28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İpek yolundan mektuplar-2: Normal bir turist olamamanın ızdıraplı halleri

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

“Elveda meyhaneci artık kalamıyorum, Bir başkayım bu akşam, Sarhoş olamıyorum” diye devam ederdi 1970’lerin gözde arabesk şarkısı. Ben de buna benzer bir ruh hali ile kendime sormaktayım artık: Dünyadaki 200 ülkeden 50 kadarını gezmiş olmama rağmen, sarhoş olamayan meyhane müşterisi gibi, ben neden düzgün bir turist olamıyorum? Neden oluyor da, normal turistlerin yaptıkları gibi, görecek yerleri görüp turistçesine vakit geçiremiyorum ki?
İşte şimdi de, İpek Yolu’nun nadide şehirlerinden Tiflis’teyiz ve yine aynı soru var aklımda. Evet, tarihi olarak görülecek ne varsa gidip bakıyorum. Müzelerini de kiliselerini de saatlerce ziyaret edip inceliyorum. Ama sokağa geri döndüğümde, kendimi yine görevli biri gibi hissedip, her şeyi sorgulayan bir kültürel analizciye dönüşüyorum. Ne görevi? Kim tarafından?
Mesela, hemen her köşe başında mantar gibi biten Tayland Masaj stüdyolarının sebebini anlamaya çalışıyorum. “Tayland nire Tiflis nire” demek geçiyor içimden! Böyle bir kurumun Kafkas dağlarının eteklerindeki Tiflis ile ne alakası olabilir? Ama işte İpek Yolu üstündeyiz ya, galiba dünyayı gerçekten de birbirine bağlayan bir rolü var bu Yol’un. İyisi ve kötüsü ile, kanunisi ve kanunsuzu ile, bir sürü konuda dünyaları birbirine bağlıyor gerçekten de. Bin sene önce de, İpek Yolu ihtişamının en zirvelerindeyken, buna benzer kurumlar ve yerler ile doluydu İpek Yolu’nun şehrileri ve durak yerleri. Bunu uzun uzun sorgulayıp siyasal ve ekonomik sonuçlar çıkarmaya çalışınca da, insan normal bir turist olamıyor bir türlü herhalde.

GURBETÇİLİĞİN HER TÜRLÜSÜ OLABİLİR Mİ?

Hatta kendimle tartışmayı burada kesmek yerine, Tayland’ın kendisine uzanarak da devam ettiriyorum sokaklarda. Nasıl olur da bu tür sözde meslekleri bir devlet destekler hale bile getirmiş olabilir? Tayland denilince neden herkesin aklına bu işler gelsin ki? Tayland’ın fakir fukarası öylesine zengin bir topraktan kalkıp haritada yerini bile bulamayacağı bu tür yabancı ellerde, böylesine bir meslekte “çalışıp” para kazanmak zorunda kalabilir ki! Böylece, kendimle tartışmaya Tayland siyasetçilerini de katarak, Tiflis’in her sokağını, hatta ailelerin yaşadığı ve çoluk-çocuğun da önünden geçtiği kenar mahalle sokaklarını parsellemiş olan bu Tayland Masajcıları konusunu da, çözüm bulamadan kapatmış oluyorum.
Sonra, kaldırımlarda dizi dizi duran Rusça Sovyet kitapları! Eskiliklerinden belli çok el değiştirdikleri. Kapaklarının hemen hepsinde eski Sovyet sanatçılarının çizimleri var. Kim bilir, bunların bazıları aslen Gürcü olan Stalin’in ellerinden bile geçmişti diye düşünüyor insan. Aslında, şehrin tarihi bölgesinde yürürken, asırlık çınar ve meşe ağaçlarının altındaki parklarda oturup tefekküre dalarken, insan fiili olarak Stalin’in de aynı ağacın altında oturup, gençlik tefekkürlerinde bulunduğu ihtimalini bile hayal edebiliyor. Çünkü genç Stalin, papaz okulu günlerinde, okuduğu İncil hikayelerinin nasıl olup da gerçek hayatla hiçbir ilgisi bulunmadığını düşünüp duruyordu. O nedenle de daha okulunun başında iken, papaz olmaktan vazgeçip, düzeni değiştirecek bir devrimci olmayı, belki de benim de şimdi oturduğum bu çınarın gölgesinde karar vermiş olamaz mıydı? Tarihi yerlerde gezmenin en büyük zevki de, bir zaman tüneli tecrübesi yaratabilmek kendimiz için. O zaman, sadece günümüzdeki şehri değil, o şehrin yüzlerce yıl önceki hallerini de yaşamak ve tecrübe etmek imkânı olabiliyor.

