16 Nisan 2024 Salı
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kültürde iktidar olabilmek 2: Türkçen kadar konuş!

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

“İntihal”, yazarların özellikle de günümüzde yayınevlerinin en temel sorunu.
Çeviri edebiyatının revaçta olduğu bu günlerde, ne yazık ki “iyi çeviri” “kötü çeviri”yi kovmuyor, tam tersine kabul görüyor.
Hatta öyle ki; yayıncılığa şurasından burasından bulaşmış insanların “yayıncıyım” diyerek ortada gezindiğini sık sık görür olduk.
Yayıncılığın en temel sorunlarından biri editörlük kurumunu bir türlü oturtamamasıdır. Bugün hâlâ yayınevlerinde çeviri editörlüğünden söz edemiyoruz. İyi çevirmenlerin çıkması da bir ölçüde buna ve üniversitelerin dil/filoloji bölümlerine bağlı. Bunun altını çizerek asal konumuza gelmek isterim: “İntihal”.
Yayın dünyamızda bazı yazarların furyası gözden kaçmayacak denli yoğun. Yayınevi kirliliğine bir de bu anlamda çeviri/kitap kirliliği eklendi.
Zweig ve Kafka, şimdilerde ise Sabahattin Ali bu furyadan en çok payını alanlardan.
Öyle ki; Zweig’ın yaşarken kitap bütünlüğünde görmediği anlatıları kesilip biçilerek birer kitapmış gibi sunularak okur avcılığına yöneltti yayınevlerini. Üstelik bunun önünü açan da, ülkenin kurumlaşmış bir yayınevi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’dır.
Biz ne yaparsak doğrudur mantığının egemen olduğu bir yayın anlayışını benimseyen bu yayınevi ile yazar olarak yaşadığım sorunu hukuksal boyuta taşıma adımımın öyküsü bunu kanıtlayacak düzeyde. Yayınevinin o dönemdeki yönetim zaafiyeti nedeniyle çok da üzerine gitmedim.
Gelin görün ki aynı yayınevi, yayın danışmanlığını yaptığım bir yayınevinin yayın dizisindeki Zweig çevirilerine takmış durumda. Benim de bazılarına “sunuş” yazısı yazdığım bu kitapların özenli çevirilerinin “intihal” olduğunu söyleyerek kuru deriden bal çıkarmak derdindedir.
Bilgisiz, belgesiz, hatta isnatsız ve yanlış bir adla suçlama ihtarında bulunarak aba altından sopa göstermektedir. Nasıl mı?
“Biz İş Bankası’yız, ona göre!”
Bu yayınevini yöneten arkadaşa, oradaki dizi sorumlusu editöre sorarım:
Siz çeviri intihalinden ne anlıyorsunuz?
Birinin söylediği bir söz mü, yoksa yetkin Almanca ve zengin Türkçenizle ifade edebildiğiniz karşılaştırmalı metinler mi?
O çevirmen böyle söyledi, bu metni önce o çevirdi, artık o cümleyi/sözcüğü başka birisi öyle söyleyemez mantığı mı sizi buna yönelten?
Aynı yayınevi birkaç yıldır bölüp bölüştürerek yayımladığı kitaplarla adeta Zweig tacirliği yapmaktadır. Üstüne üstlük “benim yayınladığım çeviriler doğrudur” edası, başka Zweig çevirilerini karalayan ihtarları yayıncıları bıktırmakta. Bir tür öne sürdüğü bu kanıtsız suçlamalarla kendine yeni kazanç kapısı aralamakta.
Zweig nasıl çevrilmeli diye aklı başında bir Germanist oturup karşılaştırmalı bir inceleme yazsa, eminim ki İş Kültür’ün çevirileriyle kurmaya çalıştığı hegemonya da kırılmış olacaktır.
Türkçedeki “Olağanüstü Bir Gece” çevirileriyle dil/anlam bakımından bir karşılaştırmasını yaptığımda Zweig’ın kurduğu uzun cümlelerin Türkçedeki söyleyişle nasıl farklılaşabildiğini gördüm:
“Wer einmal sich selbst gefunden, kann nichts auf dieser Welt mehr verlieren. Und wer einmal den Menschen in sich begriffen, der begreift alle Menschen.”
Bir defa kendini bulan insanın, bu dünyada kaybedecek birşeyi yoktur artık. Ve bir defa kendi içindeki insanı anlamış insan, bütün insanları anlar. (Çev.: Gülcan Gürbüz)
Zweig’ın söyleyiş özelliği çeviride bir dil birliği/bütünlüğü getirir. Bunu da Türkçede yalnızca İş-Kültür çevirmenlerinin kullanımıyla açıklamak ne denli doğrudur? Zweig bir cümleyi şöyle kurmuşsa, bir başka çevirmen de o cümleyi Türkçede şu biçimde kullanmışsa; bunu hiçbir çevirmen/yayınevi kendi tekeline alıp, bu cümle yapısını böyle kullanan çevirmeni suçlayamaz.
İntihal metnin bütününde çevrim yazımıyla birebirlik içerir. Yani tüm metni alıp noktası virgülüyle aynen kullanmaktır.
Öne sürülebilecek sözcük, cümle yapısı benzerlikleri kaçınılmazdır. Bir çevirmenin o yapıyı bozup başka türlü söyleme şansı yoktur. Eğer ki metne sadık bir çevirmen ise. Hele hele o dili dil yurdu/dil duygusu içinde bilerek hissederek yaşayansa. Yazarın söyleyişini bozmak, kendince bir uydurma yapı kuramaz.
Bir dil ustasının, Uğur Kökden’in “sunuş” yazısıyla yayımlanan “Olağanüstü Bir Gece”yi Gülcan Gürbüz’ün özenli çevirisinden okuduğunuzda “iyi çeviri”nin ne olabileceğini görüyorsunuz.
Yayınevinin “Karakalem Dizisi”nde yer alan kitapların her birini ressam Hemad Javadzade resimledi. Bu da diziye verilen özenin bir göstergesi.
İş-Kültür ise dayanaksız çabalarıyla bulanık suda balık avlamak peşinde sanırım! Bu da kültürde yeni bir “iktidar” yaratma biçimi olsa gerek sevgili okurum.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları