25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Metin Oktay’ın kemiklerini sızlatıyorsunuz...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Tam 31 yıldır spor yazıları yazıyorum. Bu süre içerisinde Türkiye’de hiçbir spor yazarı benim kadar sık spor, futbol yazıları yazmadı.  Bir ara Doğan Gazetecilik’te 10 yıl her gün yazı yazdım.  Bu süre içerisinde okuyucularımdan hiç izin istemedim. Tam tersine ligler bittiğinde çoğu insanın cephanesi biter, maç olmadığı için yazı da yazamazlar. Benim ise bu dönemde yazma hızım artar. 31 yılın sonunda okuyucularımdan izin istemeden biraz dinlenmek istedim. Ne var ki, dinlence sırasında spor sayfalarına baktıkça daha fazla yoruldum. Türkiye inanılmaz bir yabancı futbolcu transferi hastalığına yakalanmış, gazeteler ise bu çılgınlığın öncülüğünü yapıyor neredeyse.Bir zamanlar başarılı olmuş, artık futbol yaşantılarının sonuna gelmiş futbolcular liberal ekonominin babası olarak bilinen Adam Smith’e bile ‘ne oluyor yahu’ dedirtecek denli ilginç pazarlama yöntemleriyle takımlarımıza alınıyor. Transfer atağında geriye düşen Beşiktaş yönetimi yandaşlarının hışmına uğramamak için kısa süre önce Beşiktaş’tan adeta kovulan Quaresma’ya kurtarıcı olarak sarılıyor. Daha şimdiden denebilir ki, maçlar başladığı zaman Beşiktaş tribünlerinin başı dönecek. Bir tarafta Gökhan Töre diğer yanda ise Quaresma.  Portekizli oyuncunun bir televizyon kanalına verdiği söyleşiyi hiç unutmam. Şöyle söylemişti Quaresma: “Ben Romanım. Dolayısıyla işin eğlence tarafındayım. Futbol oynarken keyfime bakarım.” Beşiktaş tribünlerinin Quaresma tutkunluğunun nedeni de bu olsa gerek. Birbirlerini eğlendiriyorlar, şampiyonluklar ise başkalarına gidiyor.Diğer büyüklere gelince... Fenerbahçeliler neredeyse uçmuşlar. Ne için? Nani ve Van Persie için. Nani yılda 5 Van Persie ise 10 gol atıyor. Biri kanat diğeri ise santrfor.  Galatasaray ise Podolski bombasını patlatmasına karşın transferde daha hesaplı davranıyor. Podolski’de yılda ortalama 10 gol atıyor. 10 sene önce Almanya ulusal takımının iyi forvetlerinden biriydi. Şimdi artık kariyerinin sonuna geldi. Türkiye ulusal takımının santrforu Burak Yılmaz yılda ortalama 20 gol atıyor. Biz onu ‘top kontrol etmesini bilmiyor’ diye eleştirirken onun yarısı kadar gol atanları ulusal kahraman gibi karşılıyoruz. Bu işte bir iş var. Birileri bize modası geçmiş oyuncuları inanılmaz bir beceriyle yutturuyor. Menajerler, onların ayak oyunları ve kulüp yönetimlerindeki işbirlikçiler halkımızı aldatıyor, modası geçmiş yabancı futbolculara büyük paralar verilerek ülkenin kaynakları kurutuluyor. Büyük takımları yönetenler ya da yönettiğini sananlar... Siz biliyor musunuz ki Metin Oktay Galatasaray’a 6 bin liralık bir pamuk ipliği makinesi karşılığında transfer olmuştu. Ailesi dokuma yapıp kendilerini geçindirsinler diye...  