir. Dış yatırım ile dünya pazarlarına girmenin en etkili yolu hâline gelmiştir. Hem mevcut pazarları korumanın hem de yeniliklerini ve beyin göçünü ele geçirmenin aracı olarak giderek artan ölçüde önem kazanmıştır. Dünya ticaret sisteminin önemli ayaklarından olan uluslararası şirketler gerek ithalat gerekse ihracatta birbiriyle bağımlılık içindedirler. İhracat yapan büyük şirketlerin dış pazarlara girişi üretim ve dağıtım tesislerini kurarak doğrudan yatırımlarla dış pazarlara girişlerinde önemli rol oynar. İhracatta daha önemli konuma gelen şirketler üretici şirketlerin dışarıya doğru genişlemesinde yatırımları kullandıkları görülür. Ürün pazarlama önemli hale gelmiştir. Avrupa şirketlerinin Amerika’ya ihracat yoluyla girişi Batılıları Amerika pazarlarına hâkim konuma getirmiştir. Dış yatırımların uluslararası rekabetteki önemi tartışılan konunun çok ötesindedir.(17) Doların uluslararası saygınlığı Amerika ekonomisine kattığı muazzam ayrıcalık ABD’nin açığa dayanan bütçesi gibi ekonomik hastalıklarına koltuk değneği vazifesi görür. ABD hükümeti her yıl tahsil ettiğinden daha fazlasını harcıyor aradaki farkı hazine bonosu satarak kapatıyor.(18) Atlantik Okyanusunun iki yakası arasındaki rekabetin her geçen derinleşmesi Dünya ekonomik sistemin jeopolitik göreli üstünlüklerin dünya pazarındaki mücadelesinin bir yansımasıdır. Uzun süredir devam eden bu rekabetin hazırlıkları olarak ABD’ye bir meydan okumadır. Avrupa’nın yeni parası “euro” paranın ötesinde siyasi bir yönü ifade eder. Hatta adı bile vardır “karşı güç savı”.(19) Avrupalaılar askeri güç bakımından ABD ile boy ölçüşemez konumda olduğunun da farkındadırlar. Dünya ekonomisinin bloklaşması daha sonraki süreci kapsar. İkinci Dünya Savaşı bitiminde dünya liderliğinin ABD’ye geçmesi ile savaşta harap olan Avrupa’nın, ekonomisini toparlayabilmesi için ABD’nin ekonomik desteğine ihtiyacı vardı. Bununla beraber Avrupa, ABD ekonomisine bağımlı ve daha az özgür denetlenebilir bir ekonomiye dönüşmüştü. Dünya ekonomisinin çelişkilerinin büyük boyutlara ulaşmamasını ve sistemin örgütlenmesi rolünü yerine getirmesi isteniyordu. Gelişmiş ulus devletlerin (AB) ulusal sermayelerinin çıkarlarını korumak için gelişen dünya pazarlarından pay almak istemesi, rekabetin arttığı bir ortamda ABD şirketleriyle karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı. Avrupa ulus-devletleri bu baskıyı kırmak için ya bir ittifak ya da uluslarüstü bir güç birliğiyle ABD’nin sermaye şirketleriyle eşit düzeyde rekabet ederek ABD’nin dış pazar egemenliğine son vermek istiyor. Uluslararası şirketlerin büyüklüğü birçok devletin milli gelirin çok üstünde bir güce sahiptir. Bu yoğun etkisinden dolayı uluslararası politikalarda etkileri büyüktür. Bu devletler kârları ve faaliyetlerini etkileyecek bir durum söz konusu olduğunda rejim değişikliğine ve askeri darbe gibi seçenekleri kullanmaktan çekinmezler. Bu yüzden çok uluslu şirketler bağımsız politikalar izleyen devletlerden hoşlanmazlar. Liberal yaklaşımları liberal ilkelerle destekleyen ulus-devletleri tercih ederler. Uluslararası politikalardaki baskın etkinlikler kurmaları nedeniyle devletlerin ortakları konumuna gelmiş durumdalar. Çok uluslu şirketler dünya ekonomik sistemin motoru görevini üstlenir, politikalarını baskı grupları aracılığıyla amaç ve çıkarlarına ulaşmaya hedeflerler. Ekonomik kaynakları çok fazla olan baskı gruplarının, dünyada fazlaca özel televizyon ve gazeteleri, lobi gurupları baskı unsuru olarak vardır.

