Gökyüzünden okyanusa ISS’nin son yolculuğu
Uzay çağının en önemli simgelerinden biri olan Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) için sadece bir mühendislik harikası değil, aynı zamanda yeryüzünün insan zekâsıyla yazdığı ortak bir işbirliği senaryosu denilebilir. 1998’de inşasına başlanan ve 2000 yılında ilk mürettebatını ağırlayan bu eşsiz yapı, yaklaşık çeyrek asırdır insanlığın yörüngedeki gözü, kulağı ve laboratuvarı oldu ve buna ek olarak astronomi, fizik, tıp, biyoloji, mühendislik alanlarında çok önemli keşiflere öncülük etti. Fakat her büyük yapı gibi Uluslararası Uzay İstasyonun da bir sonu var. NASA’nın ve uluslararası ortakların planına göre ISS, 2030 yılında resmen görevden alınacak ve “Point Nemo” adı verilen, Pasifik Okyanusu’nun en ıssız noktasına kontrollü biçimde düşürülecek. Uzayın sonsuz karanlığında başlayan yolculuğunun, dünyanın en tenha sularında bitmesi belki de insanlığın uzayla kurduğu ilişkinin enteresan bir sembolüdür.
ISS’nin sonu sadece teknik bir kapanış değil, bir çağın son perdesidir. Çünkü bu istasyon, ulusal sınırların ötesinde bir işbirliği modelini temsil ediyor. Amerikan, Rus, Avrupa, Japon ve Kanada ajanslarının bir araya gelerek kurduğu bu platform, insanlığın uzayda ortak bir gelecek kurma denemesi olarak tarihte hak ettiği yeri buldu. Yirmi yılı aşkın sürede burada yapılan binlerce deney; insan vücudunun yerçekimsiz ortama tepkisinden, bitkilerin büyüme koşullarına, uzay malzemelerinin dayanıklılığından, mikro yerçekiminde üretilen ilaçlara kadar uzandı. Kısacası ISS, sadece bir istasyon değil, insanlığın evrende kalıcılığını test eden bir laboratuvardı. Ancak artık sistem yaşlandı, modüller eskidi, bakım maliyetleri yükseldi. Rus segmentinde oluşan çatlaklar, yalıtım sorunları ve sürekli artan yörünge trafiği, onun emekli olma zamanının geldiğini açıkça gösteriyor.
‘NEMO NOKTASI’
2030’da gerçekleşmesi planlanan düşüş, uluslararası bir mühendislik projesinin son görevi gibi olacak. ISS atmosferin yoğun katmanlarına girerken büyük bir kısmı yanarak yok olacak, kalan parçalar ise Pasifik’in en uzak bölgesi olan Point Nemo’ya (Nemo Noktası) ulaşacak. Point Nemo, Latincedeki anlamıyla “hiç kimsenin noktası”, yani insandan en uzak coğrafya noktası. Yaklaşık 2.700 kilometre mesafede hiçbir kara parçası bulunmuyor. Bu nedenle uzay ajansları uzun süredir kullanımı biten uydular ve modüller için burayı “uzay mezarlığı” olarak seçmiş durumda. Bu yüzden görevi biten ve atmosferde yanmayacak kadar büyük olan uydular genelde buraya düşürülüyor.
Fakat ISS’nin sonu aynı zamanda bir başlangıcın habercisidir. Çünkü uzay artık sadece devletlerin tekelinde değil. SpaceX, Axiom Space ve Blue Origin gibi özel girişimler, ticari uzay istasyonları kurmak için yarışıyorlar. Bu durum, insanlığın uzaydaki varlığının yeni bir faza geçtiğini gösteriyor. Bundan sonra yörüngede yalnızca devletlerin değil, şirketlerin, hatta üniversitelerin ve araştırma merkezlerinin modülleri olacak. Bu değişim aynı zamanda bilimde yeni bir ekonomik düzenin, yani yörünge ekonomisinin yükselişi anlamına geliyor. Tabi bu arada Çin Uzay Ajansının birkaç yıl önce fırlattığı ve “Heavenly Palace” yani Gökteki Saray anlamına gelen uzay istasyonu da daha şimdiden uzayda bir alternatif olarak yerini almış durumda.
