İstanbul küçülmeli
1989 yılında İstanbul’a yerleştim. İstanbul’un meşhur trafiği ile o yıldan itibaren tanışmış oldum. Yıllarca Anadolu yakasında (25 yıldan fazla) ikamet edip, Avrupa yakasında çalıştım. Bu süre içerisinde hafta içi her gün köprü trafiğinden geçtim. Yazın tam köprüler rahatlayacak diye düşündüğümüzde, aniden ve okulların kapandığı günün hemen ertesinde köprülerden biri kapanıp diğerinden trafik akışı verildiğine çok yıllar şahit oldum. Böylece kış trafiğinden daha da ağır yol koşulları yaz trafiğinde de oluşuyordu.
Kimi sert kar yağışlarında 7 saatte akşam eve döndüğümü hatırlıyorum. Bazı radyolar bunun için özel program yapar, yayın uzatırlardı. Eğlendiğimi de hatırlıyorum. Yolda kalanlarla röportaj yapıp radyoda yayınlarlardı.
Sözün özü İstanbul’un çarpık kentleşmesinden en çok mağdur olanlardan biri olarak, bunun nasıl düzelmesi gerektiğini çok düşünmüştüm. CHP’li Nurettin Sözen’in belediye başkanlığı döneminde başlayan Marmaray yapım söylentisi, beni İstanbul trafiğine çözüm olacak proje budur diye çok umutlandırmıştı. 1990’lı yılların başında başlayan bu proje 2013 yılında belediye AK Parti’de iken tamamlandı. Bu arada iki yaka arasında Metrobüs ve Avrasya Tüneli ve 3. Köprü de tamamlanarak hizmete sokuldu. Ayrıca Anadolu yakası E-5 trafiğini de rahatlatacağını düşündüğüm M2-Kadıköy-Sabiha Gökçen Havaalanı arası metro da devreye girdi.
Ama bu projelerin hepsi, sanki kendi yolcularını da beraberlerinde getirmişlerdi. İstanbul trafiğinde bir değişiklik yoktu. Hiçbir belediye ya da partinin İstanbul’a fayda getirecek ek bir projesi olamazdı. İstanbul’un tek kurtuluşu vardı. İstanbul küçültülmeli idi. Sonra gelişmiş kapitalist ülkelerin şehir nüfuslarını biraz ayrıntılı şekilde öğrendiğimde gördüm ki; Avrupa’da Londra ve Paris haricinde aşırı nüfusu bulunan şehir yok. Amerika’da ise New York belki Los Angeles haricinde aşırı nüfus yoğunluğu yok. Buna bir de Tokyo’yu ekleyebiliriz.
Kapitalizm emekleme döneminde bazı şehirlerini şişirmiş, ancak sonraki yıllarda gelişimini tüm yurt sathına yaydığı için refahını ve nüfusunu olabildiğince yaymayı başarmış.
Türkiye Cumhuriyeti de kuruluşun ilk yıllarında buna dikkat edip, sanayisini tüm yurt sathına yaymaya çalışmakta idi. Daha sonra, 1945 sonrasında bağımsızlığımızı adım adım kaybettiğimiz dönemle beraber, şehirleşme de kapitalizmin bize önerdiği şekilde, pazara yakın yerlerde gelişmeye başladı.
Hatta 1980 yılı sonrasında neredeyse tüm gelişme, özellikle İstanbul başta olmak üzere deniz kıyılarına doğru yığılmaya başladı.
Evet rahatlıkla söyleyebiliriz ki İstanbul’un kurtuluşu İstanbul’u küçültmekte. Sadece deprem tehlikesi bile bunu uygulamak için yeterli neden.
SADECE İSTANBUL’UN SORUNU MU?
İstanbul nasıl küçültülmeli? Bu sadece İstanbul sorunu mu?
