19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kürt sorununu hangi Öcalan çözecek?..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Aydınlık'ta dün çok önemli bir Öcalan dizisi başladı... PKK liderinin İmralı'daki sorgusundan yansıyan bu açıklamalar, yalnızca Öcalan'daki ilginç dönüşüm açısından değil, PKK liderinin devlet karşısında aldığı mesafe bakımından da çok düşündürücüdür...

Peki, 1999'da İmralı'da sorgulanırken devlete biat eden Öcalan, bugün AKP iktidarı üzerinden devlete adeta diz çöktürebilecek konuma nasıl ulaştı?..

Öcalan'ın çok şaşırtıcı açıklamalarını içeren yazı dizisini dikkatle takip ettiğinizde, yalnızca Kürt hareketini yöneten kişinin psikolojisine değil, Türkiye'nin teröre diz çöktüren konumdan "açılım" oyununa nasıl getirildiğine de şaşıracaksınız!..

Evet; "taşeron"luk iddiasından 10 yıl sonra AKP'yi neredeyse taşeron haline getiren Öcalan değişti mi, dönüştü mü?.. PKK lideri, 13 yıl önce kendini mi oynuyordu, yoksa başka bir rolde miydi?.. İşte tüm bunları sorgulatacak bir yazı dizidir bu... Bakınız Öcalan'ın dünkü Aydınlık'ta yayımlanan çok ilginç açıklamalarında neler vardı:

"Devletin uzatacağı en ufak bir eli nasıl tutmak istediğimi bilemezsiniz. Hemen 'işbirlikçi' derler ama ben yaptım. Bütün Kürtleri Türkiye'nin hizmetine sokacağım. Ben eylemlere yüzde 90 karşıydım. En büyük hizmet tutkusu bendedir. Bir kişi el uzatsa da 'dur, gel şerefinle otur' deseydi ama olmadı. Şimdi diyorum bu imkân dilerim doğar ve gerçekten bu ülkeye hizmet nasıl yapılır onu göstereceğim. Devletin direkt olarak bir şey yapmasına gerek yoktur. Biz taşeronuz..."

Bu açıkmalarından yola çıkarak bir dizi önemli soruyu yinelemekte yarar var; devlete bağlılığını bu kadar açık ve net biçimde anlatan Öcalan, örgütün "şiddeti dayatma politikası"nı sürdürmesiyle birlikte hem PKK hem de siyasal iktidar üzerindeki etkinliğini nasıl artırmaya başladı?..

Öcalan bir yerlerden düğmeye basılmışçasına, hizmetinde olduğunu söylediği devletle pazarlık noktasına nasıl getirildi?.. Yani Öcalan'ın yükseltilen etkinliği; AKP ile PKK'yı Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalan "açılım" adlı masaya oturmaya nasıl zorladı!..

Hem de daha 2010'da devlet karşısında pes etmiş bir Öcalan varken... Kanıtı mı?.. İşte Öcalan'ın 16 Ekim 2010'da kendisini ziyaret eden avukatlarına söyledikleri:

"Devlete ve Kandil'e yazdığım mektupların cevabını da henüz alamadım... 31 Ekim'e kadar bekleyeceğiz, ondan sonra ben yokum, aradan çekileceğim ve artık süreci KCK götürecektir, KCK kendi kararını kendisi verir."

Aslında Öcalan'ın sıklıkla tekrarladığı bu sözleri, "benden sonra tufan" tehdidi anlamına da geliyordu... Çünkü Öcalan'ın topu KCK'ya, yani PKK'nın çatı örgütlenmesine atması, şiddeti çağırmaktan başka bir anlam da ifade etmediği için, AKP "açılım" sürecindeki tavizlerini artırmaya başladı...

İşte bu sırada PKK lideri, karar mekanizması içinde, aniden en önemli güç haline getirilirken farklı alanlara da el atmaktan çekinmedi!..

Örneğin Öcalan; AKP, Hizbullah ve cemaatlerin etkin olmaya çalıştığı Güneydoğu'da, PKK'nın ancak muhafazakâr pastadan pay alarak başarıya ulaşacağını da düşünmüş olmalıydı ki harekete geçti... Öcalan, 16 Ekim 2013'te kendisini ziyaret eden BDP'liler aracılığıyla şu çağrıyı yaptı:;

"El Kaide, El Nusra gibi İslam'a ihanet içinde olan kesimlere karşı Diyarbakır'da Demokratik İslam Kongresi çağrısı yapıyorum..."

