İç pazarın gücü, doğum krizi ve kamucu çıkış
Bu yazımızda Medeniyet Devleti modeli üzerinden başlıkta verilen güncel tartışma konuları üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Modern ulus-devlet kavramı, 19. yüzyılda Avrupa’da doğmuş bir olgudur. Birçok kaynak bu konuda Vestfalya Anlaşması’nı (Westphalia-1648) sembol olarak göstermektedir. Ancak Çin, Rusya, İran ve Türkiye gibi derin tarihsel yapılara sahip toplumlar için bu model yetersizdir. Bu nedenle akademik literatürde bu tür yapılar için medeniyet-devleti (civilization-state) kavramı kullanılmaktadır.
Çinli filozof Zhao Tingyang, Çin’in tikel sözleşmelerin değil, evrensel bir düzen vizyonunun taşıyıcısı olduğunu ve halk ile zaman arasında uyum inşa ettiğini öne sürmüştür. (Zhao Tingyang, The Tianxia System, 2011)
Rus düşünür Aleksandr Dugin, Rusya için modernitenin atomize birey modeline karşı Avrasya'nın kadim birliğini temsil eder demiştir. (Aleksandr Dugin, Dördüncü Siyaset Teorisi, 2024)
İranlı düşünür Ali Şeriati, İran’ın yalnızca bir coğrafya ya da siyasi yapı olmadığını hem kadim Pers mirasını hem de İslam’ın evrensel değerlerini bünyesinde barındıran binlerce yıllık bir medeniyet olduğunu söyler. İran’ın bu iki olguyu bir araya getirerek kendine özgü bir medeniyet-devlet kimliği yarattığını savunur. (Ali Şeriati, Iranian Islam: The Concept of the Iranian Nation, 1975)
Türk tarihçi Halil İnalcık, Türklerin medeniyet devletini Osmanlı üzerinden açıklar. “Osmanlı, ulus-devlet kalıplarının ötesinde çok-milletli, çok-dinli bir medeniyet düzeniydi; adalet ve süreklilik ilkesine dayanıyordu." (Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu: Toplum ve Ekonomi, 2000) Asya’dan yükselen bu bakış açısına göre 3 ana dayanak öne çıkmaktadır.
Zamana Dayalı Süreklilik: Seçim döngülerinden değil, tarihsel akıştan güç alınır.
Toplumsal Uyum: Toplumun bütünlüğü, bireysel taleplerin önündedir.
Bölgesel/Evrensel Amaç: Etki alanında düzen ve uyum amaçlanır.
Bu teorik çerçeve, evrensel meseleleri anlamak için güçlü bir kamucu yaklaşım sunmaktadır.
ASYA VE ATLANTİK'İN MEDENİYET YAKLAŞIMLARI
Çin bir imparatorluk değildir. Daha eski bir şeydir. Daha sofistike bir şeydir. Batı'nın hâlâ tam olarak kavrayamadığı bir gerçekliktir: Bir medeniyet-devletidir. Bir medeniyet-devleti zamanı seçim döngüleriyle değil, yüzyıllarla ölçer; hâkimiyet değil, dengeyi amaçlar; ortaklarını tüketmek yerine güçlendirerek büyür. İmparatorluklar sınırları fethederken, medeniyetler zihinleri dönüştürür. Hâkimiyet gürültülüdür; denge sessizdir. Diğerleri zorla genişlerken Bir medeniyet-devleti, sabırla ve uyumla dayanır. Batı zamanı unutur; Bir medeniyet-devleti zamanın kendisi olur. Uluslar yükselir ve düşer; uygarlıklar akar. Kontrol kaybolur; uyum kalır.
Benzer şekilde, Rusya, İran ve Türkiye de modern siyasi sınırların ötesinde birer medeniyet-devleti olarak şekillenmiştir. Rusya, Batılı bireycilikten farklı olarak, Avrasya'nın çok-etnikli, çok-dinli kültürel sürekliliğini korur. İran, Şii düşüncesi ve kadim Pers geleneğiyle, zamanı aşan bir kültürel varoluş sergiler. Türkler, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluk mirası üzerinden yalnızca siyasi değil, kültürel ve hukuki bir medeniyet inşa etmişlerdir. Türk, Fars, Rus ve Çin halkları arasında çok yönlü derinlikli bir etkileşim bulunmaktadır. Devlet anlayışlarındaki benzerlik aynı medeniyet köprülerinden geçmeleriyle açıklanmalıdır düşüncesindeyim.
Buna karşılık Atlantik dünyası, Roma İmparatorluğu'nun siyasi kalıpları ve Antik Yunan'ın kültürel temellerinde yükselmiş; bireycilik, rasyonalite, piyasa ekonomisi ve hak-hukuk temelinde modern ulus-devlet sistemini oluşturmuştur. Günümüzde hala bu kavramlar üzerinden bir üstünlük iddiasındadırlar.
Homeros’un şarkılarından Akropolis’in tartışmalarına, Forum Romanum’dan modern anayasacılığa kadar uzanan Batı, genişleme ve tahakküm üzerinden ilerleyen bir çizgi izlemiştir. Martin Bernal’in Kara Atena kitabında aktarıldığı gibi köklü bir medeniyetle ilişkilendirilmek güçlü bir devletin“kutsal” yönünü güçlendirmektedir.
Bugün dünya düzenini anlamak için yalnızca güç dengelerini değil, bu medeniyet vizyonları arasındaki temel farkları da analiz etmek gerekir.
DÜNYA GENELİNDE DÜŞEN DOĞUM ORANLARI NE ANLATIYOR?
Dünya genelinde doğum oranları bir başka ifadeyle doğurganlık hızı çarpıcı biçimde düşmektedir. Birleşmiş Milletler verilerine göre:
Çin: 2023'te doğurganlık oranı 1,09’a düştü (nüfus küçülüyor) Rusya: 2024 itibarıyla 1,43 (nüfus daralıyor) İran: 1,6 (1990'da 6,5 olan oran bugün ciddi düşüş yaşadı) Türkiye: 1,51 (TÜİK 2024 verisi) ABD: 1,66 (2023 CDC verisi) Avrupa: Ortalama 1,5’in altında. Bir ülkenin doğurganlık oranının 2,1'in altına düşmesi, nüfusun kendi kendini yenileyemediği anlamına gelir. Bu durumun ileriye dönük birkaç temel sonucu vardır:
İç Pazarın Daralması: Tüketici ve üretici taban daralır.
İşgücü Krizi: Emeklilik yükü artar, genç işgücü azalır.
Yenilikçilik ve Dinamizm Sorunları: Genç nüfus azaldıkça kültürel ve teknolojik yenilik potansiyeli düşer.
Medeniyet-devleti yaklaşımında doğum oranları yalnızca bir demografik veri değil, medeniyetin canlılığı için temel göstergelerden biridir.
İÇ PAZARIN GÜCÜ VE KAMUCU EKONOMİK POLİTİKALAR
İç pazarın genişliği ve dinamizmi, bir ülkenin dışa bağımlılığını azaltır.
İç pazarını güçlü tutabilen ülkeler:
Yabancı sermayeye bağımlı kalmadan büyüme sağlar, Dış ambargolara direnç gösterebilir, Toplumsal refahı içeriden inşa edebilir. Bu noktada kamucu yaklaşımlar öne çıkarmamız gerekecektir. Stratejik Sektörlerde Devlet Girişimleri: Enerji, tarım, savunma, sağlık gibi alanlarda devletin doğrudan yatırımları.
İç Tüketimi Teşvik Eden Politikalar: Asgari ücret artışları, bölgesel kalkınma projeleri. Milli Üretim ve Yerelleşme Stratejileri: Sanayide ithal ikamesi ve teknoloji transferi.