Lefter gibi eşsiz bir futbolcunun ise 200 lira harçlık karşılığında Fenerbahçe’ye geldiğini geçen hafta Halit(Deringör) Ağabey yazmıştı. Yılda ortalama 30-35 gol atan Metin Oktay ile futbolumuzun Ordinaryusu Lefter Büyükandonyanis bugünkü yöneticilerin yaptığı transferleri duyumsuyorlarsa eminim ki kemikleri sızlıyordur.Evet, 31 yıldır ülkemizin kaynaklarının tüketilmemesi, tersine, üretime dayalı bir futbol anlayışının yerleşmesi için yazılar yazıyorum. Ne var ki, ben yazdıkça her şey tersine gidiyor. Yani yazdıklarımın hiçbir anlamı olmuyor. Yazdıklarını anlamadan yazan, bu nedenle de yazdıkları anlaşılamayan çok insan vardır dünya üzerinde. Büyük olasılıkla ben de onlardan biriyim. Trafikteki Temel’in durumuna düştüm neredeyse. Hani Temel trafikte ters yöne giderken bütün otomobiller üstüne gelirmiş ya... Benim durumumda neredeyse aynı. Spor yazarlarının ve yöneticilerin büyük çoğunluğu benim yazdıklarımın tersini yazıp, söylüyorlar... Tersine giden ben miyim yoksa onlar mı? Arda Turan’da bir iş var!Arda Turan Barcelona’ya transfer oldu. Hem de bizim için büyük bir para karşılığı. Yorumcu Ahmet Çakar Arda için zamanında “Barcelona ile antrenmana bile çıkamaz” demişti. Ahmet Hoca Arda’dan özür diledi. Ben bu denli iddialı yaklaşımlarda bulunamam. Ama Arda’nın Barcelona’da futbol oynayabilmesi kolay değildir. Çok kuvvetli olmak gerekir. Nihat Kahveci Türkiye’de deyim yerindeyse yerlerde sürünürken hayatının futbolunu İspanya’da oynadı. Kaldı ki Arda futbolu anlaşılır bir futbolcu da değil. O futbol oynamayı çalım atmak sanıyor.Eğer ayağındaki topu esir almazsa oynayabilir. Bir örnek verecek olursak Akhisarspor’da oynamaktansa Barcelona’da oynamak daha kolaydır. Orada herkes gereğinden daha fazla profesyoneldir ve işlerini bilirler. Arda işini yapabilecek mi, işte sorun burada... Messi’nin Barcelona’da yaptığı işler ortadadır, Arjantin ulusal takımında ise sorunludur... Arda’nın da Türkiye Ulusal takımında nasıl zorlandığı biliniyor. Ama gene de Arda’nın Barcelona’ya transferinde bir iş var. Uluslararası anlaşmalar mı, menajer oyunları mı, kara para aklama mı ya da parasal destekçilerin dayatması mı? Neden Arda Turan? Sadece Avrupa’da Arda’dan daha iyi yüzlerce futbolcu var.Neden Arda? Bu ayıp da TRT’ye yeter...Bizim vergilerimizle yaşamını sürdüren TRT dünyadaki büyük spor organizasyonlarını görmezlikten gelmeye devam ediyor. Dünyanın bir numaralı tenis turnuvası olan Wimbledon’un yayın hakkını bu yıl da LİG TV aldı. Dolayısıyla yayın şifreliydi. Dinlencede bulunduğum yerde LİG TV bulmak olanaksız, olsa bile aboneler sadece dört büyüklerin maçları için anlaşma yapmış. Dolayısıyla kapı kapı dolaşıp LİG TV dilenciliği yaptıktan sonra bir komşumuzun abonmanlığı üzerinden bir aylık bir spor paketine üye olarak Wimbledon’u izlemeye çalıştım. Tabii ki arada bir ve bir de final maçını. Komşu dost da olsa her gün saatlerce size katlanmak zorunda değildir.TRT gevezelikten öteye hiçbir işe yaramayan futbol izlenceleri ile insanları zengin ederken büyük tenis turnuvalarının yayın hakkını almamakla, bu hakkı şifreli kanallara bırakarak sadece ayıp etmiyor, halkımıza ihanet de ediyor. Kamuya hizmet TRT’nin birinci görevidir. Kamudan aldıklarını kamuya vermeli. Doğaldır ki kamu da haklarının ne olduğunu bilmeli. Bu nedenle büyük spor olaylarının yayın hakkı TRT’de olmalı. Yoksa devletin elindeki Digitürk(en azından Wimbledon başlarken devletindi) ile devletin TV kanalı arasında da mı bir danışıklı dövüş(şike) var?