Törenin gizlendiği bacaklar kimin?.. -(TAMAMI)
“Töre denilen feodal mekanizma “namus” olgusunun hesabını her zaman kadınlardan sorar... Kadınlar, onurları kirletilmiş erkeklerin feodal mahkemesinde yargılanır ve infaza sürüklenir!..
Savcısız ve de avukatsız celselerin tek ağlayanı analardır... Oysa son dönemde işlenen iki cinayet var ki, törede mağdurun da tetikçinin de rolünü tam tersine çevirdi!.. Şaşkınlık, kanlı yasaların sayfalarında öyle zikzaklar çizdi ki, buna töreler bile şaşırdı:
Gazetelerde Şubat (2008) ayının ilk günlerinde törenin şiddetini çarpıcı biçimde sorgulatacak iki ilginç haber yayımlandı.
Hürriyet’te, 1 Şubat 2008’de yer alan, “Ahmet, töre cinayetine mi kurban gitti?” başlıklı haberde, Marmara Üniversitesi’nde okuyan Ahmet Yıldız adlı Urfalı bir gencin, 15 Temmuz 2008’de, İstanbul’da evinin önünde öldürülmesi anlatılıyordu.
Sevgilisi olduğu belirtilen İbrahim C., Ahmet’in eşcinsel olduğunu ailesine itiraf etmesinin ardından önce tehdit edildiğine sonra da öldürüldüğüne dikkat çekmişti.
Aslında Yıldız’ın cenazesi morgda bekletilirken onun dramı bir arkadaşı tarafından “Güzin Abla” köşesine yansıtılmıştı. “POETIC” rumuzuyla yayımlanan, “Senin hiç ciğerin yandı mı Güzin Abla” başlıklı mektupta şu satırlar da vardı:
“Ahmet öldü, 26 yaşındaydı. Hangi yörenin, hangi törenin kurbanı olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama bizler köhne ahlak anlayışımızla böyle durumlarda başımızı kuma gömer ve olayları görmezden geliriz. 6 ay önce ‘ailesi tarafından öldürülme’ endişesi ile savcılığa suç duyurusunda bulunan bir genç, şu anda Adli Tıp’ın morgunda yatıyor. Ailesi 5 günün ardından cenazeyi gelip almadı.”
Sırtından hançerlenen erkeklik!..
Yıldız’ın öldürülmesi bu mektuptan önce, 19 Temmuz 2008’de, “Ahmet Yıldız ilk eşcinsel namus cinayeti kurbanı mı?” başlığıyla İngiliz Independent gazetesinde yayımlanmıştı.
Haberde, “Geçen yıl (2007) San Francisco’da Türkiye’yi ‘Uluslararası Eşcinsel Toplantısı’nda temsil eden üniversite öğrencisinin, ülkenin yükselen liberal kanadıyla köktenci muhafazakârlar arasında derinleşen ihtilafın kurbanı olduğu” belirtilmişti.
Bu haberin yayımlanmasından birkaç gün sonra Yıldız’ın cenazesi arkadaşları tarafından morgdan alınarak toprağa verilebilmiş. Katilleri ise halen yakalanamamış.
Ahmet Yıldız, ahlaki kuralların töre anlayışını iyice katılaştırdığı bir toplumda “ilk eşcinsel namus cinayeti kurbanı mıdır” bilinmiyor...
Ancak şu unutulmamalı ki, kadının namusu zedelediği düşünülen vakalarda, erkeklik onuru beyninden vurulur!.. Oysa bir delikanlının “aileyi dile düşürdüğü” değerlendirilen eylemlerde, erkek egemen yapının sırtından hançerlendiği düşünülür!..
Bu yüzden eşcinsellik, kapalı toplumların geleneklerini yaylım ateşine tutan bir ihanet olarak algılanır!.. Bir eşcinselin “namus cinayeti”ne kurban gitmesinin ardında işte böylesine derin bir travma yatar!..
Yıldız’ın öldürülmesi aynı zamanda Doğu toplumlarında namus yükünü kadının sırtına atan zihniyet konusunda bilinen, ancak göz ardı edilen bir başka gerçeği de su yüzüne çıkarmıştır!..
