19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Moskova'nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Planı-2: Batı’ya karşı ‘manevi ittifak’ programı

Rapor, Moskova-Ankara-Tahran üçgeninde tasavvufun oynayabileceği önemli role dikkat çekmektedir. Tasavvuf, yalnızca Türkiye’de değil, Ortadoğu ve Mağrip’in tüm ülkelerinde, Vahhabiliğin, Selefiliğin ve tekfirciliğin egemen olduğu yerler hariç, İslam’ın baskın şekli olarak değerlendirilmektedir.

Moskova'nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Planı-2:  Batı’ya karşı ‘manevi ittifak’ programı
A+ A-
DR. MEHMET PERİNÇEK

- Moskova, Ankara ve Tahran, geleneksel köklerine dönerek üç manevi medeniyetin (Ortodoks, Sünni ve Şii) merkezi haline gelebilecek ve birlikte Batı’ya karşı direnecektir.

- İran, kutsal kökenlerine geri dönme ve günümüz dünyasına isyan etme konusunda kurumsallaşmış bir stratejiye sahip olarak Avrasya halklarına örnek teşkil etmektedir.

- Rapora göre Mevlana, Bektaşi ve Yunus Emre geleneğinin canlandırılması Ankara’yı Sünni dünyasının gerçek lideri yapabilecektir.

Rusya stratejistlerinin üzerinde çalıştığı ‘Geleneksel İslam Açılımı Planı’na devam ediyoruz. Bu bölümde, manevi açılımın Şii ayağı ve bu çerçevede İsrail’in geleceğine ilişkin değerlendirmeler yer alıyor. Ayrıca Vahabiliğe karşı Mevlana, Bektaşi ve Yunus Emre geleneğinin canlandırılmasının sağlayacağı yararlar değerlendiriliyor. Moskova-Ankara-Tahran eksenli bu planın devamında şu değerlendirmeler yapılıyor:
Raporda, Avrasyacı Ortadoğu’nun stratejik mimarisi için Moskova-Ankara-Tahran üçgeni öneriliyor. İmparatorluk geleneğine sahip ve bu geleneğini koruyan bu üç devletin geçmişte birbirleriyle savaştıkları ancak günümüzde tarihi ayrışmaları aşmayı öğrendikleri ve bu üçlü ortaklığın jeopolitik olarak kaçınılmazlığını bilincine vardıkları tespiti dikkat çekiyor.
Raporun ifadesiyle böyle bir ittifak dar bir faydacılığa değil, yüzyılların ürünü geleneksel değerlere, liberal olmayan, küreselleşme karşıtı ideolojiye ve birbirlerinin dinlerine saygıya dayanmalıdır. Moskova, Ankara ve Tahran, geleneksel köklerine dönerek üç manevi medeniyetin (Ortodoks, Sünni ve Şii) merkezi haline gelebilecek ve birlikte Batı’ya karşı direnecektir.

Moskova-Ankara-Tahran
Moskova-Ankara-Tahran

İRAN VE Şİİ DÜNYASI

Rapor, bu tespitlerden sonra İran’ı ele almaktadır: Ortadoğu’da İran’ın etkisi ve Şii faktörü, son dönemde güçlenmektedir. Bu, Tahran’ı Şii devriminin ikinci aşaması problematiğiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Bahsi geçen coğrafya İran’ın dışında kısmen Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Bahreyn ve Afganistan’ı kapsamaktadır.
Şiilik, tek bir kültürdür ve diğer Müslüman bölgeleri gibi Şii coğrafyası da Batı sömürgeciliğinin asırlık politikaları sonucunda parçalanmıştır. İran, kutsal kökenlerine geri dönme ve günümüz dünyasına isyan etme konusunda kurumsallaşmış bir stratejiye sahip olarak Avrasya halklarına örnek teşkil etmektedir.

