25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 24°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Nâzım Hikmet’in ölüsünü alkışlar, dirisini duvara gömerler

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Nâzım Hikmet 108 yaşında. Nüfus kaydında doğum tarihi 15 Ocak 1902 diye kayıtlı. Asıl doğduğu gün 20 Kasım 1901. Ailesi yeni yılın başına yazdırmış.
SELAM VERMEMEK İÇİN NÂZIM’DAN KAÇMIŞTINIZ
Pazar akşamları Ulusal Kanal’da Şair Hüseyin Haydar’ın Edebiyat Cephesi programlarını izliyor musunuz? Haziran başında vicdanlı ve birikimli aydınımız Orhan Karavelioğlu, Nâzım Hikmet’i ne kadar canlı anlatmıştı… Hele o Mosokova’daki Uluslararası Türkoloji Kongresi’ndeki utanç sahnesi, hiç aklımdan gitmiyor. Türkiye’den giden “bilim adamları” selamlaşmamak için Nâzım’dan kaçıyorlarmış.
Artık herkes Nâzım hayranı oldu. Ceyhan Mumcu, Aydınlık’ın 13 Haziran 2010 günlü başyazısında o yarayı deşiyordu. Nâzım’ın ölüsünü alkışlıyor, ama dirisini duvarlara gömüyorlar.
Namık Kemalleri, Şefik Hüsnüleri, Reşat Fuatları, Hikmet Kıvılcımlıları, Nâzım Hikmetleri, Ahmet Arifleri zindanlarda çürüttüler. Mithat Paşa’yı Taif’te boğdurdular. Sabahattin Âlilerin başını taşla ezdiler. Deniz Gezmişleri astı; Uğur Mumcuları, Eşref Bitlisleri katlettiler. Emperyalizmin ve gericiliğin iftihar eylemleridir bunlar.
DENİZ GEZMİŞ’E TEK SÖZCÜĞÜ ÇOK GÖRDÜNÜZ
Deniz Gezmiş, 1971 başında yakalanınca, henüz aranmıyordum. Bana Ankara Ulucanlar Cezaevi’nden bir yıldırım telgraf çekti. Kırk yıldır saklarım, kırmızı kağıda yazılıdır: “Acele gel!” Bir de vekâletname yolladı, o da duruyor. Gittim, üç buçuk saat görüştük; yarım saat de Hüseyin İnan ile konuştuk. Yusuf Aslan ise hastanedeydi. Deniz ve Hüseyin, benden kendileri adına bir basın toplantısı yapmamı istediler. Ayrı ayrı hücrelere konmuşlardı. Açlık grevi yapıyorlardı. Aynı koğuşta olmak istiyorlardı. Ayrıca halka mesajları vardı. Ertesi gün, Deniz Gezmişler adına basın toplantısı yaptım. Bir tek basın organı verdi o açıklamayı: Proleter Devrimci Aydınlık. Kırk yıl sonra bugün yine Aydınlık var. O zaman Deniz’in tek sözcüğüne bile yer vermeyen aynı gazeteler, bugün Deniz Gezmiş dizileri yayımlıyorlar.
UĞUR MUMCU’NUN YAŞAMASINI “SAKINCALI” BULMUŞTUNUZ
Uğur Mumcu’nun tertemiz alnına “sakıncalı” mührünü vuranlar, albayrağa sardıkları tabutunun arkasından yürüyorlardı. Gözyaşları yağmur sularına karışıyordu. Televizyon programlarında dizginsiz bir kinle Uğur’a hücum eden düşmanları, bugün Uğur Mumcu “sevgisiyle” dolup taşıyor.
YERDEŞİM ENVER GÖKÇE’YE “HASTİR” ÇEKMİŞTİNİZ
Erzincan Kemaliye ilçesinin Çit köyünü 1860’larda Kafkaslar’ın ötesinden Kuban ırmağı boylarından gelen büyük dedelerim Hasan beyler kurmuş; köyün hepsi benim akrabamdır. Dedemin dedesi Hacı Yaşar daha sonra Apçağa köyüne gelmiş; Apçağalı olmuşuz. Türkiyemizin büyük devrimci şairlerinden Enver Gökçe, Çit’lidir; bizim köylümüzdür. Yarım yüzyıl önce şu dizeleri yazmıştı:
Kendi özyurdumda hastir çeker bana
Kurt bana
Çiyan bana.
Çit köyünü ziyaretimde eşsiz mutluluk duydum, Enver Gökçe’nin evini müze yapmışlar. Bir tek köylülerimi içten gördüm; “Yaşarken değerini bilemedik” diye büyük acı duyuyorlardı.
ÖLÜLERE ÖZGÜRLÜK DİRİLERE DUVAR
Bugün Nâzım’ı, Enver Gökçe’yi, Uğur’u ve Deniz’i yere göğe koymayan gösterişlere bakarak, ‘Türkiye nerden nereye geldi’ diye sevinenler var.
Ama bu “özgürlük”, Nâzımların ölüsüne tanınan özgürlüktür. Dirileri yine hapislerdedir. 1971, 1980, 1990, 1998, 2008, beş kuşakla hapis yattım. Komünizm “tehlikesi”nin yerini Ergenekon aldı. Her yerde Ergenekon hayaleti dolaşıyor. Bu kahpe düzene karşı beş kuşakla savaştım; beş kuşağa yapılan zulme tanık oldum. Yalanın, tertibin, zulmün en ağırı bugün yaşanıyor.
Sistem, Nâzımların, Denizlerin ve Uğurların ölülerini cennetlerde ağırlıyor; dirilerini ise yine duvarlara gömüyor.
Sistemin özgürlükte değil, ama ikiyüzlülükte aldığı mesafe müthiştir.
ALLAHA EN YAKIN BURÇ
11. yüzyılın Arap seyyahı İbn Fadlan’ı okumadıysanız, okumanızı öneririm. Seyahatnamesinde İtil Bulgarlarını da anlatır. Bir Türk kavmi olan Bulgarlar, zekâsı ve bilgisiyle dikkat çeken erdemli bir insan çıkınca, “Bu adam tanrıya hizmet etmeye lâyık” diyerek, boynuna bir ip geçirip ağaca asıyor ve çürüyene kadar ağacın üstünde bırakıyorlar. Birikimli tarihçilerimizden Zeki Velidî Togan, bu uygulamayı, “toplumun yeniliğe karşı aldığı önlem” olarak yorumlar.
Devrimciyi Allaha yakın olsun diye ağaçta çürütenler, devrimlere engel olamamışlardır. Çürüyen devrimci değil, kendi düzenleridir.
Bugün Allah’a en yakın burç, Silivri kal’asıdır.
NÂZIM’IN UĞUR’UN VE DENİZ’İN DİRİSİ OLMAK
Sistem, işportasına Nâzım’ın, Enver Gökçe’nin, Uğur’un ve Deniz’in anılarını koyarak devrimcilerin saygınlığına sığınıyor. Devrimci hatıra satıcılığı, en kârlı işlerden oldu.
Nâzım, Deniz ve Uğur satmak, bir piyasa faaliyetidir.
Görev, Nâzım’ın dirisi, Uğur’un dirisi, Deniz’in dirisi olmaktır.
www.doguperincek.info