“Namus” olgusunun kıskaçta tutulduğu bacaklar kadının mıdır erkeğin midir, artık fark etmiyordur!..
Üzerinde düşünülmesi gereken asıl acı gerçek ise: Bu cinayette de tetiği çaresiz kalan Yıldız’ın ailesi ya da aşireti değil, toplumun kendisi çekmiştir!..
Tetiği çeken analar!..
“Söyleyin Anama Ağlamasın” adlı kitabım, töre şiddetine karşı anaların çaresizliğini de anlatır. Kitabın arka kapağındaki şu satırlar anaların “terörizm” deki mazlum duruşunu özetler:
“Töreler uygulanırken kararları erkeklerden oluşturulan aile meclisleri alır. İnfazları erkekler yapar. Töre genç kızları öldürür, anaları ise yaralar... Kadınlar şiddetin hem önünde hem arkasında mağdur olarak bekletilir. Arkada bekleyen kadınlar analardır.”
Adana’da üç gün önce (3 Şubat 2009) yaşanan bir olay, salt bu saptamaları değil, töre cenderesinde anaların ezik ve çaresiz rollerinin bir anda tetikçiye dönüşebileceğini de gözler önüne sermiştir...
O dönemde gazetelerde yayımlanan, “Öz kızını boğdu!” başlıklı haberlere göre, Adana’da yaşayan 43 yaşındaki İrep Demir, “erkeklerle gezdi”ğini iddia ettiği kızı 18 yaşındaki Melek Demir‘i acımasızca öldürmüştü!..
İrep Demir, “Kızım sık sık erkeklerle geziyordu. Sürekli cep telefonuna mesaj geliyordu. Babasının duymasından endişe ediyordum. Babasının kalp ilaçlarını ve zehir vererek içmesini istedim. Kızım da içti. Sabah saatlerinde hâlâ yaşadığı için yastıkla boğup öldürdüm. Namusumu temizlemek zorundaydım” diye ifade vermişti.
Ölüm rolünün sahipleri!..
Bu vaka da, töre gerekçesine sığdırılan eşcinsel cinayeti kadar dikkat çekicidir... Bu korkunç olay salt cinnet geçirmiş bir kadının öz evladını boğazlamasını anlatmıyor. Olay, törenin mağduru olan anaların bile toplumsal kurallar dizisini nasıl şiddete dönüştürebileceğini de gösteriyor!..
İrep Demir, kendisine yüklenen ahlak anlayışını yavrusuna enjekte etmekle yükümlü bir gelenek taşeronundan başkası değil!..
Görülüyor ki töre ya da namus anlayışı, teknolojik devinim, toplumsal değişimler, küreselleşmenin sosyal yaşama etkileri, çılgınlaşan tüketim anlayışı ve marjinal yaşamlar açısından dünyanın nasıl döndüğüyle pek ilgilenmiyor!..
Şaşırtıcı olan, toplumsal baskının histeriye dönüşebildiği gerici feodal yapılarda, tetikçi ve kurbanların konumunun da hızla değiştiğidir!
Ahmet‘le Melek işte senaristi hiç değişmeyen töre öykülerinde değiştirilen rollerin kurbanlarıydılar!..
Beyinlerdeki sosyo-ekonomik ahlaksızlığın insanlığı uçuruma götürdüğü bir dünyada, onlar iki bacak arasına sıkıştırılan “namus” anlayışının kurbanları oldular!..
Ve belki ikisi de toplumun çizdiği kulvarda koşarken en çok bacaklarına isyan ettiler!..”
ÖNEMLİ NOT: 6 Şubat 2009’de yazdığım bu yazıyı yeniden yayımlamamın güncel ve acı bir gerekçesi var! Dün medyada, “Babadan eşcinsel oğluna 14 kurşun” başlıklı bir haber vardı. Diyarbakır’da eşcinsel olduğu için ailesinin sürekli şiddet uyguladığı 17 yaşındaki R.A, işkenceye dayanamayıp arkadaşının evine sığınmış. Babası ve amcası evi basarak R.A.’yı 14 kurşunla öldürmüş, cesedini de yol kenarına atmışlar. Annenin polise başvurması ile gözaltına alınan baba ve amca tutuklanmış!