DÜNYA EKONOMİSİNİN YUMUŞAK GÜÇ KAVRAMINDA ŞEKİLLENMESİ

Dünya ekonomik sisteminin küresel siyasetini jeo-politik, jeo-ekonomik, jeo-kültür kavramlarının yumuşak güç içinde kullanarak şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Modern dünya ekonomik sistemi zaman ve mekânla ilgili özelliklerini içinde barındırır. Mekânın özelliği jeopolitik ayrımını yaparken ekonomik zenginliklerini hiyerarşik yapısıyla etkin ve baskın kontrol edici olarak kullanır. Zaman boyutunda ise dünya ekonomisinin genişlemesi veya daralması yönündeki etkiler var. Ekonomik araçlarını bir dış politika enstrümanı olarak kullanmayı yaygınlaştırmıştır. Aynı zamanda teknolojik silahları tekel oluşturacak biçimde tehdit olarak kullanır. Dünya ekonomisi hiyerarşisi içinde hukuk vurgusu, iklim değişikliği, insan hakları, yoksullukla mücadele retoriğini belli amaçlar doğrultusunda kullanmaları samimi değildir. Bölgesel çatışmalardaki tutumları çıkarlarının motivasyonu ile gerçekleştirdikleri müdahalelerde uluslararası hukukun anlamsızlaştırıldığı bir durum söz konusu olmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında jeopolitik kavramın ve coğrafi faktörlerin bir kombinasyonu(20) olarak jeo-kültür, jeo-ekonomik kavramlarla etkileşim içine girmiş nihayetinde jeopolitik kavramı artık askeri harekatla toprak işgal etme dahil her konuda uluslararası ilişkilerde kullanılan bir kavram olmuştur.(21) Gelişmekte ve az gelişmiş olan ülkelerin sorunlarını tam olarak bilmesek de içsel ve dışsal etkilerin olduğunu yadsıyamayız. Ekonomistlerin ortaya koyduğu birçok kuram, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde geçerli olabileceğini düşünmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Buna rağmen birçok siyasi, sosyal, ekonomik açıdan tespit yapabilmek mümkündür. Bunların belli başlıları olarak endüstriyel gelişme ve sömürgecilik ilişkisinde aramak gerekir. Batı formu siyasal sisteminin ticari liberasyon ve demokratikleşme arasında ilişkisi vardır. Bu ülkelerde pazar ekonomisinin gelişmesi ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ile daha fazla demokrasiyi beraberinde getireceğini varsaymak çok tartışılan bir konu olmakla beraber doğruluğu da tam gerçeği yansıtmaz. Ekonomileri üst seviyede gelişmiş ülkeler nüfuz alanlarını genişletmek için demokrasi kavramını araç olarak kullanır hâle gelmişlerdir. Dünyanın dört bir yanına nüfuz ederek yeni yatırımlarla hammadde kaynaklarına ulaşmak, kara ve deniz üsleri kurmak bütün ulusların ilhakına yönelik hamleler olduğu açık olarak görülmektedir. Ulusal sınırları içindeki sıkışmış lüzumsuz para yani sermaye iç pazardaki üretken yatırımlara dönüştürülememesi dış ülkelere sermaye yatırımının önünü açarak yeni bir mali spekülasyon sistemine geçmenin önünü açmış ve arz-talep yaratacak argümanlar ile ekonomik ilhakına yönelik bir hamle olarak gerçekleştirmiş oluyordu.
Mevcut ekonomik sistemin jeopolitiğinde olan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere sermaye akışı niteliğindeki yatırımlar birçok etkinin yanında iç sömürü, kaynak transferi, beyin göçü, yeniliklerin transferi ve emek sömürüsü gibi sorunları da beraberinde getirir. Üretim- tüketim davranışlarını etkileyen ve sosyal hayatı olumsuz yönlendirme kalıpları içinde görülmektedir. İnsanın birey kimliği ve toplumsal kimliği olan insanın hakları yaşadığı toplumdan ve mekândan bağımsız hak sahibi bir kişilik olarak kabul edilir. İnsan haklarının kapsamı sürekli olarak genişler ve değişir. İnsan haklarını korumak devletin sorumluluğundadır. Aynı zamanda insan haklarını ihlal eden yine devlet olarak görülür. Demokrasi, insan hakları ve toplumsal düzeni ihlal eden ekonomik sistemin vahşi rekabet koşullarında işçi hakları, çocuk işçi kullanımı, sosyal haklar düzeyinde dengesizlikler olmak üzere birçok insan hakları ihlalleri görülmektedir. Devlet dışı aktörlerin ulus-devlet içindeki faaliyetleri ile büyük krizlerin bir parçası olmuş durumdadır. Uluslararası ekonomik sistemdeki yapısal değişikler devleti “rekabetçi devlet”(22) konumuna getirmiş durumdadır. Piyasa merkezli neo-liberal devlete geçiş sürecinde kalması ulus-devletlerin karar almalarını sınırlamış, hareket alanını daraltmıştır. Ulus-devletlerde neo-liberal ekonomi sistematiği içinde kamu hizmetlerinin azaltılması ve özelleştirmeyle özel sektörün önün açılması sağlanmış oluyordu.
Rekabetçi piyasa ekonomilerini yönlendiren sadece piyasalarda oluşan arz- talep dengesi değildir. Aynı zamanda fiyat arasındaki dengedir. Ekonomileri hedefe götürecek olan fiyatlar arasındaki dengedir. Piyasa mekanizmasının kendi bünyesinde piyasa krizleri yaratma potansiyeli olduğu çok yakından bilinmektedir. Doların rezerv para olarak aşırı değerli kalması ülkelerin dış ticaretinde çok büyük açıklar vermesiyle sonuçlanmaktadır. İthal edilen malların ucuzlaması ihraç edilen malların pahalılığı gibi durumlarda ülkelerin ticaret açıkları vermesi kaçınılmaz olur. Dış ticaret açıkların büyümesi sermaye girişiyle kapatmaya çalışmak sürdürülebilir bir durum değildir. Gelişmekte olan ülkelerin krizlerle boğuşması yaygın bir durumdur.(23) Ekonomiyi yönlendiren ve fiyatları ortaya çıkaran piyasalardır varsayımı ile gerçek hayatta rekabetçi piyasaların zaman içinde yok olduğu açıkça görülmüştür. Pek çok sanayi dalında büyük üreticiler çeşitli şekilde tekelci konumlarını güçlendirmişlerdir.(24) Gelişmekte olan ülkelerin veya az gelişmiş ülkelerin en belirgin özellikleri hepsini kapsamamakla beraber sömürge geçmişine sahip olmaları veya Batı ile kurulmuş olan ticari bağımlılık ilişkisidir.(25) Ekonomi Kalkınma Örgütü (OECD) ve G-7 gibi ülkeler küresel bazda nüfus olarak az ama zenginlik bakımından güçlü olan ülkelerdir. Düşük ve orta gelirli ülkeler ayırımında 1000-1200 dolar arasında gelire sahip ülkelerdir. 1200 üstü gelire sahip zengin ve gelişmiş ülkeler olarak görülmektedirler. Ülkelerin birbiriyle kıyaslanması ekonomik özelliklerine göre farklılıklar gösterir. Temel makroekonomik dengelerin değişmesi ülke gruplarının farklılıkları nerelerden nerelere ve nasıl olduğu hakkında bilgi verir. Gelişmiş ülkelerin büyüme hızı düşerken gelişen ülkelerin ekonomileri hızla yükselmiştir. Bunun nedeni üretim merkezinin ucuz işçilik ve maliyetin yüksekliği nedeniyle özellikle Asya ülkelerine kaymalarıdır. 1960-1995 yılları arasında gelişen ekonomiler arasında Asya Kaplanları diye anılan Hong Kong, Güney Kore, Tayvan, Singapur 1960-1995 arası düşen iş gücü maliyeti ve dışa açık büyüme sayesinde hızlı endüstrileşme ve yüksek büyüme rakamlarıyla dikkat çekmiştir. Aynı büyüme yöntemini benimseyen, Endenozya, Filipinler, Malezya, ve Tayland ikinci kuşak Asya Kaplanları olarak ifade edilmektedir. 1997 kriziyle önemli sorunlarla uğraşan Asya kaplanları ekonomik büyümelerini eski hızda olmasa da büyümeyi sürdürmekteler. Asya Kaplanları olarak adlandırılan ülkelerin ekonomik temelli olması, siyasal bir misyon taşımamaları dünya ekonomik sistemin jeopolitiğinde meydan okuma gibi küresel çapta aktör olma gibi bir özelliklerinin olmamasındandır.
