24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 25°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Metin Kurt ölmedi!

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

24 Ağustos 2012 günü sonsuzluğa uğurladığımız Metin Kurt’un aramızdan ayrılmasının üzerinden dört koca yıl geçti ama, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün üzerinde trafiğin kilitlenmesi nedeniyle cenazesine yetişemem sanki dün gibi. Önceki gün Hüseyin Kaya’nın hakkında yazdığı yazıyı beğenerek okurken Metin Kurt ile olan dostluğumuz bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Henüz akademinin üçüncü sınıfındaydım. Okulu bitirme tezim için konu belirlenmişti. Ne yapacağımı kara kara düşünürken imdadıma aynı zamanda film yönetmeni de olan Hocam Mehmet Aydın yetişti. Hocam beni Metin Kurt ile tanıştırabileceğini söyledi ve hatta o zaman Gayrettepe’deki evinin de telefonunu verdi. Aradım, Beyoğlu Yeniçarşı Spor Kulübü’nde buluşabileceğimizi söyledi. İlk buluştuğumuzda yıl 1978’di ve yanında Eser Özaltındere’de vardı. Koşullar ne olursa olsun yüzünden eksik olmayan gülümsemesi ile “kardeş” dedi ve devam etti; “Türkiyede teknik direktörlük yoktur, teknik diktatörlük vardır. Bizim teknik direktörler futbolcuların yaşamlarını sahayı sınırlayan beyaz çizgiler içine hapsederler. Bu yöneticilerin de işine gelir. Bu sayede düşünmeyen, sorgulamayan, memleket meselelerine kafa yormayan emirkulu futbolcular yetişir”. O günlerde Metin Kurt 30 ben ise 21 yaşımdaydım. Ulusal takımın yurtdışı seyahatleri sırasında arkadaşlarına “bu dövizleri harcamayın. Ülkemizin bu paralara ihtiyacı var” dediği için solculukla suçlanmış ve Turgan Ece tarafından Galatasaray’dan gönderilmesi bizleri bir yandan üzmüş öte yandan ise sevindirmişti. İlk kez ve açık olarak Ulusal takım düzeyinde futbol oynamış bir Türk futbolcusu emekten yana tavır koymuş, oyuncuların kulüpler tarafından sömürüldüğünü dile getirmişti. Benim tez konum da “Antrenör, oyuncu, kulüp” ilişkisi üzerineydi. Metin Kurt’un sözleri tezimin özünü oluşturmuştu. Yeniçarşı Kulübü’nden ayrıldığımda artık o benim ağabeyimdi. Ölünceye değin dostluğumuz sürdü. 1987 yılında artık liglerin aranılan teknik direktörlerinden biriydim. Bugünkü birinci lig konumunda Edirnespor’un hocasıydım. Hafta sonundaki maç için Edirme’de bir otelde kampa girmiştik. Futbolcular uyuduktan sonra biraz hava almak için dışarı çıktım. Sonbahar olmasına karşın hava çok soğuktu. Sağa sola bakınarak dolaşırken bir bankın üzerinde Metin Kurt’un oturduğunu gördüm. Ekmek arası köfte yiyordu. “Hayır ola Metin Abi, ne yapıyorsun burada?” dedim. Sarıldık, otele davet ettim, ama gelmedi. “Beni seninle birlikte görmesinler, işinden gücünden olursun”. O günlerde solculuk en büyük suçtu. Ayak dirememe karşın benimle gelmedi. Birkaç dakika söyleştik, otele döndüm. O günlerde şehir şehir dolaşarak kitap pazarlaması işini yapıyormuş. Edirne’ye de bunun için gelmiş. Türk futbolunun Spartaküs’ü öylesine kuşatılmış, çalışma alanı öylesine daraltılmıştı ki kültür işine soyunmak zorunda kalmıştı. Buna karşın onun yüzündeki gülümseme yerli yerinde duruyordu. Defalarca dergi çıkarttı ama parasal destekçi bulamadığı için dergileri uzun süreli olamadı. Bütün dergilerine gönüllü yazılar yazdım. En son “spor neden okula girmeli” başlıklı yazıma bayılmıştı!

2010 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği bir Sempozyum’a birlikte gitmiştik. Gündüz oturumlarda sonra geceler boyu sohbetlerimizin tadı hala damağımdadır. Sabahlara değin oturur, söyleşir, sabah da salondaki yerini en önce o alırdı. Çoğu insan onunla birlikte olmaktan çekindiği halde gittiği her toplantıda en çok alkışı Metin Abi alırdı. Son kez birlikte oturuşumuz ölümünden bir yıl önceydi ve yanımızda Reşit Günel’de vardı. Nevizade’de, Cumhuriyet Restaurant’ta buluştuk. Gecenin yarısına gelmiştik, ben uyuklarken o daha yeni açılıyordu. Ben izin isteyince hep birlikte kalktık. İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarından birinde yürüyorduk. İzin istedim, boynuma sarılıp geceye devam etmek üzere alacakaranlık bir sokakta yıldız gibi kayarak kayboldu. Arkasından öylece bakakaldım... Kulağımdaki son telefon sesinde şunları söylüyordu “Metin, Devrimci Sporcular Sendikası’nı kurduk. 19 Mayıs’ta Taksim’e yürüyoruz, haberin ola!”. Sesinde çocuksu bir sevinç vardı. Birkaç ay sonra, yüzünde gülümsemesi hiç eksik olmayan, yeni bir şey gördüğünde ya da bir şeyi başardığında çocuklar gibi sevinen, kendisini görünce “ne olur ne olmaz” diye yolunu çevirenlere bile gücünmeyen bu “insanoğlu insanı” yitirdik ve ben köprü trafiğinde kalarak ona karşı son görevimi yapamadım. Metin Kurt gibi insanlar ölmez! Bugün birçok teknik adamın, yöneticinin ve futbolcuların çoğunluğu gibi “omurgasız” olsaydı ya da hafif bir başeyseydi herkesin özenerek ulaşmaya çalıştığı yerlerde o olurdu. Ama Metin Abi doğrunun da eğrinin de ne olduğunu biliyordu. Çoğunluk şatolarda, villalarda, yalılarda yaşamanın peşinde koşup hayatlarını zehir ederken O, çiçeklerde dallarda, arılarda ballarda yaşamayı seçti. Kırlarda dolaştığınızda etrafınıza dikkatli bakın! Gördüğünüz sarı ve kırmızı renkli çiçeklerde mutlaka Metin Kurt’u göreceksiniz! Ve o size “devrim mücadelesi sürüyor, futbolcu kardeşlerim uyandı değil mi” diye soracak o çocuksu coşkusuyla...