Yandex
16 Kasım 2025 Pazar
İstanbul 14°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Osmanlı Layihalarında İktisat Ahlâkı- Spekülatif İktisadi Düşüncenin Gelişimi ve Cumhuriyete Etkileri (1838-1923)

Doç. Dr. Girayalp Karakuş

Doç. Dr. Girayalp Karakuş

Site Yazarı

A+ A-

Çağ tasnifçiliğine ciddi bir eleştiri getiren İbrahim Kafesoğlu, ezber bozan bir yorum getirir. Ona göre, Türk tarihi içinde Osmanlı Devleti’ni baz alırsak bu dönem Tanzimata kadar Orta Çağ, Tanzimattan Cumhuriyete kadar Yeni Çağ, Cumhuriyetten sonraki dönem ise Yakın Çağ olarak adlandırılmalı.(1) Bugün ile geçmiş arasında bağ kuran tarihçi, teorik ön koşullu paradigmalardan kurtulma çabası içindedir. Avrupa tarihçiliğinin kendi kültür havzası içinde tasnif ettiği çağlar, Türk tarih açısından bir gerçekliliği olup olmadığı tarihçilerin tartışacağı bir konudur. Fakat her kadim kültür çevresinin kendine has başlangıç ve bitiş noktalarında Ortaçağ dönemi yaşanmışsa Türk tarihinde kendine has başlangıç ve bitiş noktalarının olduğu açık olarak görülmektedir. Bu yazıda Osmanlı’dan Cumhuriyete uzanan ve yavaş ilerleyen süreçte iktisadi düşünce tarzının mahiyetine ilişkin epizot anlatılmaya çalışıldı. Literatürde bulunan bilimsel kaynaklardan yararlanılma gayreti içinde olunmuştur. Tarihi değişimin öncüsü niteliğindeki iktisadi gelişmeler, makalenin bütünlüğü bozulmadan belirli bir dönem içinde ele alınmıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyete uzanan toplumsal değişim ve iktisadi fikirlerin girişi yukarıdan aşağıya doğru gelişim takip etmiştir. Her dönemin egemen devlet yapısı içinde toplumun değer yargıları yani kendine has özellikler barındırır. Bu tür kültür değişimleri devreler halinde incelemek, ciddi araştırma ve çaba gerektiren bir uğraştır. Medeniyet tarihçilerinin tespitiyle söylersek her kültürel değişimler birbirinden çok farklı etkileşimler altında gelişme göstermiştir. İnsanı ticari hayata yaklaştırmayan Ortaçağ Avrupası’ndan anlaşılacağı üzere feodal aristokrasi ve kilise babalarının hakim görüşü toplumun her katmanına kadar sirayet etmişti. Henri Pirenne Ortaçağ Avrupası’nı şöyle ifade eder: “Ticaretle uğraşmanın küçültücü olduğu ön yargısı Fransız Devrimine kadar feodal kastın yüreğinde derinliğine kök salmış olarak kaldı.”(2) Avrupa ticaret burjuvazisinin ortaya çıkışı ve Coğrafi Keşiflerle servet birikiminin oluşması iktisadi görüşleri başka bir zemine oturtmuştur.

Osmanlı Devleti’nde halkın muhafazakâr yapısı ve Din-ü Devlet anlayışının etkisiyle halk her tür keşfin yapılmasını devletten beklemiştir. Hakim devlet anlayışının ürkütücü bir güç olması bireyin varlığı ile yokluğu anlamında bir sorun teşkil etmemiştir. Bu anlayış kendine özgü bir sosyal yaklaşım ortaya koyması ve manevi kültür ilişkisinin baskın karakteri ile bağlantılıdır. Dolayısıyla maddi kültür ile manevi kültürün birbiriyle olan ilişkisi bakımından Batı medeniyeti bunu aşmayı laiklik vasıtasıyla gerçekleştirmiş böylelikle Batı medeniyeti din ile ilişkilerinde daha mesafeli davranmaya başlamış ve dinin toplum üzerindeki etkisi zayıflamıştır.(3)

Osmanlı ıslahat layihalarından anlaşıldığı kadarıyla devlet adamları imparatorluğun güçlü dönemlerine dönmesi için daha çok harp endüstrisine önem vermiştir. Osmanlı devlet bürokrasisinin hazırladığı ıslahat layihaların içeriğini oluşturan temel düşünce bozulan devlet sistemini ve ahlakçı iktisat düzeninin “saf” şekliyle yeniden uygulamaya konulmasını teklif eden tasarılardır. Osmanlı padişahı ve bürokrasi kadrosunun da ticari ilişkilerin dışında tutulması resmi bir görüş haline gelmiştir. Servet artırımına gidecek süreçlerin Osmanlı Devleti’nin normatif iktisat yapısı içinde ahlâki olmadığı düşüncesi yaygın bir düşüncedir. Osmanlı iktisat düşüncesi kendi kendine yeten, ihtiyacı kadar üretme ve kanaat-yeterlilik kavramıyla şekillenmiştir. Aynı şekilde devlet anlayışında maliyeye gelir getirici fonksiyonların ciddi şekilde düşünülmediği görülmektedir. Layihalarda iktisadi zihniyet oluşumunun yansımalarına bakıldığında mevcut düzenin muhafaza edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu iktisadi sistemin günümüzdeki kapitalizmin uygulanışına bakıldığında daha insancıl kaldığını söylemek gerekir. Üretim vasıtaları ve teknik kuvvetler dünyada rasyonel bir biçimde dağıtılsaydı günümüzdeki iktisadi orantısızlık ve adaletsizliğin reaksiyonu olan Milli Kurtuluş mücadeleleri de tabiatıyla meydana gelmezdi.(4)

OSMANLI’DA UMUR-U NAFİA PROGRAMI VE KALKINMA KAVRAMINA GEÇİŞ (1838-1908)