1990’larda APEC’in (Asya Pasifik Ekonomi İşbirliği) gelişmiş ülkelerle kurulmuş olan ortaklıklar biçiminde bir araya gelmeleri Dünya ekonomik sistemini sağlıklı devam ettirebilme amacına yöneliktir. Aynı zamanda aralarındaki anlaşmazlıkları birbirine verdikleri ticari tavizlerle göreli bir anlaşma statüsündedir. Günümüzde BRICS ( Brezilya. Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve MİST (Meksika, Endenozya, Güney Kore, Türkiye) gibi ülkeler arasında kurulan ekonomik işbirliği ortaklıkların nedenleri dünya ekonomik sisteminin maliyetlerini azaltmak ve işbirliği geliştirmelerine imkân sağlamaktır. Bir başka neden gelişmiş zengin ülkelerin söz sahibi olduğu bir dünyada birlikteliğin statükoya karşı durumlarını kolaylaştırmaktır. Bölgesel güç birliğine giden ortaklıkların ve dünya ekonomik sisteminin hiyerarşik statükosuna karşı ayakta kalabilmesinin bir koşulu olarak milli ekonomilerin kendilerini koruma yöntemi olarak ithal ikameci endüstrileşmeye yönelmelerin artmasıdır. Ancak bu yeni süreçte pek çok eski koloni gelişme sorununun üstesinden gelememiş üstüne üstlük siyasal ve kültürel bakımdan gelişmiş ülkelere olan bağımlılıklarını devam ettirmek zorunda kalmışlardır. Eski sömürgeci güçler ile olan ekonomik, siyasal ve kültürel bağlarını ortadan kaldıramamışlardır. Bağımsızlıklarını kazanmış gözükse de egemenlikleri sorunlu bir durumda kalmıştır. Ekonomik olarak yoksul, siyasi olarak otokrat, sosyal olarak istikrarsız olan ülkelerin sorunu üzerine ortaya konulan kuramlardan olan modernleşme ve bağımsızlık kuramları sorunun içsel nedeni olarak görülürken bağımsızlık kuramı dışsal nedenler üzerinde kaldı. Sosyal bilimcilerin bağımlılık kuramları azgelişmişlik sorununu dış kaynaklı olarak belirlemiştir. Dünya ekonomi sistemindeki eşitsizliğin temelinde mamul ürün fiyatlarının ham maddelere göre çok hızlı biçimde artması bu durumun en önemli ayağını oluşturur. Bir diğer deyişle ileri teknoloji ürünü mamullerini çevre ülkelere ihraç eden merkez ülkeler, karşılığında bu ülkelerden hammadde almaktadır. Böylesi bir ticari döngü ise çevre ülkeler aleyhine işleyen bir sürece denk gelmektedir. Ve bu da az gelişmişliği sürekli hale getirmektedir.(26) Dünya ekonomik sistemin bir başka önemli örgütlenmesi bankacılık sektörüdür. Bankalar, hem ekonomik hem de politik yapısıyla topladığı mevduata faiz ödeyerek daha büyük faiz karşılığında kredilendirir. Bankalar büyük sanayi şirketlerine ortak olarak banka ve sanayi sermayesini birleştirir ve finans kapital (tekelci sermaye) oluşur. Bu muazzam mali gücün mali oligarşiyi patrimonyal sistemle benzerlikleri vardır.