Ve son aşama... Bu aşama, AKP ile pazarlığı bitirmiş ve yol haritasını çizen bir Öcalan portresi çizmektedir... 7 Aralık 2013'te İmralı'ya giden BDP Milletvekili Sırrı Süreya Önder'in getirdiği mesaj, Öcalan'ın "açılım" sürecinde, inisiyatifi tamamen ele geçirmeye başladığını da kanıtlıyordu:

"Büyük demokratik çözüm için üç ayak önemlidir: Bunların başında; yasal zemin ve hukuki çerçeve gelmektedir. İkinci olarak, tarafı olmayan bir müzakere düşünülmeyeceği için tarafların ve statülerinin bu yasal çerçeve içerisinde tanımlanması gerekir.

Üçüncü olarak da bir izleme kurulunun ya da bir hakem heyetinin sürece dahil olması gerekir. Bu süreçte inisiyatif ve sorumluluk sahibi olmam dolayısıyla, barışın ve yeni demokratik cumhuriyetin inşası hakkındaki düşüncelerimi bütün Türkiye kamuoyuna anlatabilmem için basın ve diğer iletişim ve temas olanaklarının ivedilikle sağlanması gerekir."

Öcalan'ın yazı dizisini dikkatle takip etmenizi öneririm... 1999'dan 2013'e gelinen süreç; Öcalan'ın yakalandığı dönemdeki teslimiyetçi duruşuyla günümüzdeki "inisiyatif" anlayışına ulaşırken, aklınıza hep aynı soru gelecek: "Kürt sorununu hangi Öcalan çözecek?.."

Fısssbukta vatanseverlik!..

Dünyanın birçok ülkesinde halk ayaklanmalarının çoğu sosyal medyadaki örgütlenmeler üzerinden yürütüldü... Sosyal medya Ortadoğu'da iktidarları bile devirdi... Mısır'daki Tahrir Meydanı direnişinde de sosyal medya öncü rolü üstlendi...

Sosyal medyanın toplumsal mücadeledeki önemini Türkiye de kavradı... Deniliyor ki, "30 milyon internet kullanıcısı" var... Bu potansiyel İstanbul'da "Gezi"eylemlerini yaygınlaştırmakta da etkili oldu. Atılan her mesaj, her tweet insanların meydanlara yığılmasına yetti...

Anlayacağınız, halk sonunda siyasal iktidarlara karşı kendi muhalefetini oluşturdu; interneti bir meydana dönüştürdü ve burada dünyanın en kalabalık ve en etkili mitinglerini yapmaya başladı!..

Ta ki önceki güne kadar... Önceki gün yaşananlar sosyal medyadaki duyarlılık ikilemini de gözler önüne serdi!.. Baksanıza, Facebook'ta bugünlerde yoğun bir "memleket" tartışması yürütülüyormuş!.. Gelen mail'lerden de anlaşılıyor ki, Facebook'taki İzmirlilerin memleketi "Adıyaman" olarak değiştirilmiş!..

Sosyal medya bununla çalkalanıyor işte!.. İşin kötüsü üyeler bu platformda "memleket"leriyle ilgili hatayı düzeltemiyorlarmış!.. Herkes öfkeli ve herkes isyan halindeymiş!..

Bu bir tuzak mı, yeni bir oyun mu, yoksa bir teknik arıza mı diye diye insanlar birbirine sorarken; Facebook'ta İzmir'in

nüfusu düşmüş, Adıyaman'ınki ise adeta patlama yapmış!..

Sosyal medyanın muhalefet uğruna kullanılması iyi de, şu "Facebook'ta memleketimin adı değişti" diye ortalığa veryansın edenlere çok şaşıyorum...

Sormazlar mı adama; "Özelleştirme yağmasıyla satılmadık memleket malı kalmazken, bölünme tuzağı uğruna vatan elden giderken, yabancıya mülk edinme yasasıyla memleketin her köşesi işgal edilmişken sanal âlemde, memleketin adının değişmesi çok mu büyük meseledir?.."

Halkımız vatanseverlik üzerindeki duygularını savunurken, gerçekle sanalı ne zaman ayırt edecek acaba?..