16 Nisan 2024 Salı
İstanbul 25°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Mutlu son ne demek abi?’

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Çoğunlukla denizcileri ve denizi anlatan öyküleriyle edebiyatımızda derin izler bırakan, adeta yazınsal bir suyolu oluşturan Zeyyat Selimoğlu’nun (1922-2000) unutulmaz karakterlerinden biridir Bulucu Hızır Salim.  

Selimoğlu’nun 1970’te Sait Faik Hikâye Armağanı kazanan “Direğin Tepesinde Bir Adam” kitabındaki aynı adlı öyküde, Mehmet Kaptan’ın anlatımıyla tanırız onu. Kim ne arıyorsa, falanın ne eksiği, feşmekanın ne derdi varsa, yüzündeki tarifsiz gülümsemeyle şıp diye bitiveren, “Dert etme Mehmet Kaptan, buluruz” diyen bir adamdır Salim.  

Gemici kahvelerinde dolaşır, parada pulda pek gözü yoktur, hayatını küçük komisyonlarla sürdürür. Herkesi tanır, her şeyi bilir, görür ve Hızır gibi yetişir. Fazla aramaz, bulur yalnızca... Salim, dar zamanda Mehmet Kaptan’ın da işini görmüş, demirsiz kalan geminin eksiğini tamamlamıştır. 

“Para tutan adam olmadığı için ne dükkânı olur, ne depo ne antreposu. Öyle bir adam, yeni moda bir Hızır, nerde yatar nerde kalkar, yeri yurdu neresi, bilen eden yok. Ama sen bi kıvranmaya gör, bir salmastra, bir valf, ne bileyim bir çapa, bir yedek parça için, Bulucu hemen dikiliverir karşına...” der Mehmet Kaptan onu anlatırken. Bulucu Hızır Salim’in, denizin altında, hiç kimsenin bilmediği görmediği bir dükkânı olabileceğini düşünmektedir. 

Gerçekten de vardır böyle adamlar...  

“Beyoğlu’nda Garibanın Otopsisi Yapılmaz”, “Sokak Mobilyaları”, “Ölümün Rütbesi Yoktur”, “Turne Tiyatrocuları”, “Dünyanın En Büyük Dolandırıcısı Benim / Selçuk Parsadan” gibi kitaplarıyla Türkiye “yeraltı edebiyatı”nda çığır açan, yazar, yayıncı, tiyatro ve sinema oyuncusu, kısa filmci Oktay Güzeloğlu, tam da böyle adamlardan biridir örneğin.  

Keyfiniz yoksa, moraliniz bozuksa, moral verir... Fikriniz yoksa fikir, aklınız yoksa akıl verir... Yolunuzu kaybettiyseniz, yolunuzu bulur... Ha, geminizin demiri yoksa, onu da halleder... Ama diyelim ki sizi ilk tanıdığı andaki karakterinizi, kişiliğinizi, ahlakınızı kaybettiyseniz, yüzünüze bile bakmaz...  

YALNIZ HAVYARLA YAŞANMAZ!  

Onun aramadan buldukları ve de onu bulanlar, birer öykü kahramanı olacaklarını bilmeden, gemici kahvelerinde, berbat mı berbat meyhanelerde, pavyon diplerinde, batakhanelerde, Beyoğlu’nun gerçek arka sokaklarında dolaşıp duran garibanlar, elden ayaktan düşmüşler, berduşlar, tımarhanelikler, kulağı kesikler, geçkin fahişeler, beşinci sınıf birahanelere borç takanlar, dünyanın en kötü müzikhollerinin yıldızlarıdır. Hiçbir zaman denize açılmadıkları halde fena halde kıyıya vurmuşların, karaya oturmuşların yazarıdır Güzeloğlu.  

Yaşamı boyunca en alttakilerin sesini duyan ve duyuran, sokağın aç-açık insanlarını görüp el uzatan ve bunu kimileri gibi medyatik-magazinel ilgiden kaynaklanan sahte duyarlılıkla değil, Gorki’vari bir bilinç ve gözlem gücüyle yapan Oktay Güzeloğlu’nun son kitabı “Herkesin Kadınları”, kısa süre önce okuruyla buluştu. Hiç Yayınları’ndan çıkan kitap, adından da anlaşılacağı üzere, “aşkları, ölümleri ve tarumar olmuş hayatları”yla, “Mutlu son ne demek abi?” diye soran, “Erzurum kerhanesinden kovuldum, Lüleburgaz kerhanesine gidiyorum. Kâğıtlarım gelmedi” diyen “yeraltı kadınları”nı anlatıyor.  

“Yastıkları kaldırımlar, yorganları gazete kâğıdı olan kadınlar, zamanın eskittiği güzelliklerini karanlığın yardımıyla gizlemeye çalışırlar ve güneşin biraz daha geç doğması için doğaya yalvarırlar...” diyor Oktay Güzeloğlu onlar için... Ve asla romantizme, idealleştirmeye gitmeden, duygu sömürüsü yapmadan, “seks işçiliği” gibi saçma sapan yapay terimlere yüz vermeden, tümüyle gerçek-yaşanmış öyküler anlatıyor kitabında.  

Yalnız havyarla yaşanmaz... Edebiyat da böyledir ve çok satanlar listelerinin, vitrinlerin, kitap eklerinde parlatılanların, reklamların ötesinde de bir edebiyat vardır. “Herkesin Kadınları”nı okumanızı öneririm.