18.yüzyıl başlarında “mali devrim” diye adlandırılan dönemde savaşan Avrupa devletlerinin savaşın giderlerinin karşılanması amacıyla faizci/ tefeci büyük sermayedarlardan borç para alma biçiminde gelişen süreç yaşandı. Amsterdam, Londra, Lyon, Frankfurt ve daha başka şehirlerde faizciler, sarraflar, borç senedi tüccarları çoğalmıştı. Bu kişiler karmaşık bir bankacılık ve kredi sistemi geliştirdiler. Uluslararası kredi yapısını da düzenli bir biçimde sistemleştirdiler. 17. yüzyıl, deniz aşırı sömürüye dayalı ticaret imparatorlukların kurulduğu ve “doğal sınırlar” kavramının anlamını yitirmeye başladığı bir döneme denk gelir. Dünya ticaret sisteminin sömürüye dayalı ticari rekabeti sonucunda tekelleşme başlar ve hammadde bölüşümü gerçekleşir. Mali yönden dünyanın en güçlü şirketler arasında anlaşmalar doğar. Almanya ve Birleşik Devletler’de elektrik sanayisinin en güçlü tröstleri doğar. 1907 yılında bütün dış pazarlar paylaşılır. İki büyük denizcilik tröstü (Hanburg-Americaline ve Nord Deutscher) ile Anglo-Amerikan tröstü deniz ticareti ulusal şirketi 1903 yılında yolcu ve mal taşımacılığı alanında bütün deniz yollarını paylaştılar.(27) Finans kapitalin rantiyeci haline gelmesi ve dış ülkelere yatırdıkları sermayeler büyük karlar getirmeye başlar. İngiltere’nin 1849 yılında iç pazardan elde ettiği kâr 18 milyon sterlin iken, yabancı ülkelere yatırdığı sermayeler onlara 90-100 milyon sterlin kâr sağladı.(28) Dünya ekonomik sistemin getirdiği eşitsizlik az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin sorunu olarak karşımıza çıkar. Ekonomik ve politik eşitsizlik güçler arasındaki ilişkiyi durmadan değiştirir. Bu yüzden güç değişikliği devamlı bir yarış hâlindedir.
Dünya ticaret sisteminde bazı güç katmanları arasında karmaşık ve hiyerarşik ticaret ağları ve belli gurupların özel bir rolü vardır. Uluslararası ticaret artık hammaddeyi temin ettikleri çevre ülkelerden imal edilmiş olarak temin ediliyor. İmalat yaparken emek maliyetini ucuza getiriyorlar. İmalat artık yoksul ülkelerin emeğinin ucuz olduğu bölgelere kaydırıldığı için ülkeler ihracatçı haline gelmiştir. Çin ihracatının %92’sini, Hindistan %70’ni, Endonezya %45’ni, Meksika %76’sını, Brezilya % 51’ni mamul mal ihracatı üzerine oluşturuyor.(29) Küresel ekonominin uluslararası şirketleri emeğin ucuz olduğu ülkeleri dünyanın üretim atölyesine dönüştürmüş durumdadır. Mal ve hizmet akışı hızlandırıldı ve aynı zamanda finans kapital sistemi de hareketlendi. Finans kapitalin dünya ekonomik dinamikleri içindeki payı ve gücü arttırıldı. Bunun sonucu ülkelerin borçluluk düzeyi gittikçe arttı. Borç stokları devasa biçimde büyümüştür. Büyük şirketler paralarını yatırımdan ziyade finansal piyasalara aktararak borç verme ve spekülatif amaçlı kullanmaya yönelmişlerdir. Finans kapitalin kredi miktarındaki borç stoku artışları 197 trilyon dolara, özel sektörün borçları 144 trilyon dolara devletlerin borçları 84 trilyon dolara yükselmiş durumdadır.(30) Finansal servet dağıtımında eşitsizliğin en belirginleşen yönünü ortaya koyan araştırmalarda en zengin %1’lik nüfusa denk gelen azınlığın küresel servetten 19 trilyon dolar pay alıyor. Bu durum 169 ülkenin elde ettiği gelirden daha fazlası demektir. Küresel servet 2019 tarihi itibariyle 399 trilyon doları aşmaktadır. Bu servetin dağılımı ise şöyledir: “%1’lik nüfus servetin %43.4’üne sahipken, %54’lük nüfusun payına düşen 5.4 trilyon dolara denk düşmektedir.”(31) Yirminci yüzyılın sonu itibariyle gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere doğrudan yapılan yatırım oranı 1914’de yüzde 32 iken, yirminci yüzyıl sonunda bu oran yüzde 22 civarındadır.(32) Bunun anlamı dünya finans kapitalinin bazı güç katmanlarını elinde bir güç olarak tutmalarıdır. İleride karşılarına çıkacak meydan okumaları kontrol altına tutmaktır. Finans kapital bugünkü dünya ekonomisinde başlı başına bir güç haline gelmiştir. 2007 yılında ABD’de Finans hizmetleri kârların yüzde 40’nı üretmiştir.(33) Finanslaşma ekonomiyi canlandırmak adına yapılan finans balonlarına ihtiyaç duyar. Ancak böyle bir büyüme devamlılığı olmayan ve ekonomiyi büyütmeye yarayan bir işlev ortaya koymaz. Yani ekonomik canlılık ve büyüme getirmesi beklenen finans destekli şişirilmiş ekonomilerde finansal krizle her zaman beklenilen bir sonuç ortaya çıkar. ABD’de 2000 yılında “Borsa balonu” 2002-2007 ipotekli konut kredisi (mortgage) balonu gibi krizler bir örnektir. Ancak emek sömürüsünden elde edilen kâr azalmaya başladığında kredi borca dönüşür. Ve artık geri dönülmez hale gelir. Finansallaşma hipotezinin açıklayamadığı şeyse kredilerin neden ve nasıl ne zaman aşırı borca dönüştüğüdür.(34) Dünya ekonomik sistemin gidişatı hakkında tahminde bulunmak oldukça güçtür. Bu güçlüğün yanında ekonomik hayatın oldukça karmaşık ve spekülatif oluşu bir çok olayın etkisi altında olmasındandır.

SONUÇ

Dünya ekonomik sistemi statükosunu analiz etmekte neden zorunlu olduğumuzu sosyo-ekonomik ve sosyo-politik çerçevede rekabetçi -piyasa ekonomisinin eşitsizliği gidermede yetersiz kalmasından dolayı olduğunu söyleyebiliriz. Batı formundaki bu sistemin alternatifsiz üstünlük bağlamında gösterilmesi de başlıca bir sorun olarak görülmektedir. Rekabetçi-piyasa merkezli sistem, ülkelerin ihtiyaçlarını ve ülkelerinin kaynaklarını ve birikimini tarih, kültür, sosyal değerlerini etkin bir şekilde karşılayabiliyor mu? Bu soruya olumlu cevap vermemiz mümkün değildir. Politik ağırlıklı dünya ekonomik sistemi mülk edinme amaçlı kurumsal ve teorik temel oluşturmayı hedeflemiştir. Arz-talep, bütün piyasa olgularına uygulanabilir bir apriori insani davranışı olmaktan çıkmalı. Piyasa dengesi amacına ulaşmak için hem tüketici hem de üretici korunmalı. Tüketici-üretici davranışlarına olumlu yön veren bir model üzerinde çalışılmalıdır. Finans kapitalin mali gücü birçok ülkenin mali gücünden daha fazlasına tekabül etmektedir. Finans kapitalin spekülatif biçimde para dolaşım hızını kontrol etmesi petro-dolar-faiz ikilisinin bileşiminin bir sonucudur. Finans kapitalin mali gücü gittikçe artmakta ve patrimonyal bir döngünün içine doğru ülkelerin çekildiğinin farkına varmak gerekir. Ülke ekonomisinin temel motivasyonu toplumsal refahı yaygınlaştırmaktır. Ekonominin temel sorunu neyi, nasıl ve kim için üretileceğinin bir şekilde cevaplandırılmasıdır. Üretim ve tüketimin olması gereken yerde konumlanması anlamlı olacaktır. Kaynak dağılımının kullanımının düzenlenmesi öncelikli konular arasında yer almalıdır. Çatışma ve çelişkiler, dünya ekonomik sisteminin eşitsizlikçi yapısı sosyo-ekonomik kurumlarla dengesiz uyumundan ortaya çıkmaktadır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyo-ekonomik ortamın bugün artık geçerliliği kalmamıştır. Doğru şeylerin istenip istenmediği sorunu bugün daha büyük önem kazanmıştır.

