Gezegen Y gerçek mi?
Güneş Sistemi’nin karanlık sınırlarında, bilimin uzun süreden beri araştırdığı konulardan biri “Gezegen Y” ya da Batı literatüründeki adıyla Planet Nine. Kimine göre bir efsane, kimine göre ise gezegen biliminde önemli bir ilerleme olarak görülüyor. Ama bir gerçek var ki, 2016’dan beri bu varsayımsal gezegen hem astronomların hem de meraklı zihinlerin hayal gücünü yakalamış durumda. Caltech’li bilim insanları Michael Brown ve Konstantin Batygin’in yaptığı gözlemlerle başlayan bu serüven, Güneş Sistemimizin bir nevi Asteroid kuşağı olan Kuiper Kuşağı’nın en uç noktalarındaki cisimlerin yörüngelerinde gizemli bir hizalanmayı fark etmeleriyle alevlendi. Burada enteresan olan bu küçük cisimlerin Güneş etrafında rastgele dağılmış gibi bir görüntü vermemesinden kaynaklanıyordu. Normalde bu kuşakta genelde rasgele bir dağılım görülürken Caltech’li bilim adamları ise gözlemledikleri cisimlerde bir düzen tespit ettiler. Bilim insanlarının aklına gelen en mantıklı açıklama ise gizli bir gezegendi; Güneş’ten yüzlerce milyar kilometre uzakta, karanlıkta süzülen dev bir kütle: Gezegen Y.
Son yıllarda yapılan simülasyonlar bu olasılığın kesin olmamakla birlikte mümkün olabileceğini söylüyor. Güneş Sistemi’nin erken döneminde yaşanan gezegen göçlerini modelleyen çalışmalar, dışa savrulmuş bir gezegenin hâlâ orada olabileceğini gösteriyor. Bilgisayar modellerine göre Gezegen Y’nin var olma olasılığı yüzde 40 civarında. Üstelik bu sadece matematiksel bir hesaplama değil; aynı zamanda kızılötesi teleskoplarla yapılan taramalar da arayışın gerçekliğini destekliyor. Japonya’nın AKARI ve eski IRAS uydularının yıllar önce topladığı verilerde, gökyüzünde yavaşça hareket eden bazı soğuk cisimler fark etti. Bu adaylardan biri, teorik olarak Gezegen Y’nin bulunabileceği konumla örtüşüyor. Ancak henüz kimse o karanlık noktayı doğrudan görebilmiş değil. Bu da bu bölgenin hem uzak hem de gözlem açımızdan ırak olmasından kaynaklanıyor.
Yeni teleskop teknolojileriyle yapılan gözlemler umut verici olsa da sonuçlar hâlâ kesin değil. Özellikle 2023’te keşfedilen yeni Kuiper Kuşağı cisimleri, Planet Nine (Gezegen Y) hipotezini destekleyen “yörünge hizalanması” fikrine gölge düşürdü. Bazı cisimlerin yörüngelerinin beklenenin tersine davrandığı tespit edildi. Bu da şu ihtimali doğuruyor: Belki de bu gizemli düzen aslında istatistiksel bir yanılsamadan ibaret. Belki de biz sadece verinin bize çizdiği hayali bir desene inanıyoruz. Yani Gezegen Y, bilimin kendi bilinçaltındaki bir “karanlık nokta” olabilir.
EFSANE Mİ? GERÇEK Mİ?
Fakat bu ihtimale rağmen bilim insanları pes etmiş değil. 2025 itibariyle, Şili’de devreye giren Vera C. Rubin Gözlemevi’nin özel bir projesi, gökyüzünü 10 yıl boyunca düzenli olarak tarayacak. Bu dev teleskop her yıl milyarlarca yıldızı, gezegeni ve asteroidi yeniden fotoğraflayacak şekilde tasarlandı. Eğer Gezegen Y gerçekten varsa, bu gözlem dizisi onun hayalet siluetini sonunda ortaya çıkarabilir. Rubin teleskobu, adeta karanlıkta kalan bir devin nefesini yakalayabilecek tek araç gibi görünüyor. Eğer bu teleskop bile onu bulamazsa, Gezegen Y büyük olasılıkla bir efsane olarak kalacak. Elbette akıllara gelen bir başka soru da şu: Eğer bu gezegen gerçekten varsa, bize bir tehdit oluşturur mu? Kısacası, hayır. Hipoteze göre bu dev cisim Güneş’ten o kadar uzakta ki, yörüngesi binlerce yıl sürebilir. Böyle bir gezegenin Dünya’ya doğrudan bir etkisi olmaz. Ancak uzun vadede kütleçekimsel olarak kuyruklu yıldızların yörüngelerini etkileyebileceği düşünülüyor. Yani Gezegen Y, milyonlarca yıl içinde dolaylı olarak gökyüzümüzü şekillendiren bir güç olabilir. Ama korkulacak bir cisim olarak değil, özellikle güneş sisteminin uzak bölgelerinin yörünge mekaniğini dizayn edebilecek bir güç olarak düşünebiliriz.
İHTİYAÇ: MİLLİ BİLİM KALKINMA HAMLESİ
Bununla birlikte Gezegen Y’nin varlığı, sadece astronomi için değil, insanlık için de felsefi bir anlam taşıyor. Eğer gerçekten oradaysa, Güneş Sistemi sandığımızdan çok daha büyük ve karmaşık demektir. Belki de bu, evrenin bize gönderdiği bir hatırlatmadır: Ne kadar çok şey bildiğimizi sansak da aslında karanlığın içinde ancak çok azını görebiliyoruz. Gezegen Y’nin keşfi, sadece bir gezegenin bulunması değil; insanlığın güneş sisteminin gizemini çözmesi anlamına gelecek. Ama eğer yoksa? O zaman Gezegen Y, bilimin kendi mitolojisi olarak kalacak. Tıpkı eski uygarlıkların gökyüzünde tanrılar görmesi gibi, biz de belki matematiğin içinde hayalet gezegenler arıyoruz. Fakat bu bile güzel bir şey. Her yanlış teori, gerçeğin daha net bir biçimde ortaya çıkmasına yardım eder. Gezegen Y de bu açıdan bir dönüm noktası olabilir. Gerçekten varsa, Güneş Sistemi’nin sınırlarını yeniden çizeceğiz. Yoksa, evrenin karmaşık yapısını anlamada bir gizemin perdesini kapatacağız.
Bir nevi bu da bize bilimin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bize doğruyu bulmayı gösterse de aynı zamanda yanlış bulgular bile bilimin ilerlemesini sağlıyor. Bu yüzden bilimle yoğrulan toplumlar uygarlıkla tarihinde her zaman önemli bir yer tutmuştur. Sümerliler buluşlarıyla tarımın ve kentleşmenin ilerlemesini sağlamıştır, Mayalar astronomi konusunda ciddi ilerleme katetmiştir, Antik Yunanlar fizik ve kimyanın temellerini atmışlardır. Almanlar modern bilimin ve kuantum mekaniğinin ilerlemesini sağlamışlardır. Her toplumun bilimle dansı o toplumu daha ileriye götürmüştür. Mesela Türkler ilk defa röntgen cihazını Birinci Dünya Savaşında bir hastanın vücuda saplanan şarapnel parçasını tespit etmek için kullanmıştır. Bu yüzden şimdi 21. Yüzyılda herkesten önce Türkiye kendini daha çok bilime vermeli ve milli bir bilim kalkınma hamlesi başlatmalıdır. Böylece ülkemiz 21. Yüzyılın öncü ülkelerinden biri olarak hak ettiği yere ulaşacaktır.