STALİN’İN TORPİL YAPMADIĞI MEMLEKETİNDEN ŞİKÂYETLER

Stalin deyince aklıma geldi. Ana caddedeki sokak kitapçılarından birinden bir eski Tiflis fotoğraf koleksiyonu kitabı almak için çabalarken, Stalin hakkındaki fikrini sordum. Yaşı daha 30’larında ancak olan delikanlı, sadece “güçlü bir adammış” dedi, hiçbir duygu yüklemeden kelimelerine. Bir başka yerde de, lisede tarih öğretmeni olan bir Gürcü’ye sormuştum aynı soruyu. Onun cevabı ise, oldukça ilginç idi: “Evet Stalin Gürcistan’da doğan bir Gürcü idi. Ama o hep bir Rus gibi davrandı, Gürcistan’a özel olarak hiçbir öncelik vermedi ve hiçbir faydası olmadı bizlere” demişti. Nepotizm ve torpil beklemişler ve Stalin sadece bir Sovyet vatandaşı olarak davranıp Gürcistan’a ayrıcalık yapmamıştı. Ve galiba halkın içinde buna benzer duygular hala yaşamakta.
Tiflis’i arkada bırakıp, doğudaki Rus ve Azerbeycan sınır boylarını içine alan Kakheti bölgesine giderken, metropollerin kargaşasından uzaklaştığımıza da oldukça sevindik. Gürcistan’ın güneydoğu köşesini oluşturan bu çok panaromik ve tarihi bölge, plaj turizminin her türlü diğer ilgiyi bir kenara ittiği günümüzden çok önceleri, gerçek bir turizm merkeziymiş. Ama plajın, çıplaklığın, güneşte kıpkırmızı yanmanın, geceleri kulakları sağır eden müziğin ve hedonizmin galip geldiği günümüzde, ilgiyi Batum ve çevresindeki Karadeniz şehirlerine kaptırmış. Bu tür turizm, dünyanın her yerinde böyle bir gelişme göstermedi mi? Kendimize bakalım, Bodrum’u veya Marmaris’i hatırlayalım, yeterli olacaktır.

ÖLÜM: EN BÜYÜK EŞİTLEYİCİ

Kakheti bölgesi, dağlı aşiretlerin savaşkan yetenekleri ile yüzlerce yıl bağımsız olarak yaşamış ama Safevi Türklerinin Azerbeycan taraflarından gelen saldırılarında defalarca el değiştirmiş. İktidar mücadelelerinde sadece toprak değil, önde gelen ailelerin dinleri de dönem dönem ileri-geri başkalaştırılmış. İnsan, başı bembeyaz bulutlarla kaplı yüce dağlara bakarken, tarihin bu kanlı dönemlerini hayal bile edemiyor. İnsan unutuyor, ama toprak hiç unutmuyor olmalı. Çünkü, tarihin konusu ve objesi olan insanoğulları savaşlarda düşünce, toprak ananın bağrına gömülüp, sonsuza dek onunla haşır neşir oluyorlar. Ondan dolayı da, toprak ana unutmuyor. Toprağa düşeni de, onu düşüreni de bağrına alan, o oluyor sonuçta çünkü. Elbette toprağın altında neler yaşanıyor bilemeyiz. Ama biraz da hayal gücü kullanıp resmedersek, Toprak ana hem yeneni hem de yenileni biraraya getirip, o sonsuz alemde olması gerekeni, yani barışı sağlıyor olmalı. Yoksa, bu kadar kanın aktığı bir toprakta, düşmanlık yeraltında da sürüyor olsaydı, her gün şiddetle sallanırdı bu dağlar ve ovalar.
Dedik ya başta, düzgün bir turist olamamaktan şikâyetçiyiz diye. İşte aynen bu sebepten şikâyetçiyiz. Sadece bugünün değil, geçmişin de ince muhasebesini yapıp durmaktayız yollarda, dağlarda, bağlarda. Bazıları, buna farkındalık diyor galiba. Yoruyor elbette ama, bizimki de böyle olsun diyerek kapatalım konumuzu.

Turist