26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Küçük olsun, bizim olsun

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Türk sinemasının tarihçilerinden Giovanni Scognamillo, Altın Portakal Film Festivali’nin kuruluş amacı hakkında tam 50 yıl önce şöyle demiş:“Türkiye’de çevrilen filmler arasında, Türk sinemasına öz, biçim, yön, açı bakımından bir yenilik getiren, Türkiye’nin ortamını, insanlarını, toplumunu, yaşantısını, davalarını en olumlu bir şekilde yansıtan ve bir aşama teşkil eden bir filmi ve filmin yanında en başarılı yönetmeni, oyuncuları, senaristi, görüntü yönetmenini vs. tespit edip mükafatlandırmak.” ulusal sinema bilincini pekiştirdiÖnümüzdeki sonbaharda 52. kez düzenlenecek olan festival, geride kalan yıllarda, düşe kalka da olsa Scognamillo’nun tanımladığı amacı güttü. Evet, pek çok şey düşe kalka oldu, çünkü Altın Portakal sinemamızın, daha genelinde Türkiye’nin her türlü olumlu-olumsuz özelliğinin yansıdığı bir platform niteliğindeydi. Filmi yarıştığı halde jüride yer alan yapımcı ve yönetmenler de görüldü, ağır sansür vakaları, kayırmalar, protestolar, boykotlar, iptaller de... Ama neresinden bakılırsa bakılsın, Türk sinemasının yılda bir kez podyuma çıktığı, ulusal sinema bilincinin pekiştirildiği, yıldız oyuncusundan figüranına sinema dünyamızın temsilcilerinin aynı havayı soluduğu “yerli” bir film festivali olma özelliğini, en önemlisi istikrarını korudu. Örneğin 1969’da Adana’da benzer amaçlarla başlatılan Altın Koza, son yıllarda sağlam bir yapıya bürünmekle birlikte, unutulmasın ki geride kalan süreçte (46 yılda) yalnızca 21 kez düzenlenebildi.Antalya’nın şimdiki belediye başkanı da olan AKP’li Menderes Türel ilk kez göreve geldiğinde festivalin “yerlilikten” kurtulup “uluslararası” hale getirilmesi yönünde çalışmalara girişmişti. 2005’te ilk kez ulusal film yarışmasının yanında uluslararası film yarışması da düzenlendi, “1. Uluslararası Avrasya Film Festivali” adı gündeme geldi. Eskisiyle yenisiyle kimi Hollywood şöhretleri yüksek miktarlar ödenerek ikişer üçer günlüğüne Antalya’da konuk edildi, 500 metrelik yolda limuzinler gidip gelmeye başladı. Mickey Rourke, Helen Mirren, David Carradine, Morgan Freeman vb. isimler sayesinde, Altın Portakal’ın da “Cannes gibi” olabileceği düşünüldü. Unutulacak gibi değil, 2005’te 50 kişilik jüri oluşturmak gibi bir çılgınlığa da başvurmuştu yeni yönetim.BUYURUN CENAZE NAMAZINAAltın Portakal’ı uzun yıllardır izliyorum, iki kez ana jüride, birçok kez de ön jürilerde yer aldım, basın toplantılarını ve söyleşileri yönettim, atmosferi iyi bildiğimi söyleyebilirim. Çok net ifade edeyim ki uluslararası yarışma, olmasa da olur... Uluslararası niteliğiyle öne çıkan, başarısı tescillenmiş İstanbul Film Festivali varken, Antalya’nın da uluslararası sulara açılmasının ciddi bir kazanıma yol açmadığı 10 yıl boyunca yeterince görülmüş olmalı. Altın Portakal’a gidenlerin öncelikle Türk sinemasının nabzını tutmak istediği, yerli sinemanın üretimini merak ettiği çok açık. Son günlerde kimi gazetelerde festivalin adının değiştirileceği, “Altın Portakal” ibaresinin festivalin adından çıkartılacağı, ulusal ve uluslararası yarışmaların birleştirilerek bir iki yerli yapımın da katılacağı uluslararası bir yarışmaya dönüştürüleceği yönünde haberler yer aldı. İddiaların yarısı bile gerçekleşirse, en eski film festivalimizin cenaze namazını kılmaya, “İyi bilirdik!” demeye hazırlanalım. Var mıdır yok mudur bir türlü anlayamadığım “film sektörümüz”, ne diyecek bu işe; Altın Portakal’ı melezleştirme çabalarına nasıl bir tepki gösterecek, o da ayrı merak konusu. Kendi adıma, “Türk sinemasına öz, biçim, yön, açı bakımından bir yenilik getiren, Türkiye’nin ortamını, insanlarını, toplumunu, yaşantısını, davalarını en olumlu bir şekilde yansıtan ve bir aşama teşkil eden” filmlerin belirleyici olduğu ve yarıştığı bir Altın Portakal’dan yanayım. Yarım yüzyılı geride bırakan bir film festivali, büyümesini hormonlu şekilde sürdürecekse, bırakın küçük kalsın, “bizim” kalsın.