Günümüzdeki imar kavramı “kalkınma” kavramıyla aynı anlamda kullanılır. Kalkınma, daha çok toplumun sosyal ekonomik gelişmişliği ile tanımlanırken imar kavramı kentsel çevrenin veya bir yörenin fiziksel yapısının daha modern çehreye kavuşturulması anlamında kullanılır. Osmanlı devlet yapısı içinde bu iki kavram farklı biçimde kullanılmıştır. Bunlardan birincisi “şenlendirmek” diğeri “imar etmek”. Bir yeri şenlendirmek kavramı, yeni fethedilen topraklara veya nüfusu azalmış yörelere nüfus yerleştirmektir. Ya da yeni kurulacak köy ve yerleşkelere nüfus kaydırılması yani toprağa bağlı reaya için “sürgün” anlamında kurumsallaşmış bir kavramdır.(5) Kent için kullanılan imar kavramı daha çok vakıflar yoluyla yaptırılmış, topluma hizmet eden cami, medrese, hastane, aşhane, misafirhane hatta kale gibi binalara imaret adını vermişlerdir.(6) Osmanlı tarihini dönemler halinde incelerken bugünkü ideolojik düşünce açısından bakmamak gerekir. Her dönemin kendine has konjonktürel durumunu yansıtan düşünce yapısı vardır. Karahanlı Hakanı Tamgaç Buğra Han’ın 1065’te yaptırdığı vakfiyesinde, Orta Asya Müslümanlarının hastane için “Bimaristan” veya “Darülmerza” adını verdiği görülmektedir. Selçuklularda ise “Darülafiye” ve “Darüşşifa” kullanıldığı anlaşılmaktadır. Osmanlı’da “Darüşşifa” ile birlikte daha çok “Darüssıhha”, “Şifahane”, “Bimarhane” ve “Tımarhane” kullanılmıştır.(7) Günümüze kadar ulaşan hastanelerin çoğu Osmanlıdan kalma imaretlerdir. Batılılaşma hareketinden sonra modern hastanelerin ve eğitim için hastanelerin açıldığını görmekteyiz. 19 Şubat 1805’de Kasımpaşa’daki Tersane-i Amire de hekim ve cerrahların yetişmesi için modern tıp eğitimi ve 17 Şubat 1839’da Galatasaray’da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliyye-i Şahane hastanesi açılmıştır. Askeri hastanelerin modernleştirilmesi için 1842’de Avusturyalı Dr. Lorenz Rigler görevlendirilmiş ve Maltepe Askeri Hastanesi Viyana’daki Josefinum tarzında yeniden düzenlenmiştir. 1899’da ilk çocuk hastanesi olan Hamideye-i Etfal açılmıştır. (8) Dilencilikle mücadelede atılmış önemli bir adım olan Darülaceze’nin kurucusu II.Abdülhamit’tir. Sokaklarda dilenmekte olan kimsesiz çocuklar, bakıma muhtaç yaşlılar için yapılması planlanan binalar Dahiliye Nazırı Halil Rıfat Paşa tarafından 2 Şubat 1896’da tamamlanmıştır.(9) 1896’da İstanbul da başlayan kolera salgını ile müzadalede II.Abdülhamid Pasteur Enstitüsü hocalarından Dr. Chantemesse getirtmiş ve bu suretle ilk Baktreriyoloji laboratuvarı kurulmuştur.

16.yüzyıl öncesi Osmanlı medreselerinde erkenden matematik öğretimi gelişmeye başlamıştır. İlk eserler “tecrid” haşiyeleriydi. İlk ünlü matematikçi Kadızade Rumi, Türkistan’a giderek hayatını Uluğ Bey’in kurduğu medrese ve rasathanede geçirmiştir. Öğrencisi Ali Kuşçu Türkiye’ye gelerek eserlerini Türkiye’de yayımlamıştır. Torunu Kutbiddin Mehmet ile Mirim Çelebi Türkiye’de yüksek matematik öğretimi ve yayınını devam ettirmişlerdir.(10)

18.yüzyıl öncesi Osmanlı medreselerinde farklı bir eğitim verilmekteydi. Üç başlık altında toplarsak eğitim sisteminde öncelikli olarak Dini-hukuki bilgiler, fıkıh ve kelam ilimleri vardı. İkinci sırada müsbet ilimler olarak matematik, tıp, felsefe, astronomi, coğrafya dersleri işlenmekteydi. Üçüncüsü alet ilimleri denilen bilimler vardı. Bunlar: “yardımcı araç dersler olarak mantık, belagat, mania, bedi, imla, yazım kuralları ile ilgili derslerdi.”(11) 16. yüzyılda medreseler sistemindeki bozulmanın ilk haberlerini Gelibolulu Mustafa Ali gözlemlemiştir. Ulemanın önemli eserler ortaya koyamadıklarını, İlmiyede adam kayırmanın yaygınlaştığını ifade etmiştir Müderris ve kadılıkların rüşvetle verildiğini söylemiştir.(12) Bu kaynaktan anlaşıldığına göre 16. yüzyıl itibariyle müsbet ilimlere karşı bir ilgisizlik Osmanlı ulemasında başlamıştır. Batı’da o sıralar Kopernik, Kepler, Galileo’lar yetişmişti. Astronomi, mekanik, optik alanında büyük keşifler başlamıştı.

Tanzimatla beraber imar ve imaret kavramlarının halkın tamamına yönelik kalkınma anlamında “ihya” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Mustafa Reşit Paşa’nın Hariciye Nazırlığı sırasında kurulan Ziraat ve Sanayi Meclisi aynı yıl içerisinde “Meclis-i Umur-u Nafia” adını almış, müzakerelerde sanayi-ticaret sorunlarının yanında gelişmenin birçok yönleri ele alınmıştır. Okulların ıslahı, çocuk düşüklerin azaltılması gibi sorunlara çözüm getirilmeye çalışılmıştır. Komisyonun adını “Umr” kökünden gelen imar kelimesi değil, menfaat, fayda, kâr ve çıkar anlamındaki “nef” kökününden gelen “Nafia” kelimesi kullanılmıştır.(13) Vesikalarda “imarethane” kavramı “imar edilmiş inşa edilmiş” demek olup her biri içinde kullanılır. İmaretler her biri birer vakıf olan külliyelerin bir parçası veya müstakil kurumlar olarak vakıf nizamnamesine göre işlerdi.(14) 1845 yılından sonra her eyaletten bir Müslüman, bir gayri Müslim olmak üzere İstanbul’a çağrılmış. “Meclis-i Vala” görüşmelerinde “İmar meclisleri” kurulmuş. Eyaletlerde ülkenin bayındır kılınması için araştırmalar yapmaları ve rapor halinde sunulması istenmiş, hazırlanan raporlarda sorunların başlıkları özellikle yol, köprü, su yolu, gibi isteklerden oluşuyordu.(15) Bu hizmetlerin yapılabilmesi için devletin ülke içinde tam olarak örgütlenmesi ve bu tür yatırımların devlet bütçesinden ayrılacak bir fon ile desteklenmesi yönünde programa ihtiyaç vardı. Devletin gelirinin sınırlı olması sebebiyle bu programlar tamamlanamamıştır.

Osmanlı ıslahat layihalarında devletin iktisat düzeni olan Has, Tımar, Zeamet sisteminin bozulduğu belirtilir. Dönemin ıslahat layihaların genel özelliği eskiye özlemin bir yansıması ve devletin bekası, dinin muhafazası üzerine biçimlenmiştir Bu bağlamda Koçi Bey Risalesi’nde (16) Osmanlı düşünce tarzının özellikleri vardır.

III. Selim devrinin Reis-ül Küttabı Ebu Bekir Ratip Efendi’nin(17) tesiriyle eskiye geri dönmenin bir fayda sağlamadığı düşüncesi devlet içinde anlaşılmaya başlandı ve “Müsadere” sistemi hakkındaki görüşleri de ikna edici oldu. Servet biriktirme, milli servet artırma fikrinin Osmanlı iktisat düşüncesine ağır adımlarla girmiştir. Bu bağlamda Tanzimat Hattı Hümayun’unda “mal” emniyetinden ziyade, özel mülkiyetin korunması hususu Osmanlı iktisadi düşüncesi bakımından özel bir durum gösterir.

Osmanlı Devleti’nin 1838’de İngiltere ile yaptığı Balta Limanı Antlaşmasının hükümlerinin hazırlanışında Urquart, Porsoey, Palmeston’un etkileri olmuştur. Bir yıl sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı ekonomik olarak 1838 Balta Limanı antlaşmasının bir uzantısıdır. İngiltere’de Tanzimat Fermanı “adilane ve iyi düşünülmüş” olarak gösterilmiş.(18) Tanzimat, Osmanlı Devleti’nin “mutlak mülkiyet” anlayışına indirilmiş bir darbedir diyen Halil İnalcık, Tanzimat’ın ilanıyla “Miri” toprakların Garb kanunlarının tesiri ile tüm mülkiyet haklarının (19) devrini başlattığını ifade etmiştir. Tanzimat özel iktisat düşüncesinin zemini ve gelişimini de hazırlamıştır. Osmanlı bürokrasisi ve aydın kesimi iktisadi fikirlerinden etkilendiği David Urquhart 1830 yılından 1837 yılına kadar İngiliz elçiliğinde Baş katip olarak çalışan bir kişidir. İktisat görüşü Adam Smith’in tavsiye ettiği devlet müdahalesinin olmadığı serbest ticaret fikridir. Bu fikir için ideal ülkenin Türkiye olduğuna inanır.(20) İngiliz tüccarların elde ettiği büyük avantajlara rağmen İngiliz Devleti’nin gümrük resminin indirilmesi teklifi red edilir. Urquhart’ın bu uyarısı İngiltere’ye geri çağrılmasıyla sonuçlanmıştır. İktisat sistemi olarak Urquhart’nın düşünceleri Osmanlı bürokrasi ve aydınlar üzerinde etkili bir akım oluşturmuştur.(21) Bir diğer İngiliz elçilik diplomatı olan Muhafazakar Liberal Palmerston Osmanlı maliyesinin ıslahı üzerindeki düşüncesi maliyede geniş bir reform üzerineydi. İktisadi kalkınmanın temel unsurunun devletin etkili denetimidir uyarısında bulunur. Palmerston’un bu düşüncesi “Kameralizm” olarak bilinen düşüncenin ürünüydü.(22) Urquhart’ın düşüncelerinin tamamen aksini ifade eden düşüncelerdir. Palmerston devletçilik fikrini savunurken Urquhart tamamen liberal serbest piyasacı bir düşünceyi tavsiye eder. Sabri Ülgener’e göre ise İslam teolojisi ticaret serbestliğine ve adem-i müdahale prensibine dayandığı için Batı liberalizmi İslami akidelere zıt değildi.(23)

Tanzimatın ilanıyla radikal değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Ticaret mahkemelerin laikleştirilmesi, ticaretin kolaylaştırılması, 1274 Arazi Kanunnamesi ile müstakil küçük çiftçi işletmelerin kurulması Batı tarzı mülkiyet anlayışına geçilmeye başlandığı görülebilir.(24) İstanbul Sanayi ve Ticaret Odası 1848 yılında Ticaret Nezareti’ne verdiği bir raporda Milli sanayinin gelişmeme nedeninin yabancı mallarla rekabetin imkansızlığından kaynaklandığı belirtilir. İthal edilen mallar üzerindeki gümrük vergilerinin artırılması talebinde bulunulur.(25) Gümrük vergilerinin düzenlenmelerinde gayri Müslimler lehine yapılan düzenlemeler Türk mallarının üzerinde olumsuz etkileri olmuş, milli sanayinin gelişmesine engel olan bir durum yaratmıştır.

İktisat düşüncesini Osmanlı’da yaygınlaştıran yayın organları “Takvim-i Vekayi” gazetesi olmuştur. (26) Bu dönemde Batı Avrupası’nda finans-kapitalin olgunlaşmaya başladığı görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı iktisat düşüncesinin önemli isimlerinden biri olan Cevdet Paşa ortaya çıkar. (27) Cevdet Paşa Jön Türkleri düşünceleriyle etkiler. Cevdet Paşa’nın savunduğu düşünce “Kameralizm”idi. Cevdet Paşa, faydasız harcamalardan uzak durulması, devletin rasyonel bir işletme birimi olarak görülmesi gerektiği üzerinde durur. Yeni Osmanlıların geneli bir nevi ekonomik milliyetçiliği savunmuştur. Namık Kemal 1872’de “İbret” gazetesinde çıkan makalesinde iktisadi kalkınmanın değişik sorunlarını dile getirmiş ve “Milli İktisat” kavramını geliştirmiştir. Cumhuriyet Türkiye’sinin iktisadi görüşlerinde Namık Kemal’in “Milliyetçi İktisat” görüşlerinin etkisi vardır. (28) Bu konuda Ahmet Mithat Efendi, iktisat ile ilgili “Ekonomi Politik” adını taşıyan bir kitap yazmış ve Türklerin ticaretle ilgilenmesini salık vermiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin II. Abdülhamid ile arasının iyi olmasından dolayı iktisat kültürünün eğitime aktarılmasında önemli başarılar elde edilmiştir. Orta okulların muadili olan Rüştiyelerin ve devamı olan idadiler ekonomi kültürünün vatandaşa aşılandığı birer merkez işlevi görmeye başlamıştır. Üniversitelerde ise hukuk fakültelerinde iktisat dersi konulmuş, Maliye bölümlerinde de bu konu daha ayrıntılı biçimde öğrencilere aktarılmıştır.(29)1880’li yıllara gelindiğinde Nafia Nazırı Hasan Fehmi Paşa’nın sunduğu “Anadolu’da İmalatı-ı Umumiye Layiha” da devletin altyapısının nasıl oluşturulacağı ve kalkınmanın esasları gündeme getirilir. Layihadaki “Menafi-i Umumiyeye hizmet edecektir” i-fadesiyle artık kalkınma milli menfaat olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. (30)

İKTİSAT DÜŞÜNCESİ ÇERÇEVESİNDE TARIM VE SANAYİ’DE KALKINMA HAMLELERİ (1876-1918)

Osmanlı Devleti ahlaki bir iktisat modeli oluşturmaya çalışmıştır. Avrupa ve Atlantik ötesinde gelişen iktisat düşüncesinin tamamen tersi bir hayat görüşünü ifade eder. 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren Batı, sanayileşmemiş ülkeleri çevreleştirdiği bir ilişkiler ağı oluşturmuştur. Çevreleşen ülkelerin çoğu tarihsel geçmişini ve egemenliğini koruyamamıştır. Bu çerçevede Osmanlı İmparatorluğu çevreleşme ilişkisi içinde denetleyici yeteneği ile egemenliğini koruyabilmiştir. (31) Bu dönem içinde Batı sermaye ihracını daha verimli hale getirmek için Osmanlı topraklarında tarıma önem vermiştir. Büyük çiftlikler kurma girişimleri olmuştur. Çalıştıracak işçi bulunamadığı için başarısız olmuştur. Batı sermayesi bu sorunu çözmek için imparatorluk dışı ülkelerden getireceği işçi nüfusu demiryolu çevresinde kolonize etmek istemiş, Osmanlı devleti doğrudan kendi egemenliğini tehdit gördüğü projenin uygulanmasına olanak vermemiştir.(32) Batı sermayesinin Anadolu’da tarımsal alanlarda büyük çiftlikler kurma projesinde çalışacak insan emek gücünü bulamamasının nedenleri arasında Müslüman halkın ecnebi işverenin emrinde çalışılmanın ahlaki olmadığı görüşü hâkimdir. Batı sermayesinin Adana Çukurova, Aydın, İzmir’de satın aldığı topraklarda büyük çiftlikler kurma projesi aynı nedenlerle başarısız olmuştur. Sadrazam Mehmet Paşa’nın telhisinde Osmanlı’nın Batıyı değerlendirmesini şöyle ifade eder: “Cemi, Kefere Dünyaya meyl üzeredir; Akçaya ve mülke gayet haristirler.”(33) Bu ifade Osmanlı’nın Batı’yı değerlendirme biçimini yansıtıyordu. Osmanlı ekonomisinin tılsımlı yanını Osmanlı insanının davranışsal çerçevesi belirliyordu. Batı’ya direnişte Osmanlı insanın bulunduğu kesindir. (34) Bunu açıklayabilmek için bir “Mukavemet Teorisi” olmalıdır, diyen M. Özyürek, Osmanlı gerçeğine damgasını vuran kurumsal unsurlar bulunduğunu ifade eder. Buna göre yaptırım gücü din ve törenin üzerinde şekillenmiş bir devlet felsefesi ile devlete, dine, töre ve geleneklere itaatkâr, zayıf tüketim düşüncesine sahip, maddeyi (Dünyayı) kendi halinde terk eden Osmanlı insanı (35) olduğunu belirtir.