TÜRKİYE İÇİN DERSLER VE FIRSATLAR
İşte bu noktada Türkiye için büyük dersler ve fırsatlar var. Türkiye Uzay Ajansı’nın 2018’de kurulmasıyla başlayan süreç, 2021’de açıklanan 10 Yıllık Ulusal Uzay Programı ile ivme kazandı. Türksat 6A’nın 2024’te başarıyla fırlatılması, Türkiye’nin sadece kullanıcı değil, üretici konumuna geçtiğini gösterdi. Yine 2024 başında Alper Gezeravcı’nın ISS’ye gitmesi, Türkiye’nin insanlı uzay uçuşlarında da var olduğunu simgeledi. Ancak ISS’nin kapanmasıyla birlikte yörüngedeki yeni düzenin doğması, Türkiye için stratejik bir karar anını da beraberinde getiriyor. Biz bu yeni düzende sadece seyirci mi olacağız, yoksa yeni istasyonlarda, yeni modüllerde Türk mühendislerinin ve bilim insanlarının imzası mı yer alacak? Bu sorunun cevabı, Türkiye’nin vizyonuna ve bilimdeki kararlılığına bağlı. ISS’nin sonu, eski uzay çağının bittiğini ilan ediyor. Artık mikro yerçekimi araştırmaları, malzeme testleri, biyoteknoloji çalışmaları gibi alanlar yeni uzay platformlarına taşınacak. Türkiye, eğer üniversiteleri, sanayisi ve devlet politikası arasında doğru bir köprü kurabilirse, bu yeni istasyonlarda yer alabilir. Hatta Orta Doğu ve Asya bölgesinin ortak araştırma modülünü kurma öncülüğünü bile üstlenebilir.
Elbette bu süreç sadece teknolojik değil, diplomatik bir hamledir de. ISS’nin doğuşu nasıl Soğuk Savaş sonrası iş birliğinin ürünü idiyse, bugün de uzay diplomasisi yeni bir rekabet alanıdır. Türkiye bu alanda sadece gözlemci değil, aktif bir oyuncu olmalıdır. Yörünge trafiği, uzay çöpü yönetimi, veri paylaşımı gibi konularda sesini duyurmalı, kendi standartlarını üretmelidir. Çünkü uzay teknolojileri artık sadece bilim değil, enerji, savunma, haberleşme ve hatta ekonomi politikalarının da temelini oluşturmaktadır.
VEDA DEĞİL YENİ ÇAĞIN DAVETİYESİ
Bu nedenle ISS’nin sonu bir veda değil, yeni bir çağın davetiyesidir. Bu çağda uzay istasyonları, Ay üsleri ve Mars görevleri artık hayal değil, planlanmış hedeflerdir. Türkiye’nin yörüngede sürekli varlık hedefi, artık kâğıt üzerindeki bir ideal olmaktan çıkmalı, gerçek mühendislik projelerine, laboratuvarlara ve start-up ekosistemlerine dönüşmelidir. Türkiye genç nüfusuyla, teknik eğitim altyapısıyla ve artan sanayi kapasitesiyle bu dönüşümün eşiğindedir.
Bugün artık uzaya bakmak yetmez; uzayla birlikte düşünmek, üretmek ve hareket etmek gerekir. Çünkü bugünün teknolojik kararları, yarının medeniyet haritasını belirleyecek. Uluslararası Uzay İstasyonu gökyüzünden ayrılırken insanlığın gözünden bir yıldız eksilecek belki ama yeni yıldızlar doğacak. Ve bu yeni yıldızların arasında bir gün Türk mühendisliğinin, Türk biliminin, Türk vizyonunun ışığı da parlayacaktır. Gökyüzü, artık yalnızca bakılacak bir yer değil; içinde yer alınacak yeni bir vatandır yani uzay vatandır.
Türkiye için asıl mesele, bu vatanda yerini almak ve adını yıldızların arasına yazdırmaktır.
Türkiye kesinlikle burada yörüngede iz bırakan bir aktör olabilir.
Gözümüz yıldızlara bakmalı ama ayaklarımız sağlam yerde olmalı;
sadece uzaya bakmak yetmez, uzayla birlikte yükselmekte gerekli.
Bu büyük dönüşüm çağında,
Türkiye’nin de kendi istasyonunu,
kendi uzay hikâyesini yazması dileğiyle...