Savaş ve kaçış sineması
“Ne var ki filmler savaşın ne karmaşık genel görünümünü ne de derinlemesine politik perspektifini verebiliyor; savaş karşıtı bir mesajları olsa bile, o da genellikle soyut, belirsiz veya garip bir biçimde özgül olayla ilgili oluyor. Belki de bunun nedeni söz konusu filmlerin öncelikle Vietnam savaşı üzerine değil, daha derin daha problematik bir konu üzerine, savaş sonrası Amerikan duyguları ve ruhsal durumu üzerine yapılmış olmalarıdır…”
Yıllar önce Cineaste’in bahar 1979 sayısında yer alan “Hollywood ve Vietnam” yazısının başında yer alan Al Ustar-Leonard Quart’ın bu saptaması, yalnızca yazıldığı dönemde, Bertolt Brecht’in söyleyişiyle “yaşlı bir yosmanın tüm hünerlerine sahip Hollywood Sinemasını” değil, onun da ötesinde savaşı konu alan her ülke sinemasında var olan bir olgunun altını çiziyor.
Hollywood ile sinema yan yana geldiğinde ve de izleme olanağı bulunun birçok örnek anımsandığında insan ister istemez, özellikle toplumların yaşamlarındaki güç ve çetin dönemlerde, sinemacının ya kendini ya izleyiciyi ya da hem kendini hem de izleyiciyi günlük gerçeklerden uzaklaştırmak için giriştiği bilinçli bir çabanın ürünü olan “Kaçış sineması” akla geliyor.
Bu başka tanımlama ile kaçış sineması; geniş yığınları ve çeşitli toplumları, gerçeklerin yerine konulan yapay gerçeklerle bir çeşit kandırma- biraz kibar yaklaşımla da-avutma, oyalama ve yönlendirme sinemasıdır. Bir açıdan Hollywood sinemasının tarihi sinemasının da tarihi demektir.
Önceleri Kızılderili sorunuyla başlayıp olumlu sonuçları alındığı görülen bu utanç verici tarih, sonrasında ABD’deki siyah-beyaz çatışmasına hiçbir değişikliğe gerek duyulmadan aynen uygulanmış, ardından savaş filmleriyle Vietnam’dan Afganistan’a, Libya’dan Orta-Doğuya dek her türlü gerçeğin üzerine örten geçerli – kullanıma sokan ülkeler için sayısız çıkarları- beraberinde getiren- yararlı bir aparat olmuştur.
Her şey gibi “kaçış sineması” da onca zaman içinde gerçeğin dönüşüme uğratılma gayretleri içinde kendini yenilemiş, yeni taktik ve de alanlarla yayılma olgusunu gerçeğinden daha fazla inandırıcı bir konuma getirmenin üstesinden gelebilmiştir.
Günümüzde kaçış sinemasının yöntemleri yalnızca sinema ile sınırlı kalmamış, başta TV’den dijital platformlara dek bir yerde, değişik yöntemlerle yoğun ve de baskın bir bizimde karşımıza çıkmaya başlamıştır.
İçinde bulunduğumuz günlerde yaşadığımız ve ne yazık ki bir süre daha şiddetlenerek yaşayacağımız İran ile İsrail (ve de ABD) arasındaki savaşın TV’lere yansıyan görüntüleri de Hollywood filmlerini artmayacak bir biçimde kaçış sinemasının bilinen olumsuz öge/taktiklerini adeta ilerde bu türün antolojisi sayılabilecek çeşitlilik ve yoğunlukta ortaya koyuyor.
Tabii dünün kaçış sinemasıyla günümüzdeki TV’lerdeki savaş görüntü/yorumların ayrışan tarafları da yok değil. Örneğin; Francis Ford Coppola’nın başyapıt düzeyindeki “Apocalypse Now/Kıyamet’te gözü dönmüş Amerikan askerleri masum Vietnamlıları katlederken, nasıl birileri Wagner müziği eşliğinde kayak yapıyorsa, günümüzde bu durum biraz daha evrilerek bir çeşit müziksiz ve de umarsız bir golf oyunu olarak karşımıza çıkıyor.
Hiç kuşku yok ki sinema var oldukça kaçış sanatı da var olacaktır. Ancak onunla sınırlı kalmayacak, tıpkı günümüzde olduğu gibi, ondan daha etkin, yaygın ve inandırıcı gücü olan TV ve diğer haber mecralarında “Doğru habercilik anlayışı” sloganıyla devam ettirilecektir. En büyük tehlike ise; dün bir düş olarak filmlerde izlediklerimizin günümüzde gerçeğin kendisiymiş gibi gerçek kişiler tarafından servise sokulmasıdır. Yalanla gerçeğin bizlere sunulan görüntü çöplüğünde ayrışması ise teknolojinin bize sunduklarıyla giderek daha da zorlaşır bir konuma gelmektedir. …Biraz klasik olacak ama, tedbiri elden kaçırmayıp, filmleri gerçek, gerçekleri ise film gibi izleme alışkanlığını elde etmeye başlayalım.