Osmanlı İmparatorluğu dünyadaki hızla gelişen endüstriyel teknolojik gelişmeler konusunda haberleşme ve ulaşım teknolojisi gibi yenilikler ithal etmek istemiştir. Tarım alanındaki üretim artışında yerli ve yabancı sermayenin etkileri olduğu kadar devletin tarımı geliştirmeye yönelik ciddi çabaları da vardır. 1854-1914 yılları arasında Osmanlı Devleti’ne net sermaye girişi 180.6 milyon İngiliz lirası, faiz ve anapara ödemeleri ise 196.4 İngiliz lirasıdır. (36) Devletin tarıma yeniden destek verdiği 1894 yılından itibaren eğitime de önemli destek verildiği görülmektedir. 1881 yılında Edirne’de açılan tarım geliştirme Mektebi, 1890 yılında bu okul Ziraat Mektep-i Alisi’ne çevrilir. İlk yüksekokul 1892’de Halkalı Ziraat ve Baytar Mektep-i Alisidir.

1911’de çıkartılan Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamasi’nden üç kademeli tarımsal eğitim sistemi kurmaya çalışılmıştır. 1912 yılına kadar Adana ve Ankara’da okullar açılmış, küçük çiftlik ve amele ziraat mektepleri oluşturulmuştur. 1912 yılında Halep, Sivas, Erzurum, Serez, Üsküp, Manastır birer çiftlik merkezi, Muş’ta köy çiftlikleri ve Amasya, Beyrut, Antakya, Gümüşhane’de İpekçilik okulları açılmış, İzmir ve Seydiköy’de bağcılık, bahçıvanlık ve “Maiyat-ı Mütehammure” mektepleri kurulmuştur. Trabzon ve Halep’te sütçülük okulları açılmış, 1914 yılı Halkalı’da bir çiftlik makinist mektebi açılmıştır. Bu tür gelişmelerde büyük ölçüde Fransa modeli izlenmiştir. (37) Hayvancılığı geliştirmek için 1896’da Mercimek Harası kuruldu. Bu süreç II. Meşrutiyet döneminde de hızla devam etti. 1901’de Ziraat Nezaretine bağlı olarak Bakteriyoloji Hane-i Baytariyesi kuruldu.1902’den itibaren sığır vebası serumu üretilmeye başlandı. Adana Numune Tarlası Müdürü Emin Zihni Bey 1903’de Adana Sanayi mektebine pulluklar yaptırdı. 1908’de Belçika’dan getirdiği “Mellote” marka pulluklar yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezareti levazım İdaresi tarafından Almanya’dan Hannomak stok Motörlü pulluklar getirilmiş. Bunlar Çumra, ve Trakya bölgesindeki Ziraat taburlarında kullanılmıştır. Amerikan üretimi olan “Oliver” ve Sıralı göz pullukları 1892’den itibaren İzmir yoluyla Aydın, Manisa, Çanakkale, Afyon, Uşak, Konya’da yayılmış. Bir sonraki süreçte Demir pulluklar kullanılmaya başlandı. Ağırlıklı devlet denetimi içinde ithal edilen teknolojik yenilikler arasında yerini alan haberleşme teknolojisi de vardır. Demiryolu ulaşımı dünya ekonomisinin hızlanmasında önemli bir yeri vardır. Buharlı Lokomotiflerin İngiltere’de Liverpool ile Manchester arasında 1830 yılında kullanılmaya başlanmıştır. III. Selim dönemimde başlatılan sanayileşme çabaları olmuştur. Avrupa Baruthaneleri ayarında barut imal edilmiş. Buhar gücüyle çalışan makineler ithal edildi.

Tanzimat sonrası sanayi kurma çabaları içerisinde yabancı mühendis ve tekniker getirmekte vardır. Osmanlı’nın sanayisi yoktu denilemez. Sanayisi dönemin şartlarına göre uygun bir sanayidir. Ancak Avrupa’nın hızla gelişen sanayisi karşısında çok geride kaldığı açık bir şekilde görülmüştür. 18. yüzyıldan itibaren Batı’da matematik, fizik gibi bilimlerde büyük ilerlemeler olmuştur. Bu gelişmelerin farkında olan Gelenbevi İsmail Efendi, eski matematik ile Batı’da gelişen yeni matematik ile ilgili eserler yazdı I. Abdülhamid (1774-1789) döneminde mühendishanelerde matematik kısmen okutulmaya başlanmıştır. 1795’de kurulan mühendishane de Hocalık yapan Tamanlı Hüseyin Rıfkı Efendi (öl.1816) İngilizce bilgisinin yardımıyla modern matematik öğretmeye başlamıştır. Şekillerin özeti hakkında eserler yazmıştır. 1796’da Hasköy de mühendishane kurularak Askerlere fen bilimleri öğretilmiştir. Daha sonra oğlu Emin Paşa eğitimini Cambridge Üniversitesinde almış ve öğrendiklerini ülkesinde öğretmeye çalışmıştır. Modern matematiğe örnek vermek gerekirse İshak Hoca (öl.1836)’yı örnek gösterilebilir. Batı dillerinden birçok çeviri yapmıştır. Tanzimattan sonra Vidinli Tevfik Paşa modern matematikte gelişmeler başlatmıştır. Ancak yeterli seviyede derinlikli bir çerçeveye ulaşamamış yüzeysel öğretici bir seviyede kalmıştır.(38) Herhangi bir yenilik yapacak bir seviye ye ulaşamamıştır. Batı ile temaslar öncelikle ordunun modern askeri araç ve gereçlerin fen bilimleriyle desteklenmesi şeklinde gelişti. 1843’de Darphane-i Hümayun’a buharla çalışan para basma makineleri getirtilir. 1844’de Beşiktaş’ta dökümhane kurulur Tophane Nazırı Ahmet Mehmet Paşa, Beykoz’da çini ve cam fabrikası kurdurulur. Balıkesir’de çuha, İzmir’de kağıt fabrikası kurulur. Tokat’ta demir üretimi fabrikası kurulur ve önemli harcamalar yapılır. 1843 yılında feshane fabrikasına getirtilen Belçikalı uzmanların yönetiminde kumaş üretilmeye başlanır. 1847 itibariyle Sultan Abdülmecid’in iradesiyle Defterdar Feshane fabrikasındaki makineler buharlı hale getirilir. Her ne kadar sanayide gelişme çabaları devlet desteğiyle başarılmaya çalışılsa da bu kurulan fabrikalar varlığını devam ettirememiştir. Devamlı gelişim halindeki Batı sanayisinden teknoloji ithali belirli süreli bir katkı sağlayabiliyordu.