VAHHABİLİĞE KARŞI MEVLANA, BEKTAŞİ VE YUNUS EMRE GELENEĞİ

Rapor, Moskova-Ankara-Tahran üçgeninde tasavvufun oynayabileceği önemli role de dikkat çekmektedir. Tasavvuf, yalnızca Türkiye’de değil, Ortadoğu ve Mağrip’in hemen hemen tüm ülkelerinde, Vahhabiliğin, Selefiliğin ve tekfirciliğin egemen olduğu yerler hariç, İslam’ın baskın şekli olarak değerlendirilmektedir. Tasavvuf, Ortadoğu süreçlerinde kenarda kalmakla birlikte en az Selefilik kadar harekete geçirme yeteneğine sahiptir ve Müslüman dünyasının Atlantizme ve onun desteklediği Vahhabiliğe karşı birleşmesinde rol oynayabilecektir. Bu anlamda rapora göre Mevlana, Bektaşi ve Yunus Emre geleneğinin canlandırılması Ankara’yı Sünni dünyasının gerçek lideri yapabilecektir.

TASAVVUFUN SÜNNİ DÜNYASINDAKİ ETKİSİ

Raporda güçlü tasavvuf geleneğinin, Şii bölgeleri ve Vahhabiliğin hâkim olduğu yerler (Suudi Arabistan, BAE, Katar) dışında diğer İslam ülkelerinde (Mısır, Ürdün, Sudan, Libya, Cezayir, Fas, Afganistan, Pakistan vd) de var olduğu ifade edilmektedir.
Mağrip’te de tasavvufun iki geleneksel kutbuna (batıda Marakeş ve doğuda Kahire) dikkat çekilmektedir. Mısır’da 20. yüzyılın başında yaşamış olan Abdülvâhid Yahyâ’nın (René Guénon) manevi mirasının bölgenin sömürgecilikten ve dayattığı Vahhabilikten kurtarılmasında rol oynayabileceğine işaret edilmektedir.
Tasavvufun diğer bir merkezi ise, nükleer silahlara sahip olan Pakistan olarak görülmektedir. Pakistan’ın Afganistan’daki Amerikan ve İngiliz emperyalistleri tarafından dayatılan savaşa sıkışıp kaldığı ifade edilmekte, yeni Avrasya düzeninin stratejik Moskova-İslamabad ekseni ve bunu tamamlayacak olan Moskova-Ankara ile Moskova-Tahran eksenleri üzerinden Afgan çatışmasını çözebileceği öngörülmektedir.
Raporu hazırlayanlar, tasavvuf felsefesinin canlanmasıyla Ortadoğu’daki Sünni (hem Arap hem de Arap olmayan) topluluklar arasında ortak bir payda yaratılabileceğini ve bunun Sünniler, Şiiler ve Hristiyanlar arasında karşılıklı anlayışa ulaşmak gibi bir dizi karmaşık Ortadoğu sorununu çözmenin anahtarı olabileceğini düşünmektedir. Bu sorunlar arasında Kürt ve Filistin sorunları, Amerikan saldırıları sonrasında fiili olarak bölünmüş devletlerin (Afganistan, Irak, Lübnan, Suriye, Libya) inşası gibi konular da sayılmaktadır.

‘ABD, SUUDİ ARABİSTAN’I KURBAN EDEBİLİR’

Rus yetkili ve uzmanlar, Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşilerinin Suriye’deki yenilgilerinden sonra zor bir duruma düştüğünü tespit etmektedir. Bizzat Riyad’da rejimin derin krizine ve Vahhabi ulema, hanedanlık ve halk kitleleri arasındaki derinleşen çelişkilere işaret eden dramatik değişimler yaşanmaya başlamıştır. Belgedeki ifadelerle Suudi Arabistan, İsrail’le birlikte ABD’nin bölgedeki en yakın müttefikidir. Ancak Riyad, aynı zamanda Ortadoğu’da ABD’nin en fazla aldattığı ortağıdır. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Washington, Bağdat’ı Şiilere teslim etmiş, bugün ise Suudilere “lider” rolü biçmektedir. Aslında gerçekte biçilen rol, Tahran’la yaşanan çatışmada Suudileri etten mermi olarak kullanmaktır.
Raporun yazarları, ABD açısından Suudi Arabistan’ın, İsrail’den farklı olarak, kurban edilebilecek bir ortak olduğunu değerlendirmektedir. Bu nedenle Washington’da Suudi Arabistan’ın birkaç parçaya bölünmesinin ve Mekke ve Medine üzerinde İslam ülkelerinin ortak denetiminin sağlanmasının tartışılması tesadüf değildir.