Evet İstanbul sorunu, sadece İstanbul sorunu değildir. Tüm yurdumuzu yakından ilgilendiren bir sorundur. Boşalan köyler, nüfusu azalan şehirlerimiz, boş alanlar ve gereğinden fazla nüfus birikimi olan İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerimiz.
Aslında İstanbul’un küçültülmesi ve Türkiye’deki kentleşmenin çağdaş ve yaşanabilir bir şehirleşmeye kavuşması bir iktidar sorunudur. Bu sorunu AK Parti, CHP gibi liberalizm bakışı ile hareket eden partiler başaramaz. Kentleşme bir toplumsal sorundur. Bu sorunu ancak devletçi, halkçı bakış sahibi partiler başarabilir. Bunun nedenlerine burada girmeyeceğim. Bu ayrı bir yazı konusu. Konunun içine rant, kâr kaygısı vs. birçok başka konu girmektedir.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Murat Kurum geçen hafta İstanbul’un küçültülmesi konusunda bir açıklama yaptı. Sadece bu açıklama dahi çok sevindirici. Çünkü bu konuyu programına taşıyan tek parti bugüne kadar Vatan Partisi’dir.
İSTANBUL SANAYİSİ NASIL TAŞINIR?
Bu program nasıl başarılır?
Bu programı başarmak için önce detaylı kalkınma programına gereksinim vardır. Çünkü Türkiye’nin 5 yılı, 20 ve 50 yılı planlanmalıdır. Bu yıl grupları daha bilimsel tanımlanabilir ancak hedef olmazsa ara detaylar ve programlar tam olarak yerine oturtulamaz. Onun için yıllık perspektifleri koydum.
Türkiye önündeki hedef yıllarında nereye doğru evrilecek, bu konu detaylı şekilde tartışılmalı ve Türkiye’nin hangi sektörleri hedefleyeceği net bir şekilde toplum tarafından da tartışılarak genel bir konsensüsün oluşması sağlanmalıdır.
Bu genel anlaşma sağlandıktan sonra hangi yatırım grubunun nerelerde yapılacağı belirlenmelidir. Bu basit gibi görünse de çok önemsenmesi gereken bir konudur. Büyük şehirleri taşırken o şehirde oluşmuş piyasaları toptan şekilde yeni yerine kaydırmak çok önemlidir. Çünkü yatırımcı, işletmesinin geleceği ve piyasaları takip için diğer işletmelerle birlikte olmayı tercih eder. Siz istediğiniz kadar teşvik verin, işletmeleri tek başına Anadolu’ya götüremezsiniz. Örnek, tekstilciler Merter ya da hırdavatçılar Perşembe Pazarı gibi. Anadolu’ya teşvik ederken sadece tek tek işletmeleri değil sektörel grupları taşımalısınız.
Burada kamu sektörü tekrar devreye giriyor. Kamu mutlaka hedef alınan bölge ya da illere hedef sektörle ilgili yatırım yapmalıdır. Bu yatırım sadece üretim anlamında değildir. Evet kamu o illerde kalkınma programı çerçevesinde işletme yatırımı da yapacaktır. Ancak İstanbul ve diğer şehirlerin bu yörelere taşınması teşvik amaçlı; konut, sosyal tesisler, eğitim birimleri, o meslek ile ilgili eleman yetiştiren eğitim birimleri gibi tesislerin oralarda kurulması çok önemlidir. Çünkü büyük şehirlerden Orta ve Doğu Anadolu’ya kaydırılacak nüfusun aynı zamanda sosyal gereksinimlerine de cevap veren bir program olmaz ise bu program bir şekilde zorbalığa dönüşme potansiyeline de sahiptir. İnsanlar yeni yerleşim bölgelerine zaman içinde ve gönüllü olarak taşınmalıdır.
Konu çok fazla yan dalı da ilgilendiren, ama çok önemli bir konudur. Toplumda gönüllü seferberlik yaratmadan hayata geçirilmesi olanaksızdır.