Dünyamız Dingo’nun ahırı mıdır?
Dingo’yu bilmeyiz. Zaten bilmemize gerek de yok. “Dingo’nun Ahırı” artık Türk kültürünün içine işlemiş bir deyim halindedir. Önemli olan, Dingo’nun ahırı deyiminin, girenin çıkanın belli olmadığı, her şeyin karmakarışık olduğu yer, kuralsız bir mekân anlamı taşımasıdır. Bu deyime böylece bakarsak, 2025 yılının ilk günlerinde, dünyamızın hallerini belki de en iyi açıklayan bir anlama sahip olduğunu görebiliriz.
Mağaradan çıkıp da medeniyet yolunda karınca hızı ile yürüdüğümüz son 20 bin senede, geldiğimiz bu noktanın oldukça hayal kırıcı bir nokta olduğu konusunda, hemen herkes hemfikirdir. Aradan bu kadar süre geçmiş olmasına rağmen, Darwin’in evrim teorisine esas olan maymunlardan çok da fazla sayılamayacak bir farkımız olmadığını, her gün yollarda, işyerlerimizde, haberlerde ve ilişkilerimizde görebilmenin verdiği derin rahatsızlık içinde tüm dünya. Eğer Darwin’ci değilseniz bile, aradan geçen 20 bin uzun senede, hala ormanlardaki yaratıklardan çok da fazla farklı olmayan bir hayat yaşadığımızın açıklamasını yapmakta zorluk çekiyor olduğunuzu tahmin etmekteyiz.
EFES’TEKİ KALINTILARIN DİLİ OLSAYDI
Atalarımızın mağarayı terk edip, toplayıcılık ve sonra da tarım yaparak medeniyet yolunda bir atılım yaptığını artık iyice biliyoruz. Ve Türkiye’miz, bu tarihi gelişmelerin tam da orta yerinde olduğu için, Göbeklitepe, Çatalhöyük, Karahantepe gibi saymakla bitmeyecek çok önemli tarihi kalıntılar ile yan yana yaşamaktayız. Mesela, yolunuz düşer de gidebilirseniz, Anadolu’nun her yerinde adım başı bulabileceğiniz antik şehirlerin pazar yerinde, yani Agorasında bir yere oturup, zaman yolculuğu yapmaya çalışın. Nasıl oluyor da bu kadar görkemli yapılar taş üstünde taş kalmamacasına yerlerde sürünmekteler sorusunu sorun kendinize. Efes’te de Afrodisias’ta da ya da Hierapolis’te olabilirsiniz, hiç farketmez. Bazılarının depremden zarar görmesine rağmen, büyük çoğunluğunun başka şehirlerin veya kabilelerin saldırısı altında yerle bir edildiğini düşününce, insan olmanın ne kadar problemli olduğu hemen aklınıza gelecektir.
Haydi diyelim, o zamanlar, yani “bundan 2000 sene önceleri medeniyetin fazla yekûn teşkil etmediği günlerdi ve insanlar daha zalimdiler belki” diye biraz kredi verelim onlara. Ama bu saldırganlık ve zalimlik, insanlık tarihinin bilinebilen tüm yüzyıllarının belirgin karakteri değil mi ki? Yoksa nasıl açıklayabilirsiniz, Batı Medeniyetinin doğduğuna inanılan eski Yunandaki Sparta ile Atina’nın ölümcül düşmanlıklarını? Truva’daki olağanüstü yıkımı? Roma İmparatorluğunun bilinen dünyanın her tarafındaki zulmünü? Batı ile Doğu’nun bugün bile hala devam eden savaşının ilk kavgacıları olan Pers ve Roma imparatorluklarının, 1000 sene süren kavgalarının perişan ettiği bölge halklarını hatırlamak yeterlidir.
1095’TEN 2025’E DEĞİŞEN NE VAR?
Bu arada medeniyet yolculuğunun birer parçası olan din savaşlarını da hatırlamak gerek elbette. Haçlı Seferleri nasıl unutulabilir, mesela! Doğuya karşı hala devam eden bir mücadele felsefesi değil mi o günkü Haçlı seferleri kafası?
Şimdi de günümüze getirelim sözümüzü ve dünyanın “Dingo’nun Ahırı” hallerine çağdaş bir yorumda bulunmaya çalışalım.
O “çok medeniyetli” Batı dünyası, tüm 20. Yüzyıl boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir iştah ile aralarındaki paylaşım savaşlarına devam ettiler. İki sıcak savaş ve bir soğuk savaş ile geçirilen 100 sene içinde, yüz milyona yakın insanın ölümüne, tüm kıtaların perişan edilmesine sebep oldular.
Tüm bu sömürgecilik ve emperyalist paylaşımlarındaki zalimliklerinin faturasından kurtulup, hiçbir ödeme yapmamış olmanın verdiği rahatlık ve artan iştahları ile, tüm dünyayı 21. Yüzyılda da rahat bırakmamaktalar günümüzde.
FONKSİYONSUZ VE LÜZUMSUZ BİR BM
Kendi yarattıkları Birleşmiş Milletler adındaki fonksiyonsuz kuruma, hiçbir söz hakkı vermeden dünya çapındaki zalimliklerini hala sürdürmekteler. 200’e yakın kayıtlı devletin olduğu bu örgütte, sadece en büyük 10-15 ülkenin istekleri emir haline gelmekte. Batının eski sömürgeci ve yeni emperyalist odakları olan bu ülkeler, sanki hala 1000 sene öncesinin dünyasındaymışız gibi, o kadar özgür ve pervasız davranmaktalar ki, insan bin senedir sanki hiçbir ilerleme olmamış duygusuna kapılıyor. Hani nerede o abartılan Rönesansınız, Reformasyonunuz ve özellikle de Aydınlanmacılığınız?
ABD adındaki devlet, kuruluş günlerindeki ırkçılık ve zulümden vazgeçmek bir yana, zalimliğini daha da detaylandırmış ve gizlemiş hallerde, dünyanın dört bir yanında kabadayılığını sürdürmekte. Artık kendi insanlarının ve hatta yeni seçilen Başkanının bile sorguladığı “dünya jandarmalığı” rolünden vazgeçtiği gün tepetakla gideceklerini iyi bilmekteler. Ve o sebepten de ellerindeki askeri gücü sonuna kadar kullanıp varlıklarını sürdürmek peşindeler.
ÖDENMEMİŞ FATURALAR
Avrupa’nın artık ikinci sınıf sayılabilecek devletleri olan İngiltere, Fransa, İtalya ve hatta Almanya bile, hala sömürgecilik ve emperyalist günlerinin özlemi içinde, BM’deki 180 devletin her şeyine karışma, seçimlerini kabul etmeme, ellerindeki paralarla içerlerde muhalefet örgütleme tarzındaki saldırganlıklarını sürdürmekteler. Almanya, Fransa, İtalya ve hatta İsveç’in Türkiye’yi bölme planları ile PKK destekçiliği yapmaları, buna en büyük örnektir.
Bu saydığımız eski sömürgecilerin, utanmaz ve arlanmaz şekilde, kendi topraklarından 6-7000 kilometre uzaklarda toprakları da vardır. Açıkça, sömürgecilik günlerinin devamı olarak karakterlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir. Hala Fransız Guyanası, Amerikan Guam’ı, İngiliz Falkland’ı, dünya haritalarında birer sömürgecilik anıtı olarak sırıtıp durmaktadır.
Bu kaşarlanmış sömürgeci-emperyalist arzuların en büyük örneklerinden birini, daha Başkanlık koltuğuna oturmadan, Trump yapmış oldu. Hem de 2025 senesinde değil de sanki 1025 senesinde yaşıyormuşuz gibilerden. Grönlad, Kanada ve Panama Kanalı’nın ele geçirilmesi konusunu ortaya atabiliyor olmaları bile, olağanüstü bir siyasi tavırdır bizce. Bu açıklama 1000 sene önce yani 1025’te yapılıyor olsaydı, ilgili ülkeler hemen savaş açıp, saldırganlık yapana ders vermek üzere hareket ederdi.
DİNGO’NUN AHIRI DEĞİL, EŞİTLİKÇİ PAZAR YERİ
Ama bugün, dünyanın “Dingo’nun Ahırı” olma halleri iyice belirginleştiği için hem ABD’nin hem de onun kuyruğundaki irili ufaklı Avrupa devletlerinin, saldırgınlıkları ve şımarıklıkları zirveye doğru gitmektedir. Fakat zamanımız artık 1025’ler değil, 2025’lerdir. Ve dünya sahnesi artık Batı emperyalistlerinin serbestçe at koşturduğu bir arena değildir. Şimdiye kadar kurban rolündeki Asya ve Afrika el ele verip, yavaşça ama istikrarlı şekilde, Batı’nın zalimliğinin tarihe gömüleceği şartları yaratmaktadırlar.
Dünyamız, “Dingo’nun Ahırı” olarak Batının aklına estiği her şeyi yapabildiği bir düzenden, çok daha eşitlikçi ve hümanist bir döneme doğru, gün ve gün ilerlemektedir. Bu, sadece temeli olmayan bir arzuyu değil, tarihin insanlığa dayattığı bir gerekliliği yansıtması bakımından çok önemlidir.