Örneğin, Çin'in "Dual Circulation" (Çift Döngü) stratejisi, iç tüketimi artırmayı ve dışa bağımlılığı azaltmayı hedefler.
EMPERYALİZM, AMBARGOLAR VE MEDENİYET-DEVLETİ DİRENCİ
İç pazarlarını güçlendiremeyen ülkeler, küresel ambargolar ve emperyal baskılar karşısında kırılgan hale gelir. Ancak medeniyet-devleti perspektifine sahip ülkeler:
Tarihsel Hafızaya Dayalı Direnç Mekanizmaları geliştirir, Toplumsal Uyumu etkinleştirir, Dışa Bağımlılığı Asgariye İndirme hedefiyle uzun vadeli planlamalar yapar. İran'ın onlarca yıllık ambargolar altında bile devlet formunu koruması, Rusya'nın ağır yaptırımlara rağmen sistemi çökertmemesi, Çin'in Batı finans sisteminden kademeli bağımsızlaşması bunun örnekleridir.
YÖN VE EYLEM
Cumhurbaşkanımız Erdoğan başta olmak üzere Millî Savunma Üniversitesi rektörü Erhan Afyoncu’nun son zamanlarda bu konuda kamuoyuna yaptıkları açıklamalar ve toplumda bu konuda süren tartışmalara öncü devrimci bir bakış açısıyla katkı sağlamak isterim.
Medeniyet-Devleti modelinin stratejik avantajları olduğuna yönelik bir düşünsel altyapıya sahip olduğumu söyleyebilirim. Türk milletinin imparatorluk geleneğinden gelen deneyimlerinin tarihsel yapısının bu model içinde yer aldığını düşünmekteyim.
Ulus-devlet modeli, 19. ve 20. yüzyıl boyunca sanayileşme, modernleşme ve milli egemenlik süreçlerinde büyük başarılar elde etmiştir. Bugün yaşanan demografik ve ekonomik sorunlar, doğrudan ulus-devlet modelinin başarısızlığı değil; bu modelin yeni küresel şartlara göre yeniden yorumlanması ihtiyacıdır. Ulus-devlet, hâlâ egemenlik, yurttaşlık bilinci, kamu hizmetleri ve toplumsal mobilizasyon açısından benzersiz bir çerçeve sunmaktadır. Ancak bu çerçevenin içine tarihsel hafıza, kültürel süreklilik ve jeopolitik derinlik gibi unsurlar eklenmedikçe, küresel krizlere dayanıklı bir yapıya kavuşmak mümkün değildir. Bu nedenle, ulus-devletin potansiyelini inkâr etmek yerine; onu medeniyet-devleti perspektifiyle beslemek ve derinleştirmek gerekmektedir. İç pazarların güçlendirilmesi ve kamucu politikaların benimsenmesi, emperyalizme karşı sadece geçici bir savunma değil, uzun vadeli bir varoluş stratejisi olarak anlam kazanmaktadır.
Bugün Çin, Rusya, İran ve Türkiye gibi ülkelerin geleceği, iç pazarlarını koruyup büyütebilme ve medeniyet sürekliliği anlayışını topluma taşıyabilme kapasitelerine bağlıdır.
Türkiye’nin birliği, bölgemizin kardeşliği için ortaya yüreğini koyan Sırrı Süreyya Önder’e acil şifalar diliyorum.
Not: Fransa’dan okurumuz Mimar Gürler Akdora; “Aydınlıkta 16 Nisan 2025 / ‘Yön ve Eylem’ köşenizdeki ‘Yoldaş DNA ile Tarihin En Uzun Seyahati’ yazınızda Amerika Kıtasına DNA ile seyahat yer almadı.” Değerli hocam, Yoldaş DNA seyahatine devam ediyor. Mutlaka bir gün o kıtalara da uğrayacaktır.