28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Medeniyet ve imparatorluk

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

Kavramların bilimde tanımları vardır. Medeniyet de tanımlanmıştır. Bilimsel kavramlara isteyen istediği tanımı yükleyemez. Yükleseler de bilim dünyasında dikkate alınmazlar.

MEDENİYET
Medeniyetin ya da günümüz Türkçesine yerleşmiş karşılığıyla Uygarlığın tanımını bu köşede sık sık hatırlattık. Batı dillerinde Civilisation deniyor. O’nun da Latince kökenli Civis sözcüğünden geldiğini burada bir kez daha açıkladık (3 Kasım 2018). Ona da okuyucularımızdan itiraz edenler var. Civis sözcüğünün Latince kökenli olmadığını, başka dillerden Latinceye gittiğini yazıyorlar. Civis, Civil, Civilis, Civilisation sözcükleri hep Latinceden dünyaya yayıldı. Bu sözcüklere anlam yükleyen, kökenleri değil, Roma imparatorluk pratiğidir.

ÖZEL MÜLKİYET, TİCARET VE KENTLEŞME
Civilisation kavramının Arapça ve Türkçe karşılığı olan Medeniyet, Arapçada medine yani kent sözcüğünden geliyor. Latincede olduğu gibi kentleşme süreciyle bağlantısı sözcük kökeninde de görülüyor.
Medeniyet, bir üretim fazlasının oluşması, özel mülkiyetin doğuşu, kabile toplumunun çözülmesi ve toplumun sınıflara bölünmesiyle birlikte ortaya çıktı. Özel mülkiyet ve sınıflarla birlikte, para, ticaret, pazarlar, kentler, ordu, devlet, bilim, din tarih sahnesine çıktı. Tabii bu anlattıklarımız, her toplumda daha uzun veya kısa, yüzlerce hatta binlerce yıllık süreçlerin ürünüdür.
Mezopotamya, Çin, Hint, Mısır, Atina, Roma, İran, Emevi-Abbasi, Orta Asya, Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Cengizliler, Osmanlı, Altınordu, Timurlular vb medeniyetleri kendi özgün gelişmelerinde hep aynı özel mülkiyet ve ticaret sürecinin ürünüdür. Daha sonra kapitalist ve sosyalist medeniyetler var.

SÖMÜRÜNÜN VE DEVLETİN TARİHTEKİ İLERİCİ ROLÜ
Burada da okuyucularımızdan itirazlar geldi. Kimi laiklerimiz, Atina ve Roma medeniyetlerine hayran ama o medeniyetler ile Rönesans arasındaki beş yüzyıllık Emevi-Abbasi medeniyetinden nefret ediyorlar. Kimi Türkçülerimiz ise, “Atina ve Roma diye bir medeniyet mi var” diyorlar. Bunların hepsi, gerçekle ilintisi olmayan, bilimsel düzlemde en küçük değeri bulunmayan hurafelerdir.
Bir de imparatorluk düşmanları var. Onlara göre, imparatorluklar, hele hele Emevi ve Abbasi imparatorlukları şiddetin ve kan dökücülüğün örgütlenmesidir. Bu imparatorluklarda kölelik vardır, kulluk vardır, ümmet vardır, sömürü ve zulüm vardır.
Doğru, medeniyet sınıflara bölünmeyle ve devletle birlikte ortaya çıktı. Ama özel mülkiyet, ticaret ve sınıflara bölünme, o tarihte bir ilerleme idi. Kölelik ve kulluk da o tarihte bir ilerleme idi. Kabileler arasındaki boğazlaşmalarda yenik düşen kabilenin toptan imhasının yerine, o insanları kul ve köle yapıp emeklerini sömürme ilişkisi geldi. Bakın sömürü, kabile toplumundan çıkışta medeniyetin temelidir. Sömürü olmasaydı, hiçbir medeniyet olmayacaktı. Sömürü de bütün toplumsal ilişkiler gibi tarihseldir. Bir zamanlar ilerici bir rol oynamışken, sonra gerici karakter kazanmıştır. Bu tümcelerden sonra okuyucu mektuplarımızın nasıl akın akın, köpüre köpüre geleceğini tahmin edebiliyorum, ama bilim öfkeyle ya da hurafeyle yapılmıyor. Tersine hurafelere karşı cesur ve dik duruş, bilimsel gelişmenin itici gücüdür.

İMPARATORLUK VE KILICIN MEDENİLİĞİ
İmparatorluklar, Cengiz imparatorluğu dahil, büyük medeniyetlerin siyasal örgütlenmesidir. Deniz uygarlıkları ve Asya’nın karasal devletleri ve imparatorlukları, özel mülkiyetin ve ticaretin gelişeceği barış ortamını içte ve dışta kılıçla sağladılar. Hazreti Ali’nin Zülfikarını boynumuza takıyoruz, ama kılıca düşmanız! Hazreti Ali, Haricileri o kılıçla doğramıştı. Hazreti Muhammed’in kılıcı olmasaydı, İslam uygarlığı olmazdı.
Çağdaş dünyada demokratik devrimler ve millî kurtuluş savaşları dahil, bütün medeniyetler kılıçla kuruldu. Onun için kılıcı gördüğümüz her manzaranın üzerine kırmızı görmüş boğalar gibi boynuzlarımızı uzatmanın medeniyetle bir ilgisi yok, bilimle de bir ilgisi yok.

EMEVİ ABBASİ UYGUR SELÇUKLU VE OSMANLILAR
Hele Emevi ve Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlularına düşmanlık, yalnız bizim değil, bütün insanlığın medeniyet mirasına düşmanlıktır. Bu imparatorlukların ilerici yükseliş dönemleri vardır, gerici çöküş dönemleri vardır. Her varlık gibi onlar da doğar büyür ve ölürler. Ama bize bıraktıkları önemlidir.
Son iki yüzyıla bakınız. Rus, Türk, İran, Çin devrimleri birbirlerini ateşleyerek, dalga dalga, el ele yükseldiler. Hepsi imparatorlukların örgütlenme, bilim, medeniyet mirası sayesinde. İşte Yavuz Selim ile Şah İsmail’in buluştukları yer, bu medeniyet mirasıdır.
Bugüne bakınız Avrasya’nın önderleri yine imparatorluk mirası olan ülkelerdir: Türkiye, Rusya, İran, Çin!
Suriye’nin ve Irak’ın ABD emperyalizmine direnişlerindeki hikmeti ararken, Emevi ve Abbasi mirasını görmezden gelebilir misiniz? Suudi Arabistan’ın onlardan farkı nerededir?
İmparatorluklar mirasını reddetmek, aslında devrimi ve devrimciliği reddetmektir. Dünyanın büyük devrimci öğretmenlerinden feyz aldığımız zaman, bu tür ilkelliklerden korunmuş oluruz.