KAYNAKÇA

*Bu çalışma daha önce Sosyal Bilimlerde Dil, Toplum, Tarih, Ekonomi ve Siyaset- 4 kitap bölümü çalışması olarak yayımlandı. Aydınlık gazetesinde yayımlanması için gerekli izinler alındı.
1)Leo Huberman, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, Çev: Murat Belge, 20.B., İletişim yayınları, İstanbul, 2021, s.177
2)A.g.e s.178
3)Daron Acemoğlu- James A.Robinson, Ulusların Düşüşü, Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri, Çev: Faruk Rasm Velioğlu, Doğan Kitap Evi, İstanbul, 2013, s.83
4)Reşat Kasaba, Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Ekonomisi, Çev: Kudret Emiroğlu, İstanbul, Bilge Yayınları, 1993, s.10-11
Bkz. Patrimonyalizm ,Yeniden Dağıtmacı/ Haraçcı düzen, Kavramlar, İmmanüel Wallerstein, Max Weber,Karl Poloyi, çalışmalarında kullanılmıştır.
Bkz. Kapitalist Dünya ekonomisi kavramı, Wallerstein ve Hopkins tarafından geliştirilmiştir.
5)A.g.e. s.16
6)Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları /2 Emperyalizm, Çev: Bahadır Sina Şener, İstanbul, İletişim Yayınları, 2014,s.15
7)A.g.e s.10-11
-8)Kasaba, a.g.e s.11
9)Aysen Tokal, ‘’ Çok Uluslu Şirketler ve Endüstri İlişkilerine Etkileri’’, Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, , Cilt:3 , 2001, s.2
10)Arendt, a.g.e. s.12-13
11)A.g.e. s.13
12)Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, 35.Basım, Bilgi Yayın Evi, İstanbul, 2014, s.46
13)A.g.e. s.48-48
14)Bkz. Gaye Yılmaz, Kapitalizmin Kaleleri-1 IMF,WB,AB, Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu,İstanbul, 2006.
15)Bkz. Bob Rowthorn, Kapitalizmin Çelişkileri ve Enflasyon, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1985.
16)A,g,e s.35
17)A,g,e s.38
18)T.R.Reid, Avrupa Birleşik Devletleri, Çev: Nur Küçük, Salyongoz Yayınları, 2007, s.336-337
19)A,g,e s.12
20)Definition of Ceopolitics,https/www Marriam webster.com./dictionary/geopolitics
21)Ali Hasanov, Jeopolitik, Çev: Fuat Şemmedov, Babıali Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2012, s.41
22)Cerny,P,G, TheDynamics of Financial Globalization Technology Market Structure and Policy Respose, Policy Science, Vol 27, 1994, pp,319-342
23)İ.Özer Tuna, Kapitalizmin Son Direnişi, Alfa Yayınları, İstanbul 2005, s.108-109
24)A.g.e. s.97
25)Anthony Giddens, Sociology, Cambridge, Polity press, 1997, s.59
26)A.g.e. s.56-57
27)N.Y.Teliseyeva, Yakın Çağ Tarihi, Yordam Kitapçılık, İstanbul,2009, s.312
28)A.g.e. s.313
29)World Development Report, Washington,DC, Dünya Bankası,2009.
30)Roberts,M, G.20: the dept Solution,http://c adtm,org/ G.20 .the.dept.solution
31)Credit Suisse,Rosearch Institute,Glabal Wealth Report,2020, s.29
32)Glabalization, Growth,and Poverty, Washington-DC- Dünya Bankası,2002,s.43
33)The Economist,22.3.2008, s.91
34)Roberts M, 2018, Financialisation,or Profitability? http:// thenextrecession. Vord Press, com.