26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Madımak ve zamanaşımı

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Acısını, öfkesini hâlâ içimizde taşıdığımız Sivas katliamı, zamanaşımıyla sonuçlanan uzun yargılama sürecinin her aşaması dahil, “Gerçek failler bulunsun, hesap sorulsun” talebini hep canlı tuttu. Bir yandan da tıpkı 1 Mayıs 1977’de olduğu gibi, tertibin arkasındaki karanlık güç odaklarının yakasına yapışılamayacağı, provokasyonun üstünün örtüleceğine dair umutsuzluk inancı söz konusuydu. Aradan geçen onca yıl, belki 1 Mayıs 77’yi, Sivas’ı unutturmadı ama kafalarımızdaki ve vicdanlarımızdaki zamanaşımı süresini de ne yazık ki hayli kısalttı. 2013’teki Reyhanlı saldırılarının ardından ne oldu örneğin? Bir dava, sanıklar, tutuklular var mı yok mu kaçımız haberdarız... Ya da üzerinden yalnızca üç buçuk ay geçmişken Suruç’ta 33 gencin katledilmesiyle ilgili bir gelişme oldu mu... Yoksa küllenip gitti mi o acı? Zamanaşımı bu kadar çabuk mu geldi! Şimdilerde “Çaya çorbaya limon” misali, “barış” bildirileri imzalayan aydınlarımız, örneğin Paris’te öldürülen üç PKK’lı kadının hangi “barış süreci”ne kurban edildiklerini hiç mi merak etmez oldular? Hrant Dink cinayetinin ardındaki siluet artık iyice belirginleşmişken, Dink’in cenaze töreninde ABD büyükelçisiyle birlikte yürüyüp “Ergenekon”u işaret edenlerin de mi gözü kulağı zamanaşımında?Geçen hafta gösterime giren “Madımak: Carina’nın Günlüğü” filmi, Gladyo eliyle bir provokasyonlar ülkesi haline getirilmek istenen Türkiye’nin kalbine saplanan Sivas katliamı acısına tuz basan, yaşanılanların unutturulmamasını amaçlayan bir çalışma. Ulaş Bahadır’ın yazıp yönettiği film, Sivas’ta yaşamını yitiren tek yabancı olan Hollandalı öğrenci Carina Cuanna’nın Türkiye serüveni üzerinden, planlanmış bir kışkırtma sonucu gerçekleşen katliama uzanıyor ve tüm Türkiye’yi bir kez daha Madımak’ta kaybettiklerimizle yüzleştiriyor. Annesinin ve erkek arkadaşının karşı çıkmalarına rağmen Anadolu kadını üzerine yazacağı tez için Ankara’ya gelen, tanıştığı Alevi gençlerle birlikte Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak üzere Sivas’a geçen Carina’nın ve çevresindekilerin öyküsü, 1993 Türkiyesi’nin manzarasını da veriyor. Olayların ardındaki güç elbette ki köhne bir depoda toplanıp camilerde kışkırtıcılık yapan üç beş provokatörden ibaret değilse de Ulaş Bahadır’ın olan bitenin baştan sona tertiplendiğine dair vurgusu gayet yerinde. Senaryo ve yapım zayıflıklarına rağmen duygu yüklü, etkileyici bir film “Madımak: Carina’nın Günlüğü”. Karşımızda Soner Yalçın’ın “Menekşe’den Önce” belgeseli kadar sağlam bir çalışma olmasa da Sivas valisinden alay komutanına, belediye başkanından emniyet müdürüne, Aziz Nesin’den Hasret Gültekin’e, Behçet Aysan’dan Metin Altıok’a, Asaf Koçak’tan Asım Bezirci’ye açılan yelpazede gerçekçi dokunuşlarda bulunmayı başarmış Ulaş Bahadır. En azından “zamanaşımını” tanımıyor. Başta Carina’yı canlandıran Denise Ankel olmak üzere oyuncu kadrosundaki tüm genç isimleri ve Rıza Akın, Füsun Demirel, Altan Erkekli, Mustafa Alabora, Erdal Tosun, Muhlis Asan gibi usta sanatçılarıı, emeklerinden dolayı kutlamak gerekir.
DERYA SAYIN...Yukarıda okuduğunuz satırları çarşamba gecesi yazdım, perşembe sabahı ise Derya Sayın’ı kaybettiğimizi öğrendim. Çok üzgünüm... Türkiye büyük bir mizahçıyı, büyük bir ressamı kaybetti. Teklifimizi kabul edip 1993 Aydınlık’ında çalışmasına çok sevinmiştim Derya’nın. Leman dergisinin en sevdiğim, karikatürlerini kesip sakladığım çizerlerinden biriydi. Kendisini de yakından tanıyınca, dostluğumuz ilerleyince, o çılgın esprilerin ardındaki sakin, alabildiğine mütevazı, neredeyse mahcup kişiliği karşısında çok şaşırmıştım. Türkiye’nin en iyi mizahçılarından biriydi ve özellikle genç kuşağın nabzını kaliteyi hiç düşürmeden tutmayı bildi. “Derya Kuzuları” derin izler bırakmıştır çoğumuzda. Mizah dergiciliğinden epeyce insan zengin oldu, işadamlığına başladı, cepler doldu... Derya ise hep parasızdı ama paraya pula da hiçbir zaman tamah etmedi. Kalp krizi geçirdiğinde cebinde kaç para vardı, tahmin etmek zor değil. Onu hep o derin ve incelikli esprileriyle anımsayacağım. Huzur içinde yatsın...