Yandex
25 Mart 2025 Salı
İstanbul 13°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Filmlerden diziye, dizilerden geziye...

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Yaşanılan her bir alanda kendini gösteren sorumsuzlukların acı örnekleri, “felaketler asla teker teker gelmez” sözünü doğrularcasına kara bulutlar örneği, üstümüzü örtmeye başladı. Sanki onca sorun yetmiyormuş gibi bunlara bir de diziden bir anda geziye evrilen bir başka olay gündemin tam orta yerine gelip oturdu.

Daha dün dizilerdeki tekel olayından söz ederken birdenbire kendimizi aynı olay ve kişilerle bir anda gezi olayların içinde bulduk. Sanat ile siyaset arasındaki hassas dengenin ne zaman, hangi nedenlerle, nerelere evrileceğinin kolay kolay tahmin edilemeyeceği sürprizlerle kuşatılmış bir evreden geçiyoruz.

Elbette ki bu tür sorunlar birdenbire ortaya çıkmıyor. Onların ortaya çıkmasını gerektiren olay/olgular önceden hesaplanıp yeri geldiğinde tezgâha sürülüyorlar. Dizi dünyasının herkesin iştihanı kabartan gösterişli ve de lezzetli pastası yalnızca bu alanın değil, bu alan dışındaki kimi kesimlerin de buraya yönelmelerini kaçınılmaz yapıyor. Ya da birileri bu denli altın yumurtlayan tavuğu dizayn etme gibi bir gayretin içine giriyor. Sanırım bunu dizilerin değil ama, olayların bundan sonraki bölümlerinde izleme olanağını bulacağız.

Amacım dizilerden geziye nasıl evrildiğinin analizini yapmak değil. Günlerce yazılı ve de görsel basında bu konuda söylenebilecek her bir şey yazılıp çiziliyor. Olay, artık sanat ve eğlence dünyasının değil, siyasetin konusu. Zaman içinde bu garip oyunun içine yalnızca dizilerin kastını yapanlar değil, oyuncular ve de diğerlerinin de dahil olacağını söylemek pek zor değil. Sanırım bu kez, bir hayal unsuru olaylardan oluşan bölümleri değil de gerçekten yaşanılan hayattan bire bir alınmış olayları izleyeceğiz. Hem de en sevilen oyuncularla…. Bu duruma ister tragedya deyin ister komedya…

Dizi dünyasında var olduğu iddia edilen tekelleşmenin bir bakıma ağa babası bir zamanların Yeşilçam sinemasında vardı. Hem de ne tekelleşme.

Bu tekelleşmenin adına “ayak” ya da “kombin” denirdi. Yani Yeşilçam’ın sermayesi en kabarık yapımcı/firmaları kendi aralarında guruplar oluşturup başta Beyoğlu, Harbiye ve Şişli sinemalarını aralarında taksim edip paylaşırlar, buralarda yalnızca kendi yaptıkları filmler gösterilirdi. Bu paylaşılan sinemalarda bir hafta vizyona gören filmler maliyetlerinin yarısından fazlasına kazanma şanslarına sahiptiler. Ancak bu durumdan kombinin dışında kalan hiçbir şirket yararlanamazdı. Üstelik her yıl belli şirketlerden oluşan “ayak” ya da “kombin”e girmek de pek mümkün değildi.

Yıllar yılı Yeşilçam’ın büyük şirketleri bu kombinin sahipleri olup, kendileri dışındaki yapımevlerine hiçbir şans tanımadılar. Bu tekelleşmeden yalnızca yapımevleri değil, bu yapımevlerine bağlı oyuncular da zarar gördü. Örneğin Yılmaz Güney’in oynadığı ilk dönem filmlerinden hiçbiri, kombinin sahip olduğu Beyoğlu ve Şişli sinemalarında vizyona giremedi. Oysaki sözü edilen bu filmler Anadolu’nun her bir kentinde gişe rekorları kırıyor ancak kombinin sahip olduğu sinemalarda kendine yer bulamıyordu...

Sinema ortamındaki bu tekele siyasal iktidarlardan hiçbiri engel olmadı. Ya da engel olmaya gerek duymadı. Çünkü o dönemlerde devlet sinemayı yalnızca sansür yoluyla denetleyip kendi belirlediği sınırlar içinde kalmasını sağlıyor ve de yalnızca filmlerden alınan rüsum ile ilgileniyordu. O yıllar sinema sektörü hem devlet hem de dışarıdaki sermaye için pek cazip bir alan değildi. Birkaç filmlik bir sermayeye sahip yapımcıların –sansür dışında- rahat çalışmalarının tek nedeni ise buydu. Sinemanın aksine dizi dünyasının yapısı ve de işleyişi ise çok farklı. Sanırım sektörün dışında kalanların iştahını kabartan yanı da bu farklılıktan oluşuyor. Herkes bu devasa pastadan pay almanın kavgası ya da uğraşısı içinde. Sanırım dizi dünyasındaki bu çalkantılar dinmeyecek aksine geziye evrilen beklenmedik yolda da bir süre istenmeyen ve de arzu edilmeyen durumların oluşmasına neden olacak.

Dizi Tekelleşme Sinema Yeşilçam