28 Mart 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Niye gitmek istemiyorlar?

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

Siyasî iktidarların güçlenme ve zayıflama trendine baktığımızda her iktisadi ve sosyal politikaya bir kadronun denk düştüğünü, politika hedefine ulaşınca ya da başarısızlığa uğrayınca iktidar kadrosunun değiştiğini görürüz.
Bu sadece bize özgü bir durum değil. Modern toplumlarda “demokrasi” denilen yönetim biçiminin bir gereği. Uygulamaya konulan iktisadi ve sosyal politikalar iflas ederek ya da başarıya ulaşarak ömrünü tamamlayınca siyasî iktidar genel seçimler yoluyla koltuğunu terk eder. Mesela 1945’te, başta İngilizler olmak üzere bütün dünya Churchill’e hayrandı; fakat II. Dünya Savaşı politikaları zamanını doldurmuştu, siyaseten tasfiye edildi. Mitterand, başlıca sanayi kuruluşlarını kamulaştırmak, işçi ücretlerini artırmak istiyordu. Programını uygulayamadı, Mart 1993 seçimlerinde iktidarını sağcı liberallerle paylaşmak zorunda kaldı ve silinip gitti. Bizim ülkemizden de sayısız örnek verilebilir.
Politikaları ömrünü doldurduğu hâlde gitmek istemeyen siyasî iktidarlar sorun yaratırlar. Burada sorulması gereken basit soru şudur: Niye gitmek istemiyorlar? Bunun psikolojik ve maddî nedenleri olabilir. Mesela adam megalomandır, uzun yıllar boyunca şişen egosu seçim yenilgisini kaldırmaz, gitmeyeceğim, diye tutturur. Ya da öyle bir nepotizme (akraba eş dost kayırma) ya da klientalizme (ulufe dağıtarak güç toplama ve oy alma) batmıştır ki dayandığı çıkar grupları, hatta sınıflar onu yerinde tutarlar; iktidardan indiği anda başına çok kötü şeyler geleceğini kulağına fısıldarlar ve haksız değildirler.
Birincisi o kadar önemli değil; ağır yenilgiler karşısında, eğer kişi hepten aklını kaçırmamışsa, sarsılmayan ego yoktur. Fakat ikincisi (maddi sebepler) tehlikelidir; daralan çıkar çevresiyle her türlü manipülasyona giren, zor yoluyla baskı uygulayan siyasî iktidarın mafyalaşmasına yol açar. Bu durumda anayasal rejimden ve kanunlardan bir meşruiyet çıkarma imkânı azalır, neyin meşru olduğu tartışması başlar, tanımlar değişir. İnsanlar şeyhin kerametine bel bağlamak ile meşru bir mücadeleye girmek arasında tercih yapmak zorunda kalırlar.
Aslında ağır kriz koşullarında çözüm arayan bütün insanlar kesinlikle zihinsel bir dönüşüm geçirirler. Kendi (iyi) niyetlerine göre hipotezler oluşturup, tarihsel olayların bu hipotezleri doğrulamasını beklerler, hatta optik bir yanılsamayla her olayda kendi hipotezlerini doğrulayacak bir şey bulurlar. Maksim Gorki, özellikle siyasete meraklı küçük burjuvaların 1870’ten 1917’ye kadar yaşanan olaylar karşısında geçirdikleri zihinsel dönüşümleri, Klim Samgin’in Yaşamı (Evrensel, 2007) adlı dört ciltlik romanında müthiş bir akış tekniğiyle anlatır. Özellikle gençlere tavsiye ederim.
Maddeyi anlamak, siyasî iktidarların maddî, sınıfsal yapısını anlamayı gerektirir. Yıllarca çok uluslu şirketlerin her dediğini yapmış, ülkenin bütün iktisadi değerlerini dünya piyasalarında satıp yeni zenginler sınıfına yedirmiş, yabancılar istiyor diye tütünü, pancarı yok etmiş, tarımı çökertmiş, dış politikada emperyalizmin taşeronluğuna değişmez aday olarak şahsını her yönde pazarlamış birinin, iktidarı tehlikeye girince ansızın dramatik bir değişimle kendi zıddına dönüşeceğine inanmak, tutarlı izaha muhtaç bir temenni olmanın ötesine geçemez. Burada diyalektikten değil, ancak metafizikten söz edilebilir.
Elbette bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devlet ağırlıklı iktisadi model arayışı var. Hayatın bütün alanlarında planlama gerekiyor. Devlet, ekonomiye müdahale edecek şekilde yeniden örgütlenecek, çok kutuplu dünyanın bir gereği olarak yeni ittifaklar kurulacak. Fakat böyle bir dönüşümü ancak farklı kadroların siyasî iktidarı gerçekleştirebilir. Neden böyledir? Çünkü sorunları yaratmış olan, onları çözemez; varlığını borçlu olduğu sisteme karşı, o sistemden beslenen çıkar gruplarıyla birlikte ya da onları tasfiye ederek devrim yapamaz.
Şimdiki duruma gelirsek, maddi (ve elbette manevi) koşullara ve güçler dengesine baktığımızda sadece iki yol görünüyor: Restorasyon (mevcut durumun düzeltilerek devamı) ya da Devrim (kamulaştırma ve üretim seferberliği). Restorasyon güçleri ortaya çıktı: Güller, Davutoğlular, Kılıçdaroğlular, Akşenergiller, demirtaşlar v.s. Fakat siyasî toplumun her yanına dağılmış Devrim güçleri örgütlenmeye muhtaç. Restorasyon güçlerinin bir kısmını Cumhur İttifakı’yla birleştirerek antiemperyalist çizgide devrim yapma düşüncesini anlamakta yetersiz kalıyorum. Kısa dönemde kimin ne olduğunu bir kez daha anlayacağız. Yanılıyorsam acımasızca özeleştiri yaparım. Aksi durumda, özeleştiri beklerim.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019