1860 Yıllarından itibaren buhar makineleri ile ilgili eğitim veren Mektep-i Bahriye kurulmuştur. Burada mühendis olarak 1869’da mezun olan Ahmet Besim Paşa, ilk buhar makinesi tasarımını gerçekleştirmiştir. Besim Paşa tersane baş mühendisi olarak atanmış ve buhar makinesi tasarımı dönemin teknik dergilerinde yayınlanmıştır.(39) Avrupa ülkelerinde devrim niteliğindeki bir başka gelişme haberleşme teknolojisi olmuştur. Bu gelişme Osmanlı Devleti’nin dikkatle izlediği bir konu olmuştur. Devlet haberleşme teknolojisinin gelişmesiyle uzak eyaletlerden haber alabilecekti dolayısıyla bu gelişme Osmanlı’nın önem verdiği bir konu olmuştur. 1834’de Osmanlı posta nezareti Avrupa modelini izleyerek ilk defa Üsküdar-İzmit hattında başlamış, 1840 yılına gelindiğinde İstanbul-Edirne hattı tamamlanmıştır. Zamanla tüm İmparatorlukta yaygınlaştırıldı. 1864’de ilk kez İstanbul’da şehir içi işletmeler kurulmuştur. (40) Bu alanda en önemli gelişme Telefon-telgraf alanında gerçekleşmiştir.1837 yılında A.B.D’de Samuel F.B. Morse tarafından bulunmuştur.1839 tarihinde ilk deneme Osmanlı sarayında yapılmıştır. 1847 yılında Abdülmecid iradesiyle İstanbul- Edirne hattının kurulmasını emrini vermiş, 1855 tarihinde Bab-ı Ali yakınında Soğuk Çeşme de telgraf merkezi kurulmuştur. 1856 yılında Mustafa Efendi mors işaretiyle Osmanlı alfabesini geliştirmiştir. 1860 yılında ilk kez telgraf mektebi açılmıştır. Osmanlı telgraf hattının tesisi için yabancı şirketlere güvenlik gerekçesiyle imtiyaz verilmemiştir. Hattın yapımını Osmanlı Devleti kendi imkânları ile yapmıştır. (41) Telgraf haberleşmesi devletin denetiminde gelişme göstermiştir. Telefon teknolojisi aynı süreci takip etmiştir. II. Abdülhamid döneminde telefon kullanımı başlamış fakat güvenlik tedbirleri nedeniyle sıkıntılı bir dönem yaşanmıştır. Telefonun gelişmesi tam anlamıyla 1910 yılında II. Meşrutiyet döneminde Fransa’dan ithal edilen santral ile olmuştur. Umum müdürlük kurulmuş ve Maliye Nazırlığına bağlanmıştır. 1913 Şubatı’nda İstanbul, Beyoğlu ve Kadıköy santralleri haberleşmeye açılmıştır. Birinci Dünya Savaşında telefon-telgraf haberleşmesine devlet el koymuş, Türk mühendislerince işletilmeye başlanmıştır.(42)

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişme gösteren ulaşım sektörü, büyük sermaye gerektiren yatırımlar arasındadır. Osmanlı Devleti’nde Anadolu’da karayolu-demir yolu yoktur. 1830 tarihinden itibaren İngiltere’den başlayarak Avrupa ülkelerinde gelişen demir yolu sanayisi hızla gelişme göstermiş şehirler arası taşımacılıkta ve ticarette de farklı bir süreç başlamıştır. Osmanlı’da ilk demiryolu hattı İzmir-Aydın hattının tamamlanmasıyla başlamıştır.1870 yılında Osmanlı Devlet bürokrasisi önemli kararla demiryolu işini devlet eliyle yapılmasına karar vermiştir. Bu konuda Nafia Nazırı Davut Paşa’nın girişimleri ile İstanbul-Edirne, Sofya ve Bosna Hersek güzergahı demir yolu yapımı projesi yürütülmüş ancak Rusya’nın tepkisiyle 2500 km’lik hat 1250’ye düşürülmüştür. Proje 1875’de tamamlanmıştır. (43) 1871’de Abdülaziz İstanbul-Bağdat demir yolu hattının başlatılması istemesi üzerine Mithat Paşa sunduğu raporda İngilizlerin buna tepki göstereceğini belirtmiştir. Bu dönemde demiryolu projeleri emperyalist ülkeler arasında tartışmalara yol açıyordu. Demiryolu projelerinde İngiltere tekeli kırılmaya başlayınca bu durum rekabetin artmasına yol açtı. Özellikle Haydarpaşa- İzmit Demir yolu yapımı projesi gündeme geldiğinde İngiltere büyük tepki gösterdi. Çünkü bu hat Bağdat hattının ilk aşamasıydı. Bu yolun Ankara’ya kadar uzanan kısmını Abdülhamid 1888 yılında bir Alman Şirketine verdi. İngiltere’nin şüpheleri daha da arttı. İngiltere’nin başlıca amacı Hindistan’daki sömürge yolunun tehlikeye düşmesini engellemekti. II. Meşrutiyet sonrası İttihat ve Terakki iktidarı döneminde demir yolu projesine devam edilmiş, Batılı ülkelerle uzlaşarak karşılıklı çıkar ilişkisi çerçevesinde var olan hatlar geliştirilmiş ve Bağdat demiryolu hattının yapımına devam edilmiştir.

II. MEŞRUTİYET’TEN CUMHURİYETE ETKİ EDEN İKTİSAT TEORİLERİ (1908-1923)

II. Meşrutiyet ile ortaya çıkan görece özgürlük ortamı serbest düşüncenin gelişmesine katkı sağlamıştır. İttihat ve Terakki, Jön Türk hareketinden farklı olarak eklektik iktisadi düşüncelere sahip olmuştur. Jön Türk hareketinin iktisadi görüşü yok gibidir. Bu konulara çok az kişi değinmiştir. Örneğin; Namık Kemal, Cevdet Paşa gibi düşünürlerin dışında Jön Türk hareketinde iktisadi konular fazla söz konusu olmamıştır denilebilir.(44) Jön Türkler daha çok Meşrutiyet, meclis, eşitlik konularında yoğunlaşmışlardır. Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa Jön Türklerin yurtdışına çıkmasına yardım etmiş. İlk defa bu kadrolar iktisadi meseleleri Takvim-i Vekayi gazetesinde değinmiştir. Yine vatan, millet, hürriyet gibi terimler bu gazetede yer aldı. Bu himaye altında Yeni Osmanlılar, hürriyet ve meşrutiyet gibi kavramlarla genç neslin fikirlerinde önemli bir yer tutmuştur.(45) Tanzimatla yapılan tavizkâr ıslahat hareketleri bu kadroların tepki göstermesine yol açtı.

1908 öncesi ve sonrasına aktarılan iktisadi siyasi görüşler Cumhuriyet döneminde de tartışılan konular olmuştur. İktisadi siyasi düşüncelerini ve kişisel görüşlerini aktif şekilde savunan Rıza Tevfik, 1911’e kadar yayınlanan “Ulum-i İktisadiye ve İctimaiye Mecmuası” liberal ekonomik anlayışının tesiri altındadır. Herbert Spencer’in fikirlerini benimseyen Rıza Tevfik (1860-1940) kendisini Herbert Spencer’in Şakird-i hikmeti olarak tanımlar. (46) Dönemin iktisat düşüncesine kafa yoran aydınlar liberalizmle oldukça ilgilenmişlerdir. Ayrıca Mehmet Cavit Bey (1875-1926) neo-klasik iktisatçıların görüşlerinden etkilenmiş, Herbert Spencer’in liberal görüşlerden farklı olarak ücret artışların olabilirliğini, sendikaların kurulmasına, sendikaların işçi hakları konusunda toplu pazarlığın tanınması dahil her tür sosyal reform ve grev düşüncelerini savunmuştur. (1899-1901) İlm-i İktisat ve Ulum-i İktisadiye İçtimaiye Mecmuasında ve Osmanlı Meclis-i Mebusanda fikirlerini açıkça savunmuştur. (47) Osmanlı toplumunun dayanışmacı sosyal yapısı liberal bireyciliğe uzaktır denilebilir. Bireyciliğe ilginin aydın kesiminde revaç bulduğu ifade edilebilir. Aydın kişiliğiyle öne çıkan Prens Sabahaddin, Fransa’da sosyoloji okulunun kanaat önderi Edmund Demolins ile yakın dostluk geliştirmiş ve görüşlerini benimsemiştir. II. Meşrutiyet dönemi yazılarında Türkiye Nasıl Kurtulabilir (1918) broşüründe “teşebbüs-i şahsi” ve “adem-i merkeziyet”(48) programını savunmuştur. Dönemin önemli yazarlarından sayılan Abdullah Cevdet (1869-1932) “İçtihat” dergisinde Batılılaşmayı sadece bilim ve tekniği ile değil, tüm kültür birimleriyle alınması gerektiğini savunmuştur. Abdullah Cevdet’de Fransız liberal Sosyolog Gustave Le Bon’un (1841-1931) tesiri vardır. (49)

Hareketli bir dönem içinde gelişen iktisat düşünce kalıpları Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal etmiş. Ahmet Cevat Emre’nin Türkiye’de kooperatifçilik düşüncesinin gelişmesinde önemli çabaları vardır. Kendi ifadesiyle: “Kooperatifçilik programı ile iktisatta kaybetmiş olduğumuz merhaleleri en çabuk şekilde yeniden alabileceğimizi düşünüyorum” der. Emre, Londra ve İsviçre-Basel sistemini 1913 senesinden beri bütün safhalarıyla titizlikle incelediğini ifade eder. Türkiye’ye dönüşünde Kooperatifçilik hakkında konferanslar verir. Unkapanı ve Fatih’de kooperatif kurarak halkı teşvik eder. Bu konuyla ilgili İttihat ve Terakki’nin Merkezi Umumi’den teklif aldığını sonrasında Kara Kemal riyasetinde bir heyet kurularak faaliyete başladığını (50) anlatır. İttihat ve Terakkinin tesanütçülük felsefesinin sosyo-politik görüşünü ortaya çıkarmaya uygun olan bu düşünce bütün iktisadi hareketliliğinin bir noktada toplanmasını amaç edinmiştir. Kara Kemal Bey riyasetinde iaşe kontrol örgütlenmesi yapılmış, bu ekonomik duruş, iktisadi hayatı kontrol eden küçük Türk sanayisini ve işçilerini aynı zamanda tüketicileri korumaya yönelik biçim kazanmıştır. Kara Kemal’in başında bulunduğu Esnaf cemiyeti bünyesinde toplanan fonlar ile banka ve diğer müesseselerin kurulmasına karar verilmiştir. 1917 yılındaki bir başka gelişme Ziraat hizmetleri kanununda yer alan 1 nolu maddesinde askerlikten muaf vatandaşların zirai hizmetlerde kullanılması yetkisi veriyordu. Bu iktisadi düşünceye Ziya Gökalp’te destekliyordu ve buna “iktisadi vatanperverlik” olarak nitelendiriyordu. (51) Kapitülasyonların ilgasıyla İttihat ve Terakki iktidarının ticaretin ve sanayinin millileştirilmesi yönünde yeni açılımlar yaptığını görmekteyiz.

Türkiye’nin iktisadi hayatının bir düzen içinde gelişmesi doğrultusunda özellikle Almanya’dan akademik yönü kuvvetli uzman hocalar getirtilmiş ve staj yapacak ustabaşı gönderilmesi iktisadi düşüncenin gelişmesi amaçlı olduğu görülmektedir. İktisadi Milliyetçiliğin başlangıcı niteliği taşıyan 24 Mart 1916’dan çıkan bir kanun 10 temmuzdan itibaren bütün şirketlerin yazışmalarını Türkçe yapılmasını mecburi kılıyordu. Bu kanun ile Türkler yabancı şirketlerde artan oranda istihdam temin etmiştir. Genel Harp içinde, iktisadi meslek eğitimine önem verilmeye başlanmış. “İdadi”lerde sanayi atölyeleri tesis edilmiştir. (52) Türkiye’nin yeni ekonomik politikalar oluşturduğu ve endüstrileşme hamlesi tesis etmeye çalıştığı söylenebilir. Ziraat Bankasının reorganize edilerek milli kredi banka sisteminin kurulmasını amaçlanmıştır.

Meşrutiyetin ilanından sonra ilk iktisat mecmuası olarak “Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye” yayın hayatına başlamıştır. Bir başka iktisat görüşünü savunan ise Türk Yurdu Dergisi (1912)dir. Liberalizm ve bireycilik düşüncesinden farklı Türk toplumunun bütünlüğüne uygun olan Fransız Sosyologların Tesanütçü düşüncesini “Milli Ekonomi” projesi üzerine inşa etmiştir. Türk Yurdu Dergisinde çıkan iktisat yazılarından daha çok, Parvus adıyla tanınan Marksist bir teorisyenin ideolojik yanı eleştiri konusu olmuştur. Parvus’un Siyonist Yahudilerle ilişkisi olduğu, Türkçülük’ünde Yahudilikten doğma olduğu gibi iddialar vardı. Parvus 1912’den sonra “Tasvir-i Efkâr” ve “Tanin” gazetelerinde de İktisat üzerine makaleler yazmıştır. Bilhassa Batı emperyalizminin dünya ekonomisine yaptığı zararları anlatmış ve korunma çareleri üzerine tavsiyelerde bulunmuştur. Parvus oldukça dinamik ve enerjik bir kişiliktir. İyi eğitimli olması her yerde fark edilen karakter hâline gelmesini sağlıyordu. 1905’de Troçki’nin “Sürekli Devrim” broşürüne önsöz yazmış, Balkanlardaki hareketlilikte Tito’nun yanında yer almıştır. Selanik mebusu Vlaho Efendi ve Romen sosyalisti Hiristo Rokovsky’nin aracılığı ile İttihat Terakki ileri gelenleriyle tanışmıştır.(53) 1911 yılında Türkiye’ye gelmiş ve İttihatçılar üzerinde etki bırakmıştır. Türkçü bir çizgide yazılar yazmıştır. Bu konuda eleştiri alan Türk Yurdu dergisinin kurucusu Yusuf Akçura “Natıkı-ı Perdez” dediği Cavit Bey gibi iktisatçıların Türk Yurdu Dergisinde yazı yazmaları için davet ettik yanaşmadılar. (54) diyerek kendini savunmuştur. Parvus yazılarından anlaşıldığı kadar ne sosyalizmden ne de Siyonizm’den hiçbir zaman bahsetmemiştir. Yazlarında tamamen bir Türk milliyetçisi gibi sorunlara bakmış ve çareleri dile getirmiştir. Parvus’un Türk Yurdu dergisinden yazılarından alıntıladığımız ifadesi şöyledir. “Vaktiyle Türkiye Kavi bir devletti. Fakat O eski kuvvet artık mevcut değildir. Bugün Türkler, başkaları üzerinde icrayı tahakküm içinde değil, Muhafaza-i mevcudiyet uğrunda boğuşmak mecburiyetinde bulunuyorlar. Bu hakikati uzun uzadıya ve ispata gerek var mıdır? (55) Özetle Parvus Osmanlı iktisat düşüncesine Marksist bir açıdan yeni bir ses getirmiştir. Emperyalizmi Marksist açıdan ele almış, dünya ekonomik sisteminin emperyalist yapısının hiyerarşik düzen içinde olduğunu yazılarında vurgulamıştır. Her milliyetçi çizgide olanların dahi itiraz edemeyeceği paradigma doğrultusunda yazılar yazmıştır.

SONUÇ

Osmanlı yaşadığı siyasi ve ekonomik krizler nedeniyle ekonomik hayatı kuruluşundan çöküşüne devlet eliyle yönetmek durumunda kalmıştır. Ancak Osmanlı ekonomiye müdahaleyi aynı zamanda İslami bir ekonomik anlayışla yorumlayarak ahlaki bir sistem de oluşturmaya çalışmıştır. Örneğin; toprak meselesinde özel mülkiyetin olmaması buna örnek olarak verilebilir. Osmanlı servet birikimine ve anamalcılığa karşı bir sistem sentezlemiştir. Ancak Batı kapitalizminin 17. yüzyıldan itibaren palazlanmasıyla Osmanlı Devleti’nde de yavaş yavaş paradigma değişimi yaşanmıştır. Özellikle 1750’lerden itibaren Batı kapitalizminin Anadolu’ya girmesiyle Osmanlı’da çöküşün izleri görülmeye başlanmıştır. Yabancı sermaye ilk olarak Balkanlarda ve Batı Anadolu’da görülmeye başlamıştır. Tımar sisteminin bozulması ve iltizam sisteminin başarılı olamaması ile Osmanlı toprak düzeni gerilemeye yüz tutmuştur.

Bazı tarihçiler her ne kadar Osmanlı’yı gerilemede edilgen tutsa da Osmanlı bürokratları içerisinde çöküşü fark edenler olmuştur. Bu konuyla ilgili Koçi Bey gibi pek çok insan sistemin çarkının dönmediğini layihalarında belirtmiştir. Ancak Koçi Bey sistemin küçük rötuşlarla devamından yanadır. Yine doğru bilinen yanlışlardan birisi de Osmanlı’nın hiçbir fabrikası yoktur diskurudur. Osmanlı’da fabrikalar vardı ancak Batılıların ileri teknolojisini takip edememiş denilebilir.

Osmanlı’da iktisat alanında palazlanılan dönemin Tanzimat ile başladığı söylenebilir. Namık Kemal, Cevdet Paşa gibi düşünürler iktisat alanında farklı düşünceler öne sürmüştür. Özellikle Jön Türkler döneminde dile getirilen “Milli İktisat” kavramı hem İttihatçıları hem de Cumhuriyet kurucularını etkilemiştir. Namık Kemal bu ekolün temsilcilerindedir. Meşrutiyet’e gelindiğinde ise Parvus gibi devşirme aydınları görmekteyiz. Parvus’un en belirleyici özelliği iktisat ekolünde emperyalizmi Marksist açıdan yorumlayabilmesidir. Cavid Bey ise Maliye Bakanlığı yapmış bir bürokrattı. Temel felsefesi liberalizmdi ancak işçi haklarının budanmadığı bir sistemi savunmaktadır. Cumhuriyet aydınları da sınıf mücadelesi ile bağdaşık bir sistem yerine solidarist-koopartifçi bir organik toplum tahayyül etmişlerdir.

Sonuç olarak çalışmanın amacı Osmanlı’dan Genç Cumhuriyet’e Türkiye’deki iktisadi düşüncenin gelişim sürecini ortaya koyabilmektir. Makalenin konusu içinde 1838-1923 arasını değerlendirirken iktisadi düşüncenin gelişim sürecinde Osmanlı aydınlarının yabancısı olduğu Batı iktisat düşüncesinin teorik yapısını nasıl anladıkları veya anlamaya çalıştıkları ele alındı. Ayrıca dönemin yazılı kaynaklarından ve ikinci el kaynaklardan faydalanıldı. Osmanlı Devleti 20. yüzyılın başlarında ülkenin imar-altyapısını, sanayileşmesini ve modernleşme süreçlerin tamamlayamamıştı ancak yapılan okumalarda 1908 döneminden sonra bu sürecin hızlandığı söylenebilir. İlhan Tekeli ve Selim İlkin’in belirlediği kavram içerisinde değerlendirmek gerekirse, 1838-1923 arasındaki dönemi utangaç modernlik, 1923 dönem sonrasını radikal modernlik projesi olarak ele alınabilir.

Kaynakça

*Bu kitap bölümü daha önce Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimlerde Güncel Tartışmalar 2 adlı çalışmada yayımlanmıştır. Aydınlık gazetesinde yayımlanması için gerekli izinler alındı.

İbrahim Kafesoğlu, “Üniversite Tarih Öğretiminde Yeni Bir Plan”, İ.Ü.E.T. Tarih Dergisi, 14/19, 1964, s. 1-16.

Henri Pirenne, Orta Çağ Kentleri, Dost Yayınevi, İstanbul, 1982, s.91.

Mümtaz Turhan, Kültür Değişimleri, M.E.B. Basım Evi, İstanbul,1972, s.364

Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, Remzi Kitap Evi, İstanbul, 2011, s.39

İlhan Tekeli- Selim İlkin, Cumhuriyetin Harcı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul,2010, s.3-4; Bkz Ömer Lütfü Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu olarak Sürgünler” İ.Ü İktisat fakültesi Mecmuası, 2/1-4, s.524-570; Reşat Kasaba ,Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Ekonomisi, Bilge Yayın, İstanbul, 1993,

İlhan Tekeli- Selim İlkin, Aynı Eser, a.g.m. s.4.

