18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Nazım, ‘Aydınlık’ı anlatıyor

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Nazım Hikmet’in sinema çalışmaları ve yedinci sanata verdiği önem malum... Muhsin Ertuğrul’la birlikte imza attığı “Cici Berber” (1933) dışında “Kanlı Nigar” (1933), “Bursa Senfonisi” (1934), “Güneşe Doğru” (1937) gibi filmlerde de yönetmenlik yapmıştı ölümsüz şair. Bunun yanında, gerek “Mümtaz Osman” olarak Türkiye’de, gerekse Sovyetler Birliği’nde geçirdiği yıllarda çok sayıda filmin senaryosunda da onun adını görüyoruz.  

Nazım Hikmet Kültür Merkezi, büyük devrimci sanatçının 52. ölüm yıldönümü dolayısıyla düzenlenen anma etkinlikleri kapsamında, Türkiye’de daha önce gösterilmemiş 1957 yapımı “Aynı Mahalleden İki Delikanlı”yı ilk kez seyirci karşısına çıkartarak kutlanacak bir iş yaptı. 4 Haziran’daki anma gecesinde seyirciyle buluşan filmin senaryosu Nazım Hikmet’in elinden çıkma. Yönetmen olarak Ukraynalı İlya Gurin (1922-1994) ve Türkmenistanlı Ejder İbrahimov’u (1919-1993) görüyoruz ki, ikisinin de ilk yönetmenlik çalışması. Bakü Film Stüdyosu yapımı filmin kalabalık oyuncu kadrosunda Rus, Azeri, Ermeni sanatçılar yer alıyor.  

Açıkça ülke belirtilmemekle, “Anadolu’da bir yer” denilmekle birlikte öykü Türkiye’de geçiyor ve olan biteni bir tren yolculuğu boyunca Dr. Aziz’in anlatımıyla, geri dönüşlü olarak izliyoruz. Aynı mahallede doğup büyümüş, sıkı dost ve yoldaş iki işçi, Ahmet ile Nuri’yi tanıyoruz öncelikle. İkilinin çalışmalarının odağında ise “Aydınlık” dergisinin çıkarılması, ülke bir dönem noktasındayken verilen mücadele var.  

Mücadele, adanmışlık, fedakarlık, aşk ve ihanet öyküsü aktarıyor “Aynı Mahalleden İki Delikanlı”. “Birikir damla damla karanlığı eritir, Aydınlık’ı yaratan halkın alınteridir” dedirtircesine halktan toplanan paralarla çıkartılan derginin yayın yönetmeni Nuri olurken, yardımcılığını da Ahmet üstleniyor. Tabii ki kısa süre sonra Aydınlık’taki yazılar, savcıları rahatsız etmeye başlıyor, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi baskı ve ölüm tehditleriyle karşılaşıyor... “İktidar ve muhalefetin paranın iki yüzü gibi olduğu” ülkede, Ahmet ve Nuri çeşitli saldırılara uğruyor, devlete karşı yayın yaptıkları gerekçesiyle tutuklanıp on yıl hapse mahkum ediliyorlar. Toplanan on binlerce imza sonucu genel afla dışarı çıkıyorlar ama iki arkadaşın yolları da çatallanıp ayrılıyor. Nuri, “Akşam” gazetesinin sahibi Refik Bey’in, babasına “Senin işlerini de seviyorum, para harcamayı da ama dürüst insanları da seviyorum” diyen kızı Gülsüm’le ilişkisini evliliğe dönüştürür ve mücadeleden uzaklaşırken, ihanete sürükleniyor, herkes için utanç kaynağı haline geliyor. Ahmet ise Aydınlık’ı yeniden çıkarma kararıyla birlikte tekrar işin başına geçiyor. Ülkenin yeni bir askeri pakta sürüklendiği ve “Biz vatana bu ihaneti durduramadık” dediği koşullarda egemenlerin yeni bir komplosuyla karşılaşıp bir kez daha zindana atılıyor ama ölüm bile onu davasından vazgeçiremiyor.  

‘KAZANDIKLARINI DA GÖRECEKSİNİZ’  

NHKM yöneticilerinden Çağrı Kınıkoğlu, gösterim öncesinde yaptığı konuşmada filmin tarihsel önemini şöyle dile getirdi:  

“Yoksulluğun da sermaye birikiminin de kaynağında emperyalizmin izini görebilmek, Türkiye’nin sinemacılarına pek nasip olan bir şey değil. Yılmaz Güney’in ‘Umut’ filmi bir istisnadır bu anlamda... Son on yılda patlama yaptığı söylenen Türkiye sinemasında emperyalizm diye bir şeye rastlamak mümkün değildir. 

İkincisi, bir önemli özellik, işçi sınıfı ve emekçi halk kavrayışında yatıyor. Bu filmde yine son dönem sinemada perdede gördüğümüz türden, acı çeken zavallı insanlar topluluğu değildir işçi sınıfı ve emekçi halk. Üreten, yaratan, sömürülen ve bunu değiştirme gücü kendisinde olan bir sınıftır.” 

Finalde, Nazım Hikmet’in Dr. Aziz’in ağzından “Mücadele ettiklerini gördünüz, kazandıklarını da göreceksiniz” demiş olduğunu da belirteyim.