İSRAİL’İN ÖNÜNDEKİ SEÇİM

Rapora göre, İsrail’in kaderi de Atlantik kampında oynayacağı role göre belirlenecektir. Bugün bozguna uğrayan BOP, en başından Neoconlar tarafından Tel Aviv’in çıkarları temelinde hazırlanmıştır. Ancak artık bölgede güç dengeleri değişmiş, İsraillilerin önünde Atlantik kampından vazgeçme ve Avrasya’da yerini alma fırsatı doğmuştur. Moskova da İsrail halkının güvenliğinin jeopolitik garantörlüğünü üstlenebilecek ve Kudüs’ün dinler arası bir şehir olarak uluslararası statüsünü sağlayabilecektir.

AVRASYA GÜÇLERİNİN SORUMLULUĞU

Belge, tüm gözlerin şimdi ortaya çıkan Rus-Şii-Sufi ittifakına odaklanmış durumda olduğunu vurgulayarak şu sözlerle son bulmaktadır: Sadece Ortadoğu ve Mağrip ülkelerinin geleceği değil, aynı zamanda tüm çok kutuplu dünyanın kaderi, Avrasya güçlerinin kendilerine verilen göreve layık olup olmadıklarına bağlıdır. Rapor, ana hatlarıyla bu şekilde özetlenebilir. Yukarıda da ifade edildiği gibi proje tamamlanmış, plana son noktası konmuş değildir. Türkiye’nin de müdahaleleri yerinde olacaktır. Aydınlık’ın sayfalarında konuya dair tartışmalara yer vermesi büyük fayda sağlayacaktır.

RUSYA'NIN ÇEÇEN SAVAŞI PRATİĞİ

Aslına bakılırsa Rusya için “geleneksel İslam/Tasavvuf” açılımı yeni değil. Raporda buna herhangi bir atıf yapılmamakla birlikte 1. ve 2. Çeçen Savaşları sırasında izlenen bazı yöntemlerle arasında bağ kurmak mümkün. O dönemde Vahhabilik ve geleneksel İslam arasındaki çelişme değerlendirilerek kendisine karşı savaşan Çeçen güçlerin bir kısmı tarafsız hale getirilmiş, bir kısmı Rusya tarafına çekilmişti.
Örneğin 1. Çeçen Savaşı sırasında Rusya karşıtı cephede yer alan ve hatta çatışmalarda yaralanan Çeçenlerin önde gelen liderlerinden Hoca Ahmed Nuhayev, Rusya’da aranmasına rağmen gizli görüşmeler için Moskova’ya getirilmiş, Prezident Otel’de kalmış, kapalı toplantılar için dolaştırılmıştı. Nuhayev, Çeçenlerin geleneksel İslam anlayışına aykırı ve aslında dar bir kesim tarafından kabul gören Vahhabiliğe karşı bir unsur olarak değerlendirilmişti. 2. Çeçen Savaşı’nda da Moskova, yine Rusya’ya karşı savaşmış olan Kadırovları kendi tarafına çekmeyi başarmıştı.
Bu şekilde Rusya’ya düşman güçler bölünmüş, radikal Vahhabi kesim izole edilmiş ve Çeçenistan’da tekrardan otorite sağlanmıştı. Aslında ele aldığımız raporda da benzer bir yöntemin, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da uygulanmak istendiğini görüyoruz.

Yarın değerlendirmelerle devam edeceğiz...

1. BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Son Dakika Haberleri