Zeynep Tarım Ertuğ, “İmaret”, TDV İslam Ansiklopedisi(DİA), 22 İstanbul, 1991, s.219-22.

Arslan Terzioğlu, “Bimaristan”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA),6, İstanbul,1991, s.175

Bkz. Daha fazla bilgi için Hidayet Y.Nuhoğlu. “Darülaceze”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), 8, İstanbul,1991, s.512-513

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 2001, s.46.

Yahya Akyüz, “Eğitim Tarihimizde Günümüze Kadar Öğretmen Yetiştirilmesi Sağlanması ilkeleri ve Uygulanmaları”, Çağdaş Eğitim Sistemlerinde Öğretmen Yetiştirme Ulusal Sempozyumu, Sivas, 21-23 Mayıs 2003, s.70.

Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı’da Eğitim ve Bilim Müesseseleri”, Osmanlı Medeniyet Tarihi, C: 1 İstanbul,1999.s.245

İlhan Tekeli, Selim İlkin. a.g.m. s.5; Şevket Pamuk, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000) Yurt Yayınları, Ankara, 1988.

Arslan Terzioglu, “Bimaristan”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA),VI,İstanbul,1991.,s.175

Musa Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim (1839-1856)”, Belleten, 1-2/288, Ağustos 1988 s.621-626; Osman Okyar-Halil İnalcık, Türkiye’nin Sosyal Ekonomik Tarihi, (1071-1920), Metaksan, Ankara, 1980 ,

Zuhuri Danışman, Koçi Bey Risalesi, M.E.B. Basım Evi, İstanbul,1972, s.66

İsmail Hakkı Uzunçarşılı.”Tosyalı Ebubekir Ratip Efendi”, Belleten, 56/153, 1975, s.153

Halil İnalcık, “Tanzimat Nedir?”, AÜDTCF Yıllık Araştırmalar Dergisi (1940-1941), 1944, s.237-263.

Halil İnalcık, a.g.m s.251

Türkiye de İktisadi Düşüncenin Gelişimi (1838-1918), A.S.B.F. Maliye Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1962, s.60

A.S.B.F Maliye Enstitüsü Yayınları, a.g.e, s.62

A.S.B.F. Maliye Enstitüsü Yayınlarıı, a.g.e, s.65

Sabri Fehmi Ülgener, “İslam Hukuk ve Ahlak Kaynaklarında İktisat Siyaseti Meseleleri” Ebul’ula Mardin’e Armağan, İstanbul,1944, s.115-1189

Ömer Lütfü Barkan, Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanununamesi Maarif Matbaası, İstanbul,1940, s..377

Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1970, s.114

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Türkiye’de İktisat Tarihi, İktisat Fakültesi Teşkilatı, İstanbul,1964, s.21

Sabri. Fehmi Ülgener, “Abdullah Cevdet Paşanın Devlet İktisadına Dair Düşünceleri”, İş Mecmuası, S: 76, 1947

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, a.g.e. s.24

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, a.g.e. s.24

Celal Dinçer, “Osmanlı Vezirlerinden Hasan Fehmi Paşa’nın Anadolu da Bayındırlık İşlerine Dair Hazırladığı Layiha,” Belleten, 5-7/9-12, 1968-1971, s.157-162

Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi,1820-1913, Yurt Yayınları, Ankara,1984, s13

Tevfik Çavdar, Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu, Ant Yayınları, İstanbul,1970, s.45-49

Cengiz Orhonlu, “Telhisler 1597-1606”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. Yayınları İstanbul,1970, s. 113

Ahmet Güner Sayar, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, Ötüken Yayınları, Ankara, 2000, s. 63.

Ahmet Güner Sayar. Aynı eser a.g.e. s. 64.

Şevket Pamuk, “Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Sermaye Sektörlere ve Yabancı Sermayeyi İhraç Eden Ülkelere Göre Dağılımı-1854-1914”, Gelişme Dergisi, (Özel Sayısı) 1978, s.135

İlhan Tekeli, Selim İlkin, “Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları”, (Derleyen) Şevket Pamuk, Zafer Toprak, Türkiye’de Toplumsal Yapılar 1923-2000, Yurt Yayınları, Ankara,1988, s.42-43

Hilmi Ziya Ülken, a.g.e s. 27-28

Emre Dölen, “Makine Mühendisliği ve Bahriye Feriki Ahmet Besim Paşa”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, s.514-515; Bkz. Emre Dölen, İstanbul Darülfünun Alman Mühendisleri 1915-1918, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013; Ekrem Işın, Osmanlı da Bilim Tarihi: Münüf Paşa ve Macmua-ı Fünun,T.T.K, Ankara, 1984.

Asaf Tanrıkut, Türkiye de Posta Telgraf ve Telefon Tarihi ve Mevzuatı, Efem Matbacılık, Ankara, 1984, s. 35-74.

Nesimi Yazıcı, “Osmanlıda Telgraf Fabrikası”, Türk Dünyası Araştırmaları, 22, Şubat 1943, s.77

Asaf Tanrıkut, a.g.e. s.663-684

Murat Özyüksel, Osmanlı-Alman İlişkilerin Gelişme Sürecinde Anadolu ve Bağdat Demir Yolları, Arba Yayınları, İstanbul.1988, s.7-9

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, a.g.e. s.35-40

Hilmi Ziya Ülken, a.g.e. s.57 Bkz. Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul,1956.

Güven Bakırezer, Türkiye’de Sosyal Liberalizm (1908-1945) (ed) Murat Yılmaz, Modern Türkiye’de Siyasi Düşüce Liberalizm, İletişim Yayınları, İstanbul,2005, s.140; Bkz. Rıza Tevfik, “Hapishane Hatıraları”, Biraz da Ben Konuşayı mı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993

Güven Bakırezer, a.g.e s.140. Mehmet Cavit, İlim-i İktisat, Cilt.2, Mihran Matbaası, İstanbul,1899.

Bkz. Prens Sabahaddin, Türkiye Nasıl Kurtulabilir?, Aytaç Yayınlar, Ankara, 1999

Güven Bakırezer, a.g.e, s.14. Bkz. Gustotave Le Bon, Ruh’ül-Akvam, Çev: Abdullah Cevdet, Kahire Matbaa-i İçtahat,1902

Ahmet Cevat Emre, “Satı Beyle Arkadaşlık”, İş Mecmuası, 18,1952, s.119

Ziya Gökalp, “İktisadi Vatan Perverlik”, Yeni Mecmua, 2, 1918, s.322

Fahri Ziyaeddin Fındıkoğlu, Türkiye’de İktisat Tedrisatı Tarihçesi ve İktisat Fakültesi Teşkilatı, İstanbul,1964, s.40

Fahri Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist Komünist Faaliyetler (1920-1960), Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1967, s.15

Yusuf Akçura, Türk Yurdu, 9, 1912, s.262

Türk Yurdu, 3, İstanbul,1329 (1913), s. 361-366

Osmanlı Devleti Tarih Cumhuriyet