20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Muhafazakâr Kara Murat

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Hikmet Temel Akarsu’nun 2008’de yayımlanan “Özgürlerin Kaderi” romanı, “imparatorluklara boyun eğmemekte kararlı bozkır savaşçılarının, doğayla koyun koyuna yaşayan göçerlerin, adanmış bahadırların destansı öyküsü” çerçevesinde Malazgirt Meydan Savaşı’nı anlatır. Hayli ilginç ve maalesef hak ettiği ilgiyi görmemiş bir çalışmadır bu. Akarsu, önceki tüm yapıtlarından, alışıldık “rock’n roman” tarzından çok farklı yapıdaki “Özgürlerin Kaderi”nde, hep hamasi bir milliyetçilikle ele alındığını söylediği 1071 tarihli bu tarihi savaşa, özgürlük, kardeşlik, adalet, paylaşma, dayanışma gibi duyguların yön verdiği bir kavmin gözünden bakar. Yapısal benzerliklere rağmen yazdığının bir “şövalye romanı” değil, bir “bahadırlık romanı” olduğunu da özellikle vurgulayarak şöyle der: “Çünkü bahadırlar, şövalyeler gibi, sadece soyluların, varsılların, dinin ve devletin uğrunda değil, daha çok özgürlüğün, kardeşliğin, yoksulların ve ideallerinin yolunda savaştılar.”

Ülkemizdeki solun klasik bakış açısına ve “tarih bilgisine” epeyce ters düşen, daha doğrusu alternatif sunan “Özgürlerin Kaderi”nin devamı, 2012’de “Konstantinopolis Kapılarında”yla gelmişti. Bu kez de Bizans’ın başkentinin kapılarına dayanmış “özgür Türkmen boyları”nın hikâyesiydi anlatılan. Solcu kimliğiyle tanınan, Türk tarihinin edebi açıdan da sağcılara bırakılamayacak kadar önemli olduğunu belirten Akarsu’nun şu sıralarda Haçlı Seferleri’ni anlatan “Kılıçların Dönüşü” romanını bitirmek üzere olduğunu da belirteyim.

Geçen hafta gösterime giren “Fatih’in Fedaisi: Kara Murat”ı seyrederken, özellikle de birkaç sahnede Türklerin “özgürlüğe düşkünlükleri”nden söz edilince aklıma ister istemez Hikmet Temel Akarsu’nun romanları geldi.

TÜRK-İSLAM SENTEZİ

Çocukluğumda tam bir Tarkan müptelasıydım ama Kara Murat’ın maceraları da yabana atılacak gibi değildi. Gazeteci Rahmi Turan ile çizgi roman ressamı Abdullah Turhan’ın hayat verdiği “Kara Murat” fasikülleri 1970’li yılların Yeşilçam’ında tümünün başrolünde Cüneyt Arkın’ın oynadığı yedi filme yansımıştı. Aytekin Birkon’un yönettiği 2015 model “Kara Murat” ise doğrusu hiçbir beklentimi karşılamadı. Ne çizgi romandaki letafeti ne de Cüneyt Arkın’lı filmlerdeki sempatik ve biraz da absürt atmosferi bulabildim. Birkon bu ilk yönetmenlik denemesinde, bolca bilgisayar efektine başvurmaktan, filmin yarıya yakınını ağır çekimli dövüş sahneleriyle doldurmaktan, aldığı darbe sonrasında geriye doğru havaya uçan askerler göstermekten başka bir şey yapmamış. Genellikle yarı karanlık görüntü çalışmasının egemenliğinde, “300 Spartalı” ile “Gladyatör” kırması bir sinema dili tutturulmuş, Orhan Çelebi’nin bir hain olduğunu anlatmanın ötesinde tarihi roller de doğru dürüst verilememiş. Örneğin Kara Murat ile Sultan Mehmet, II. Murat’ın çadırında birbirlerini ilk kez gördüklerinde neden öyle düşmanca bakıştılar (bu sahne de ağır çekim) bir türlü anlayamadım. “Kara Murat”ın teknik ve içerik açısından “Fetih 1453”ün oldukça gerisinde kaldığını söylemeliyim. Başroldeki Fatih Usta da Kara Murat’tan çok kick-boks yapan bir Stallone’ye benziyor bence.

Ve elbette “zamanın ruhu” gereği yoğun bir Türk-İslam Sentezi söylemi tutturulmuş filmde. Dolayısıyla Kara Murat’ın her macerada en az iki kez uğramadan edemediği Bizanslı prenseslerin yatak odaları ile tüller içindeki davetkâr güzel bedenler de hak getire...  Birkon, Yeşilçam’a saygısını ise yalnızca İmparator Konstantin’i hemen her sahnede üzüm vb. yerken, çeşitli hainlikler planlarken göstererek sunmak istemiş belli ki.

Sonuçta, evet, tarihimize popüler edebiyat ve popüler sinema diliyle yaklaşmanın, sağa bırakılamayacak kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Bu geniş ve zengin tarih, bozuk para gibi harcanıp gidiyor çünkü.